Orhan Veli’nin şiirini anlatmak değil, muradım. Anlatılacak o denli şey var ki… Ne yazabilirim? Bu hevesle oturduğum masa başında, elim kolum bağlı. Birçok alanda hazırlık yapmama rağmen bir türlü yazamıyorum. Yazmaya engel sıkıntılar yok, aslında. Maddî imkansızlıklar, hepimizin yakasında bir sülük.
Bunu bir kenara bırakmak lazım. Seçim ortamında sessizlik yok, artık.
Kapı çalar, açarım. Adamın elinde bir broşür. Mutlaka adayları tanımak lazım. Sokaktan gelen bangır bangır bir ses: “Adayımız…….. Diyarbakır seninle gurur duymakta. “
Hay dilini eşek arısı soksun. Hanım, gözünü kapatan ufaklığı pışpışlamaya yeni baştan dönüyor. Bir bakıyorsunuz, müzik sesi. Çok sevdiğiniz bir parça. Yarısında reklam: “Sizin için geldi, o sizden biri.” Hay gelmez olaydı. Şimdiye kadar sesi soluğu çıkmayan adam, oy için gelmişse gelmeyeydi.“
Tahammül sınırlarını aşmak üzeredir, bazen insan. Bari çıkıp kahveye gideyim, bir çay içeyim. Parasını alıp, asansörü daha yapmayan müteahhite dua ederek, aşağı iniyorum. Bir çocuk. Elinde deste deste kâğıt tomarları. Aman Allahım, o da ne?... Babası bağımsız adaymış. Fesübhanallah. Bu yaşta çocuk siyasete alet edilebilir mi?
Üstündeki atletvarî tişörtte yazılana bakın:”Bekle Diyarbakır. Senin İçin köprüleri yıktım.” Bir on gözlü köprümüz vardı. Demek o da yıktırılmış. Yahu sen Tarık bin Ziyad mısın, gemilerin nerede? Git gemilerini yak. Ne istersin, köprülerden? Mecburen çocuğun elindeki kâğıdı aldım.
Tam kapıya çıkmıştım. omzuma biri dokundu:”Bu bizim adaydır ha!..” Kapı komşumuz.
Sadece tebessüm ettim, sırıtmadan. “Bu şehri kurtaracak aday bu ise zor veririm, oyumu. Mendebur, bina aidatını her ay takıyorsun. Senin gibi olmasa bana oy vermemi söyler misin” diye düşündüm.
Kazasız, belasız kahveye girdim, hemen sitenin yanı başında.
Aman yarabbi, bir hır-gür… Meğer, tercih edilen adayların kimi iyi kimi kötü meselesi. Selam verip köşeye çekilecektim. Olur mu? “Hoca, sen bilirsin. Kimler aday gösterilmeliydi?” sorusuna muhatap olunca okul sıralarını düşündüm.

Edebiyat Öğretmenimiz, böyle iki ucu kirli sorulara,”En iyisi kim ise o olsun.” derdi, sınıf başkanı ve kol seçimlerinde demokrasi kavramını öğrencilerin küçükken idrak etmesi için. “En iyisi ve hayırlısı kim ise…” diyecektim, mahalle imamına gözüm çarptı.
Elime tutuşturulan çayı şekerle buluşturunca, kaşığın coşkuya gelmesi kaçınılmaz. “yahu şu binamızın suyu akmıyordu. Hallettiniz mi?” dedim. “Memleket meselesi, daha möhimdir.” diye çubuğu karıştırmaz mı mı araya biri
.” Lan oğlum, sen berbersin. Git, işen bak” diyemezsin.”Devlet memuruyum.” sözüne karnı tok, herkesin.
İmdadıma telefon yetişti:”Hemen geliyorum.” “kusura bakmayın, gidip geleceğim. Konuşuruz” dememle beraber, beni arayan arkadaşım, çıkıp gelmez mi kahveye:
-Eve gelip rahatsızlık vermeyeyim. Seni burada gördük. demez mi?
Ulan, hepiniz bu Pazar günü, beni çıldırtmak için işbirliği içine mi girdiniz?
“Çök!..” dedim, gelenlere. Oturmak istemediler. Elimde bir zarf, hemen müsaade isteyip, uçtular. Karşımdaki kahve cemaatinden biri zarfı merak etti. “Düğün davetiyesi” dedim, birden bire. Adam, “Biz onların düğününe müsaade etmeyiz.” demez mi. Açtım, zarfı. Evet bir davetiyeydi. Okula giden çocuğumun tekrar dershaneye kaydının yapılması için gönderilen bir davetiye. Gözünün içine içine bırakırcasına gösterdim de kurtuldum.
Yahu dershanenin sağı, solu, önü, arkası mı olur?
Çay bardağı elimde, bir yudum almam üzereyim. İçeri giren kalabalık bir cemaat. Selamı aldık, bir bir, Bir taziyeden dönmüşler. Kahveye de uğramak istemişler. Hangi cenahtan olduklarını anlayamadım. Bıyıkları bile kendilerini ele vermekten uzaktı.
Meğer, bu gelenler, özbeöz memleket çocuğuymuş. Hal hatır sonrası kalkıp gittiler, bir şeyden bahsetmeden. Ne iyi!...

