Hukuki Açıdan Ermeni Soykırım İddiaları
Her yılın Nisan ayında Ermenilerin dinmek bilmeyen sözde soy kırım iddiaları gündeme gelir.
Ve çeşitli şantaj ve siyasi nedenlerle konu gelecek yıla ertelenir.ABD bunu hep yapıyor.
Aslında tarihçilerin vermesi gereken kararı niçin siyasiler vermeye çalışıyor?
Türkiye yi zor durumda bırakmak ve nihai karar alınmayarak devamılı.Türkiye'ye şantaj aracı olarak gündemde tutuyorlar.
Şimdi bu konuda yazılmış ilmi bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum;
yazan:Nazan Moroğlu;
“Ermeni soykırımı 1915 -1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp uygulandı ve yaklaşık 2 milyon Ermeni’nin sınırdışı edilmesiyle, bunlardan 1,5 milyon kadın, erkek ve çocuğun öldürülmesiyle, kurtulan 500 bininin de evlerinden kovulmasıyla ve 2500 yıllık Ermeni varlığının anavatanından tasfiye edilmesiyle sonuçlandı.” diye başlayan ve “Soykırım tasarısı” olarak bilinen 1915 olaylarına ilişkin tasarı ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesince oylandı ve 22’ye karşı 23 oyla kabul edildi,
Diaspora Ermenilerinin ortak payda olarak sarıldıkları “soykırım iddiaları” neden hep siyasi platforma çekiliyor? Tarihi ve hukuki boyutu ile ele alınmıyor?
Bilindiği gibi, diaspora Ermenileri yıllardan beri emperyalist güçlerden de aldıkları destekle sözde soykırım konusunun tarihi ve hukuki gerçeklerini gözardı ederek Ermeni sorununu siyasi bir kampanyaya dönüştürmüşlerdir. Oysa, 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesinde soykırım suçu tanımlanmıştır. Buna göre: bir ulusun, bir ırkın, bir etnik grubun veya dini grubun yok edilmesi kastıyla yapılan eylemler, soykırım oluşturur. Ancak, Parlamentolarda eller kaldırılıyor ve bir ulus tamamen suçlu hale getiriliyor. Bu ne demokrasiyle ne de hukukun üstünlüğüne saygı ile bağdaşır. Parlamentolarda oylama ile ne yargı kararı verilebilir, ne de tarih yazılabilir. Bilindiği gibi, özellikle son zamanlarda Türkiye’nin de sözde soykırımı tanıması gerektiği yolunda baskı yapılmaktadır. Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan Protokol’un TBMM’de onaylanması için baskılar sürmektedir. Avrupa
Birliğine giriş öncesinde Türkiye’nin sözde soykırımı tanımasına, ön koşul olarak resmi belgelerde yer verilmektedir.
Aslında, soykırım hukuki bir kavramdır. Bu bakımdan, sözde Ermeni soykırımı iddialarını hukuki açıdan ele almak için, öncelikle o tarihlerdeki Osmanlı-Rus ilişkilerini ve uluslararası hukukta bu açıdan önem taşıyan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasını ve daha sonra diğer Avrupa ülkeleriyle yapılan 1856 Paris ve 1878 Berlin Antlaşmalarını anımsamak ve değerlendirmek gerekir. İkinci olarak 1915 ile 1918 tarihleri arasında Osmanlı yönetimi tarafından çıkarılan Talimatnamelere bakmak gerekir.
Ermeni sorununun temeli 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasına dayanır, bu antlaşmaya göre Rus Çarlığı, Osmanlı Hristiyanlarının “koruyucusu” rolünü üstlenmiştir, Ermeniler de kendilerini Rus Çarının tebası olarak görmeye başlamışlar ve Osmanlı-Rus Savaşlarında çok sayıda Ermeni Rus güçlerinin yanında yer almışlardır.
