İçimde kırık,
derin,
çetin boranlar koparan,
kilometrelerce ötede tanıdığım o kültürün
sofralarına oturmuş,
sesini ilk duyduğumda
dağları, insanları,
uçabilen her şeyi,
kar tanelerini ve geometriyi,
makineleşmiş şehirleri,
acısı taze evleriyle bir köyü,
tüm mezhepler için edilmiş bir duayı,
fikirleriyle bir bilimadamını,
Itri ve Bach'den bahseden masadan yükselen kahkahaları,
Sartre okuyan kızın dinlediği ney'i...
sanki iki kürekli kayıkla okyanuslar geçirip
kan dolaşımımı dört nala koşturan;
bana,
tahribata uğramamış bilenişimle
tüm coğrafyaları ve alemleri
ışık hızından daha hızlı
bir o kadar hezarfen (edasıyla)
doğudan ve batıdan
binbir töre'nin
ve pazar ayinlerinin
kulaklarımda birbirine karışmış buğulu sesleriyle
meridyenler aştıran
parlak bakışların yüklediği
sancılı,
ağır,
diyaframlar patlatan bir hava...
ey bu çağın ötesinde
kılıç kalkan kuşanıp
lehçe lehçe yayıldığım,
debisi yüksek özlemlerimi
göktaşları gibi çarpıştıran güzel!
biliyorum;
Tuna'yı, Kızıldeniz'i...
çorak toprakların
çatlamış kılcaldamarlarını,
Belh'i, Konya'yı,
sarp dağların simyacısını,
tüm antik kentleri,
tüm metafizik sancıları
ve Sahra'nın o kavi kum fırtınasında
tüm dünya ülkelerinin
diplomatik eğreti dansını,
biliyorum!
yel... esti.
aşındı ayak izleri atların.
bir kavim göç ediyor zihnimde
yörük yörük, insan insan.
her biri gasp edilmiş ayaklanışıyla
gözlerinde Ortadoğu karmaşası
öyle kaşif, öyle rahvan...
bir Acem telaşı bu
bir Ortodoks yortusu...
dillerinde
ritmik hüzünlerin tuttuğu
desibellerin ölçemediği
şiddetli,
rafinesiz,
ham bir ağıt!
ey bu fırtına ivmelendiği zaman
Ahlat'ta, Üsküp'te, Halepçe'de...
dünyanın herhangi bir yerinde
yüzyıllık hasretleri
toprağın ipek yumuşaklığını
karanfil kokusunu,
öfkesini sırtına alanların
kaşlarındaki çetin reformu
kimyasal tepkimeye uğramadan
öylece gömdüm yüreğime.
ve dua ettim
yedisinde
kırkında
eliikisinde.
Burak Bican