Televizyondaki komedi programında yayınlanan hıyarlı baba esprisi beni güldürdüğü kadar düşündürdü ve bu yazıyı yazmamı sağladı. Yazıma hıyar başlığı koyunca bilgisayarım başlığın altını çizdi; hıyar sözcüğünü genellikle argo ve kaba bir söz kabul edip sövgü aracı olarak kullandığımız için herhalde... Bu yüzden hıyar yerine kibarca salatalık demeyi yeğleriz, yaptığımız salataların içine doğrarız.
Hıyar deyip geçme. Yemek yerine geçebilir, açlığımızı giderir. Cacık yapılır. Soyup ya da tazeyse soymadan tek başına da yenebilir. Çengelköy’ün hıyarı ünlüdür. Kızdığımız kişilere “Vay hıyar vay!” deriz. “Senden cacık bile olmaz!” diye iltifat ederiz. Barış Mano bir şarkısında, “Bugün kendimi hıyar gibi hissediyorum” demişti bir zamanlar...
Vatandaşı hıyar yerine koyanlar, soyup yemeye kalkanlar var. Kim mi onlar? Ben sen o, biz siz onlar! Soymayı zevk edinenler, saman altından su yürütenler...
Geçenlerde Muzaffer Cellek’in yazdığı “ÖRT Kİ ÖLEM” adlı kitabını okurken hıyarlı bir espri gözüme çarptı. Şair Rıza Polat Akkoyunlu, Karpiç’te içerken muzip arkadaşları garsonla soyulmamış, çamurlu bir hıyar yollamışlar masasına. Şair bir pusula ile şöyle seslenmiş bu hıyar dostlarına:
“Böyle şaka yapmazdın, eğer beni bilseydin
Hıyara ne lüzum var, kalkıp kendin gelseydin.”
Dümbüllü İsmail de sahneye hıyar atan bir seyirciye bakın ne demiş:
“Beyefendi, kartvizitinizi düşürdünüz!”
İster genç ister ihtiyar olun ama sakın hıyar olmayın!