Kırım Savaşı sonrası yapılan 1856 Paris Antlaşmasına kadar Osmanlı Hristiyanları üzerinde sadece Rusların “koruyucu” rolü varken, bu antlaşma ile “koruyucu” rolü diğer Avrupa ülkelerine de tanınmıştır. Gerçi Paris Antlaşmasında da Ermeniler açık bir ifadeyle anılmamışsa da, bu durum Ermenilerin Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarına ve ardından bazı tavizler almalarına yol açmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra yapılan 1878 Berlin Antlaşmasında bu defa doğrudan Ermenilerle ilgili bir maddeye (61.md.) yer verilmiştir. Buna göre, Osmanlı Devleti, Ermenilerin oturdukları vilayetlerin yerel şartları dolayısiyle muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri yapmayı ve Kürtler ile Çerkezlere karşı onların emniyet ve huzurlarını korumayı taahhüt etmiştir. Ermeniler Avrupalı koruyucularına, onların desteğine güvenerek özerklik istediklerini ifade etmeye başlamıştır. Daha
sonra kurdukları Taşnak ve Hınçak gibi örgütler aracılığıyla silahlı mücadeleye giren Ermenilerin, Osmanlı topraklarında büyük Ermenistan kurma emellerine ulaşmak için ayaklanmalar başlattığı biliniyor. 1912’den sonra özellikle Rusya’nın, İngiltere ve Fransa’nın büyük desteğini alan Ermeniler, doğuda Rus ordularına yardım etmişlerdir. Birbiri peşine çıkardıkları isyanlar, Ermeni askerlerinin Rus ordusu içinde yer alarak doğrudan Türklere karşı savaşması ve Anadolu’nun batısı ile doğusu arasındaki geçiş yollarının ve telgraf iletişiminin kilit noktalarının Ermeniler tarafından felç edilmesi nedeniyle, Osmanlı Devleti Anadolu’daki Ermenileri güneye göç ettirme kararı almıştır. Bu göç sırasında başlıca açlık ve hastalıklar nedeniyle gerek Ermeniler gerek onlara eşlik eden Osmanlı jandarması arasında çok sayıda ölenler olmuştur. Ermenilerin vatanlarına ihanet
etmeleri nedeniyle Osmanlı’nın uyguladığı bu “zorunlu göç (tehcir)” sonraki yıllarda ‘’Ermeni soykırım” olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
1915’den 1. Dünya Savaşı sona erinceye kadar yaşanmış olayların bir soykırım suçu olup olmadığına karar verebilmek, kesin söz söyleyebilmek için bu konuda bakacağımız bir Uluslararası Sözleşme vardır: Bu, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesidir. 1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Almanların Yahudilere uyguladığı açıkça bilinen genocid= soykırım nedeniyle, soykırımın Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen bir suç olduğuna karar vermiştir. Bu karar üzerine bir uluslararası sözleşme hazırlığına başlanmış ve Sözleşme BM Genel Kurulunca 1948 yılında kabul edilerek 1951’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeyi hazırlayanlar, soykırımı bir suç olarak tanımlarken, tarihin her döneminde yaşanmış bu tür olayları
göz önünde tutmuşlardır. Eğer, Ermeni tehcirini soykırım kapsamında nitelemiş olsalardı, Sözleşmeye buna uygun kuralları da koyabilirlerdi. Ermeni iddialarının aksine birazdan ele aldığımızda görüleceği üzere, 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Zaten bu nedenle diaspora Ermenileri olayı tarihi ve hukuki alanda tartışmamakta ve hep siyasi alana çekmektedirler.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2. maddesinde hangi eylemlerin soykırım suçu oluşturduğu açıkça tanımlanmıştır:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.
Görüldüğü gibi, milli, ırksal, etnik veya dini bir grubu kısmen veya tamamen yok etme, ortadan kaldırma kastıyla yapılmışsa bu bir soykırım suçudur. Tarihi bilgiler ışığında burada bir grubu yok etme kastının olmadığı açıktır. Ayrıca, Osmanlı Hükümetinin çıkardığı iki Talimatname gözden uzak tutulmamalıdır. 30 Mayıs 1915 tarihli Ermenilerin Sevk ve İskanlarına ilişkin Talimatnameyle, 31 Aralık 1918 tarihli savaş sonrası Geri Dönüş Kararnamesi göz önüne alındığında yapılan “tehcirin” Sözleşmenin 2. maddesi kapsamına girmediği açıkça görülmektedir.
Bu konuda diğer bir kanıt da, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin Taşnaksutyun Partisine sunduğu Rapordur. Raporda geçmiş dönemin bir özeleştirisini yapmış ve 1914’ten 1923’e uzanan süreçte, Türk-Ermeni ilişkilerinin özünü bir savaş hali olarak ele almıştır. Kaçaznuni Raporunda Türkiye’yi sorumlu tutan bir değerlendirmede bulunmamış, aksine Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı, denilmiştir.
Zaten Tehcir Kararı da siyasi örgütlenmeyle birlikte silahlanmaya başlayan ve 19.yüzyılın sonlarındaki yerel ayaklanma denemelerinden sonra, 1.Dünya Savaşı sürecinde, Rus cephesindeki Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermeni teşkilatlanması karşısında Doğu ordusunun cephe gerisini güvenceye almak ve ayaklanmayı bastırmak amacıyla alınmıştır. Kaçaznuni Raporunda tehcir kararının amaca uygun olduğunu belirtmiştir. Sayın Ataöv’ün 1985 yılında üç dile çevirmiş olduğu bu Rapor Bakanlığın arşivinde bulunduğu halde, yeterince değerlendirilmemiştir. Ermeni tezini savunan Türk bilim adamları ise, Ermeni Başbakanı Kaçaznuni’nin Raporunu hiç dikkate almamaktadırlar (3).
Ayrıca bilindiği gibi, Ermeni diasporasının tüm dünyada her yıl soykırım günü olarak andığı gün “24 Nisan”, aslında tehcirin başlatıldığı tarih değildir. 24 Nisan 1915 Ermeniler tarafından çıkarılan isyanı bastırmak üzere, vilayetlere ve mutasarrıflıklara gönderilen bir tamimle Ermeni Komiteleri elebaşlarının tutuklanmasına dair kararın alındığı tarihtir. Sadece örgüt mensubu Ermenilerin tutuklandığı İngiliz belgelerinde de doğrulanmaktadır (4). Zeytun ve Maraş’taki isyanlar da göstermiştir ki, Ermenilerle ilgili alınan önlemler yeterli olmamıştır. Bu nedenle, Ermeni tehlikesini engellemek üzere Bakanlar Kurulu (Meclis-i Vükela) tarafından 30 Mayıs 1915 tarihinde talimatname çıkarılmıştır. Talimatnamede Ermenilerin sevk ve iskanının (Tehcirin) nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Talimatnamede, Ermenilerin mallarının tesbiti, nakliyatın emniyet içinde yapılması ve
Ermenileri gittikleri yerde barınma ve iş imkanlarının sağlanması hususlarına yer verilmiştir. O günün koşullarında tedbir niteliğinde alınan “Ermenileri Sevk ve İskan Kararı”ndan sonra, sevk ve iskan sırasında insani tedbirlerin alınmasına yönelik talimatname çıkarılmış, bu tedbirlere uymayan devlet görevlileri de yargılanmış ve cezalandırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra, Osmanlı Hükümeti yayınladığı 31 Aralık 1918 tarihli geri dönüş kararnamesiyle tehcire tabi tutulan Ermenileri tehcir öncesi yerlerine dönmeye davet etmiştir (5).
Buna göre:
- Sadece geri dönmek isteyenler sevk edilecek, diğerlerine dokunulmayacak;
- Yerlerine iade edileceklerin yollarda iaşe sıkıntısı çekmemeleri için gerekli tedbirler alınacak;
- Geri dönenlere ev ve arazileri teslim edilecek;
- Yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek;
- Kilise ve okul gibi binalarla gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate verilecek;
- Osmanlı sınırları dışına çıkmış olanlar, geri dönmek isteseler de, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek;
- Yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice belirlenerek ailesine veya cemaatlerine iade olunacak.
Görüldüğü gibi, bu kararname geri dönüşü ayrıntılı bir şekilde düzenlemektedir.
Bu talimatnameler ve kararnameler de gösteriyor ki, Osmanlı’nın Ermenileri yok etme kastı hiçbir zaman olmamıştır. Ermenileri yok etmek isteyen bir devlet, yok etme kastı olsa sevk ve nakilleri için, yolda güvenlikleri için ve savaş hali bittikten sonra da geri dönüşleri için hukuki düzenlemeler yapar mı? Talimatnameyle, kararnameyle soykırım yapılır mı?
Bu nedenle, Ermenilerin sözde soykırım iddialarını Sözleşmenin ikinci maddesinde yer alan tanım kapsamında niteleyebilmek mümkün değildir.
1915 ve devamı yıllarında Ermenilerin yaşadığı olayların hukuken soykırım suçu oluşturmadığını kanıtlayan diğer bir husus da “Malta Mahkemesi” kararıdır. 1919 – 1920 yıllarında İngilizler tarafından Malta Adasına sürülmüş olan Türkler, aralarında Hariciye, Harbiye Nazırlığı, Meclis Başkanlığı, Valilik yapmış kimseler de vardı, Ermeni katliamı yapmış olmakla suçlandılar. Ancak, o tarihte bütün belgeler ve arşiv ellerinin altında olmasına rağmen suçlayıcı herhangi bir delil bulamayan İngilizler, Türkleri suçlamalarının mümkün olmadığını görmüşler ve serbest bırakmışlardır. Mavi Kitabın delil olarak kullanılamamış olması, kitabın propaganda amaçlı yazıldığının açık delilidir. Zaten İngilizler de Mavi Kitabı Türkler aleyhine delil olarak gösterememişlerdir.
Aslında Malta mahkemesinde verilen karar sadece sürgünlerin değil, Türk Ulusunun da aklanması anlamına gelmektedir.
Hiç kuşkusuz Türk insanı komşuları ile iyi ilişkiler içinde olmak istiyor. Ama önce komşularının da yanlış tutumlarını değiştirmeleri gerekir. Bilindiği gibi, Ermenistan, 1990 yılında yayınladığı Bağımsızlık Bildirgesinde “Ermeni soykırımının Türkiye tarafından tanınması” ile “Batı Ermenistan’ın” bağımsız Ermenistan Cumhuriyetinin asıl emelleri olduğunu belirtmiştir. Ermenistan daha bağımsızlığını ilan etme aşamasında bile Türkiye’ye yönelik saldırgan bir politika sergilemiştir. 1995 yılında kabul edilen Ermenistan Anayasasında da aynı emeller tekrarlanmıştır. Ermeni Anayasasının 13. maddesinde “Ermenistan arması üzerinde Ararat – Ağrı Dağı’na” yer verilmiştir. Bu durum değişmedikçe, Türkiye ile Ermenistan arasında sağlıklı bir ilişki nasıl kurulabilecektir?
Yine Bir Taşnak örgütü olan, ABD’deki Ermeni Devrimci Federasyonu, kendi yayın organı Armenian Weekly’nin 20 Mart 1985 tarihli sayısında Türk diplomatlarına karşı saldırıların amacının, sonuçta Türkiye’den toprak almak olduğu yazılmıştır. Yazıda: Ermeni ulusunun dağılmasından ve 1,5 milyon Ermeninin katledilmesinden sorumlu olanlar hak ettikleri şekilde cezalandırılana kadar durmayacağız. Taleplerimiz açıktır: soykırımın tanınması ve Ermeni topraklarının gerçek sahiplerine yani Ermeni halkına iade edilmesi..” diyerek tüm dünyayı etkilemeye çalışmaktadırlar (6). Her ne kadar AB Raporlarında, Katılım Ortaklığı Belgelerinde “Türkiye’den komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması gerektiğine” yer verilmekte ise de, iyi niyet ve iyi komşuluk ilişkileri sadece tek taraftan beklenmemelidir.