Muhatabımın sorusunu unuttuğundan eminim ve bu rahatlıkla oturuyorum. Aman Allahım, soru buzdolabından çıkarılıp, önüme bırakılmaz mı…”Aslında bağımsız adayların anketleri yapılmalı, bağımsızlar böylelikle seçilmeli. Ben seçimi yapılanları tanımıyorum. Bu yolla yapılmış ise iyi olmuştur.” Dedim. Hay demez olaydım. “Adam, parası yok diye aday olamaz mı? Üniversite bitirmek marifet mi?” yollu itirazlar oldu, soruyu bana yöneltene. “Aferin, sen halk çocuğuymuşsun” dedim, içimden konuşana. Kördüğüme dönüşen kahve konuşmalarını yaşlı bir ses böldü:” yine siz…Eee heee oğlım, sız olın. Ne bir kadehte fırtına kopartisız.. damamızı oyniyakh..”
Yaşlı Sermet, mahalle kasabı idi. Kendisini yetmişinden sonra emekli edip, oğluna işi devretmişti.
İmam, “Allah, kemalinden olanı nasip etsin. Namaz vakti ben kalkıyorum.” Diyerek, hararetin kırk dereceye yükseldiği ortamı yumuşattı. Birkaç yaşlı ve cemaatten kalkan oldu. Bî-namazlar, oturmaya devam etti. Ben de fırsat bu fırsattır diyerek kalktım. Kalkmaz olaydım. Gözüm, camekandaki yazıya ilişti. Meğer, burası bir partinin seçim karargahıymış. Bez pankartta öyle yazıyor.

Öğretmen arkadaşların ısrar etmeme rağmen oturmayışlarını yeni anladım. İmam’a kimse bir şey diyemezdi. Çünkü oğlu da bu taraftandı. Çay parası alınmadığı için teşekkür ettim. Meğer beni de kendilerinden bildikleri için sorunun muhatabı edilmişim. Çıkıp uzaklaşırken elime bir gazete tutuşturulmaz mı?

Bir aday, yerel gazeteye manşet edilmiş, ondandır dağıtımı. Yıllardır yazdığım gazeteye bu yıl yazı vermediğim için rahattım. Bu gibi haberlerle benim yazım yan yana çıksaydı, ayıkla pirincin taşını. Ha gayret, durağa kadar geldim. O da ne?...Kalabalık mı kalabalık. İnşallah, trafik kazası olmamıştır, Dua ve salavatla yürüdüm. Bir tekbir getirmediğim kaldı. Kalabalığı yarıp içine girince bizim haylazlardan birini görmem mi? Herkese tişört dağıtıyor. Alan gidiyor. Tişörtte olan yazıyı tahmin edersiniz. Bu kadınlara ne oluyor? Anladım oyunuz var da şimdi sizin evde olmanız gerekmez mi? Meğer burası bir haftadır, böyle. İngilizlerin meşhur parkı misali, herkes serbestçe bir şey dağıtıyor. Garibim analar da işin kolayını bulmuş. Verdikleri de sıradan bir şey gibi olmamalı, .Beni kimseler görmeden sıvışmalıyım. Kendimi kasap dükkanına attım. Birkaç dakika olsun durmak, adına. Eve de telefon açıp, Ofis’e gideceğimi haber vermem lazım. Telefondaki hayat sırdaşım, eve misafir geldiğini söylemez mi?

Mecburen, mecburiyetten kasaptan eli boş çıkmak olmaz. Beyaz et denilen tavuk eti de almış, başını gitmiş. Birkaç kilo ile kredi kartını ağırlaştırdık. Manavdan da biraz sebze ve meyve almak lazım. Allah’tan içeride kimse yok.
Manav, tebessüm ederek sormaz mı:”Hoca, partimiz güçleniyor, haberin olsun…”Ben, bunu tehdit olarak mı algılayayım yoksa ben de manavın tarafında mıyım?” diye düşündüm. “Ya öyle öyle. Allah hayırlısını nasip etsin.” diye cevapladım.
Eve koşar adımlarla gittim. Merdivenlerden çıkışım, ilk kez böyle hızlıca. Kapıyı açar açmaz kimi karşımda göreyim. Desem inanamazsınız: Babam..Oturduk, hoş-beş faslı sonrasında ziyaret sebebi anlaşıldı. İlçemizden bağımsız aday olan …….. Beye şehirde destek olmamın, hemşehrilik vazifesi olduğunu iletmek için gelmiş. Ben, yıllardır şehirde olan biri olarak, raconu bilmem mi:”Baba, zaten oyumuz kendisinedir. Senin zahmet etmene ne gerek vardı?”dedim.
Günahım kadar sevmediğim adam için oy avcılığına girişmem için babamın getirdiği teklif, elbette doğaldı. Doğaldı doğallığına, babama verdiği vaatler neydi?
İnanın onu bir türlü öğrenemedim, öğrenmek için soramam da..
Babam, iki yıl önce Hacc’a gitmiş. İyi kötü bir evi var, emekli aynı zamanda.
Bu merak, beni gün boyu yiyip bitirdi.
Acaba, mebus olunca, beni Genel Müdür mü yapacak?
Olsa olsa babamı böyle kandırmıştır.
Haydi mebus oldu, ya babamın sevmediği tarafa kayarsa.
Şimdi bana hak veriyor musunuz, moral bozukluğunun kaynakları hususunda?
Mazot kaç lira olmuş, umurumda değil.
Üniversitelerin kapıları sonuna kadar açılacakmış, beni ilgilendirmez.
Beni ilgilendiren, babamı kandıran mebus namzedi olan şahsın ne söz verdiği önemli. Hoş, sekseninde olan babamın hayat arkadaşı da hayatta.
Bu Zübük, ne söz vermiş? Bazı yönlerini sevmesem de Aziz Nesin’i her seçimin sath-ı mahalline girdiğimiz zaman hatırlarım.
Bence televizyon kanallarında Zübük, her gün bir kere yayına bırakılmalı.
Vatandaş, en azından bilgi sahibi olur.
Yazım Tarihi:19/07/2007
( Diyarbakırı Dinliyorum, Moralim Bozuk başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 23.01.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu