Bu sene camiler teravi namazlarında dolmuyor.
Yaramaz çocuk koşmaları, yüksek sesle âmin demelerine hasretim.
İnsanlar tatilde mi, oruç tutan mı az, Ramazan ruhu nereye gitti?
Sigara içinler, alkol tüketenler, zina edenler, kumar oynayanlar bu ayda olmazsa olmaz bir biçimde tövbe eder, günahsal yaşam yerini nurani bir paylaşıma bırakırdı eskilerde. İftar programları yapılır, sofralar dolar taşardı. Televizyonda eski Osmanlı yaşamını ve eğlencesi sergilenirdi. İlmi sohbetler öylesi zevk verirdi. Yaşlandıkça geçmişe özlem çekiyorum. Sanırım insanlar maddesel zenginlikle birlikte maneviyatı yaşamaz oldular. Türkiye’nin hiçte alışık olmadığı bir refah ve modernizm yaşam içinde birçok şeyi putlaştırıyor, bu yüzden ilişkiler ahlaki erozyona uğruyor.
Temel ihtiyaçlarını çözen ve lüks yaşamı hayatının bir parçasına dönüştüren insanlar sanki Allah’a inanmalarına rağmen, dinsel ihtiyaçlar yokmuş-kör gibi yaşamaları beni derinden üzüyor. Kanunlar ile değil, kişilerin kendi kanunları ile yaşadıkları, eleştiriye lüzum görmedikleri, mükemmel yaşadıklarını kendilerine hissettirdikleri, duygusallığı ve gelenekleri zoraki öldürdükleri bir karmaşa toplumunda yaşıyoruz. Sporcusu bile başarıyı değil, yarışmayı ve orada bulunmayı bir nimet gibi topluma yansıtabiliyor. Son olimpiyat oyunlarında en başarılı olduğumuz ve altın beklediğimiz halter dalındaki sporcularımızın keyifsiz ve toplumsallığı hissetmemeleri bu bakıştan bakınca doğal görüyorum. Aşırı bir doymuşluk ve minnetsizlik var. Sanki altın alırlarsa, bir daha olimpiyatlara gitmelerine gerek kalmayacakmış gibi, başarının peşinde değil, başarısızlığın içinde kalmayı tercih ediyorlar. Aynı durumu Avrupa futbol şampiyonasında da izledim. O kadar seyirciye, o kadar onları izleyen ve destekleyen kişilere rağmen, hatta her yerden ölüm haberleri gelirken ve bu olumsuz modumuzun düzelmesi adına izlediğimiz maç tam bir kabusa dönüştü. Oyuncular, Bu milletin kötü modunu tınlamıyor bile....
Elbette camiye gitmeyen ve Rabbine olan sevgiden yoksun yaşayan bir toplumun insanlarından başarı beklemek mümkün değil. Samimi inanan insan her yaptığı işi mükemmel yapmaya gayret eden insandır. Her sahip olduğundan israf etmeyen, elindekini biriktirmeyip dağıtan, rızkından şüphe edip, adeta işini putlaştırarak onu kaybetmekten korktuğu için ibadet etmekten uzak durmayı asla aklına getirmeyen kişilerdir.
Geçen teravide bir camideydim. Büyük bir cami inşaatına girişen ve cemaatten destek isteyen misafir bir cami imamı, mahalle camimizdeki imamdan 5 dakika konuşmak üzere izin alarak kürsüye çıktı. Konuşmasında, malum yardımların insanın öbür dünyasını kurtaracağı ve niçin yardım edilmesi gerektiği hususunda detaylı bilgiler verdi. Konuşma 5 -10-15 dakika derken uzadı. İmam bir türlü kürsüden inmiyor, konuşuyor. En nihayet, içilen sigaraya para verilirken o miktarda paranın neden cami yapımı için verilmediği cemaatten sorguladığında, yaşlısından gencine 10-15 kişi ayaklandı. Şiddetli sözlü tartışma yaşandı. Nerdeyse imamı dövecek hale geldiler. İmam geri adım attı ve kürsüden indi. Bizim cami imamı hürmetten bu misafir imama teraviyi kıldırdı. Öylesi güzeldi ki sonrası, o bağıranlar, dövecek olanlar sus pus oldular, camiyi terk etmediler ve teravilerini bu imamın arkasında kıldılar.
Camiye gelen kişiler zaten ibadetin değerini bilmektedir. Kişileri boşu boşuna zorlamanın bir manası da yok. Birde toplanan paraların ne ölçüde cami inşaatında kullanılacağından şüphe eder oldum son zamanlarda. Bu kadar konuşan ve çok para toplamak isteyen imamın konuşmasını bu kadar uzatmasındaki gerçek mana neydi? Cami için para toplayanların paranın bir kısmını kendi ihtiyaçları için ayırdıklarını öğrendiğimden beri, hayır içeren yerlere para vermek içimden gelmiyor. Gerçek ihtiyaç sahiplerini buluyor ve onlara vermeye gayret ediyorum sadaka, zekât ve fitremi… Eskiden, bu konuda şüphe edilmezdi. Çünkü bu işe girişen kişi kendi imkânlarını da son noktaya kadar kullanırdı. Samimiydi. Artık dini alanda hizmetin bir parasal değeri var. Bu değeri kişi Allah rızası için harcamıyor, yiyor. Mevlidinden, mezarlıklarda Kur’an okutmasından tutunda her alanda bu hizmetler veriliyor. Hatta Mekke’ye telefon ederek para karşılığında tavaf ve umre yaptırılıyor.
Aslında kişiler her şekilde sömürülüyor. Bu samimiyetsiz yaklaşımlar kişileri dinden soğutmaya yetiyor. Ama inanan bilmeli ki, bütün bu olumsuzluklar teraviye gitmemeye bir bahane olamaz. Kişi dışındakilerle meşgul olmakla mutlu olamaz, kişi iç dünyasını pozitif yaşattıkça ve onu ikna ettikçe ancak mutlu olabilir. Dilden Allah zikredildikçe, dil temizlenir ve o kişi ahlaki manada mükemmelleşir. Eğer dil Allah’ı zikrediyorsa, nasıl bir ahlaki çöküntü yaşar ki bu toplum? Üstelik gerçek manada bu zikri hissederek yaşayan insanın tattığı mutluluğun, parayla satın aldığı mutlulukla kıyaslanması asla mümkün olmadığı gibi buna bir ücrette ödemez. Camiler kardeşliğin ekildiği ve paylaşımın gerçek bir değer olduğu güzide yerdir. Ramazan teravilerle buna alıştırmak istiyor kişileri ki, Ramazan ayından sonrada camiler dolsun taşsın. Camiler, işten, aştan, dünyadan ayağı kesilmiş, eşleri ve çocukları tarafından evde istenilmeyen yaşlı insanların geldiği bir yer olarak değil; özellikle gençlerin geldiği bir yer olmalıdır. Ölüm kime garanti ki… Sizleri camilere davet ediyorum bu vesile ile.
Saffet Kuramaz