Türk ulusu, bazı ‘’sözde aydınlar’’ dışında sözde Ermeni soykırımı iddialarının gerçek dışı olduğunu bilmektedir. Günümüzde tarihimizi yeniden okumaya ihtiyacımız var, bu özellikle genç kuşaklar için çok önemli. Bu çalışmalara çok geç başlanmış olsa da, sözde soykırım konusunda bilgi sahibi olmamız, kararlı ve sürekli bir şekilde gerçekleri hem içte hem de dışta anlatmamız gerekiyor. Gelinen noktada bu konuda herkese, özellikle uluslararası bağlantısı olan sivil toplum örgütlerine, meslek kuruluşlarına da büyük görev ve sorumluluklar düşüyor.
Fransız Parlamentosu, dört yıl önce Türkiye’nin sert tepkisine rağmen 1915 olaylarını ‘Ermeni soykırımı’ olarak tanımıştı. Ancak, Fransız tarihçiler, parlamento kararlarının tarih biliminde araştırma yapmayı ve eğitimi zorlaştırdığını dile getirerek şu yasaların yürürlükten kaldırılmasını istemişlerdir: “Fransa’nın sömürgecilik tarihinin olumlu yönlerinin anlatılmasını öngören 23 Şubat 2005 tarihli yasa, ‘Ermeni soykırımı’nın tanınmasına ilişkin 29 Ocak 2001 tarihli yasa, köleliğe ilişkin 21 Mayıs 2001 tarihli kanun, antisemitik ve ırkçı eylemlerin cezalandırılmasına ilişkin 13 Temmuz 1990 tarihli yasa.” (7).
Fransa’daki Ermeni diasporasının baskısıyla çıkan tek maddelik yasada, ‘Fransa, açıkça 1915 Ermeni soykırımını tanır’ ifadesi bulunuyor. Türkiye’nin, “tarihî olaylar hakkında karar alma meclislerin işi değildir” itirazları dikkate alınmadı. Şimdi ABD’de de bu yolda adımlar atılmaya başlandı. 4 Mart 2010 günü “Soykırım tasarısı” olarak bilinen 1915 olaylarına ilişkin tasarı ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesince oylandı ve 22’e karşı 23 oyla kabul edildi. Bu gelişme siyasi açıdan kaygı vericidir.
Ancak, tarihi ve hukuki belgelerden anlaşılacağı üzere Türkiye’nin sözde soykırım konusunda hukuki açıdan çekineceği bir durum mevcut değildir. Bunu dile getirmekte geç kalınmış olsa da, artık kararlı bir devlet politikasıyla “sözde soykırım iddialarının” hukuken gerçek dışı olduğunu gösteren çalışmalar sürdürülmelidir.
Bilal Şimşir, Ermeni Meselesi, 2005, 2. Bası.
Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, 8. Bası, İstanbul 2006; Ovanes Kaçaznuni, Taşnak Partisinin Yapacağı Birşey Yok, (1923 Parti Konferansına Rapor), çev. Arif Acaloğlu, 5. Bası, İstanbul 2005.
Ermeniler- Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu, H. Özdemir, K. Çiçek, Ö. Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, 2004.
Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, 8. Bası, İstanbul 2006
Bilal Şimşir, Ermeni Meselesi, 2005, 2. Bası
Hürriyet Gazetesi, 13 Aralık 2005.
Nazan Moroğlu'na teşekkürlerimizle
(
Hukuki Açıdan Ermeni Soykırım İddiaları başlıklı yazı
M.Filizman tarafından
13.03.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.