14.06.13
Gezi parkı eylemcileri dağıtılıyor. Başbakan her şartı kabul etti. Ve eyleme son
vermelerini istedi. Âmâ yapmadılar. Hükümetin son çaresi kaldı; o da müdahale.
Bakalım sonuç ne olacak.?
Bu gün inşaattaydım. Elektrikçi son eksikleri tamamlıyor. Adamlar entipüften
eksikleri bahane ederek elektriği bağlamadılar. Yetkili elektrikçi yemekten
bahsetti.' Rüşvete girer' diye kabul etmedim. Sen misin kabul etmeyen, kablonun
renginden, bir prizin çocuk korumasından, kablo üstü sıvasından dem vurmuşlar.
Abim çevreyi kolaçan ediyor. Boyacı Numan abi onun evini badana yapıyor. Ben
Hüseyin abiyle tartışıyorum. Çok konuşmaması için uyarıyorum." Aklımız azalıyor" diyorum. "Çok konuşmak kalbi karartır. Sen zikir ehlisin bu zikir yetmiyorsa
zikri artırmalısın. Zikir yaptıkça kalp genişler kalp genişledikçe zikir
kifayetsiz kalır. Çare onu artırmaktır."
'Ah bir bitirse de, gitse' diyorum içimden . Meğer çok işi yokmuş. Su tesisatını tadilatını
yapmak için alet getirmiş. "Parça yok" diyorum. "Yapamayız". Bir parça gösteriyor." bu diyor su kesilince boruda kalanı tutar ve hava geçmesini engeller. Böylece
saat boşuna dönmez". "Olur" diyorum. "Yapabilirsen yap malzemen varsa vaktin varsa." Yapmıyor. Bir tek vana takıyor. Öbür projelerden vazgeçiyor.
Annem beni göndermiyor. Numan usta işini bitirmiş Bilal’i bekliyor. Anladım harçlığı
yok; 20 lira verdim. Gitti. Söyleyemiyor.
Facede iki öğrencimi ekledim. Ahmet Kemal’i keşfetmişler. Biri Alican, öbürü
Efsun. Efsun Bilecikli. "Uğrayacağım sana" diyorum," çayını içerim". "Buyur gelin
Hocam" diyor.
Dün akşam İstanbul’a gittik. Yer yer yağmur yağıyor. Bazı yerleri sel götürmüş diyorlar. Körfez’de 15 tane evin çatısı hortumla uçtu. İklim değişiyor. Doğaya müdahale olumlu sonuçlar doğurmuyor.
Eyüp’teyiz. Allah’ın dostu umreden geldi.
Küçük bir minibüsteyiz. Hava çok sıkıntılı. Gece 3.30 da döndük. Yolda biraz
gözlerimi dinlendirdim. Eyüp çok mutena bir semt. Burayı "Eyüp Sultan koruyor" dedim. İstanbul tam bir cennet. Köprüden geçerken gördüğümüz o muhteşem cami
siluetleri büyülüyor insanı.
Öğlende Ketence'deydik. Hüseyin Bey bizi ağırladı. Çok şirin bir Çerkez köyü.
Küçük şirin bir camisi var. Hüseyin Bey emekli öğretmen. 30 yıl önceki
dostumuz. İlim Yayma Cemiyeti yönetim kurulu üyesi. Ben yurt müdürüydüm.
Simitle kahvaltı yaptık. Çok nefisti. Seralarda üretim yapıyor. Nefis
salatalıklardan yedik soymadan. Domatesler olmamış. Abim kahvaltıya sıcak
bakmamıştı ama benden daha iştahlı yedi. Ayrıldık. Yolda Sefer Sarı bana
takılıyor.' İlla da bir tiyatro yazsaymışım, o oynarmış. Kendisinin yazma
kabiliyeti yokmuş'. 'Ben yazamam' demiyorum, 'vaktim yok' diyorum. 'Emekli olursam
yapabilirim belki' diyorum. Yıllar önce yine böyle bir talebi olmuştu. Bir
tiyatroya başlamıştım. Adı Derviş'ti. Birinci bölümü yazıp daktiloda temize
çekmiştim. Ama o Necip Fazıl’ın Mücahit isimli eserini sahneye koymaya
başlamıştı. Ben de oyunu yazmaktan vazgeçmiştim. O eserini oynadı ama ben
yazmayı sürdüremedim. Keşke sürdürseydim. Şimdi elimde mükemmel bir eser olurdu.
Acaba şu an denesem devam edebilir miyim aynı esere? Başarabilir miyim? İyi bir
sonuç alabilir miyim bilmiyorum.
Burası bir doğa harikası. Yemyeşil her taraf. Tam bir dünya cenneti. Oradan
İzmit’e döndük. Beton kent. Yer yer yeşillendirilmiş ama yeterli değil. Bence
birçok bina yıkılıp kentsel dönüşüm çerçevesinde büyük parklar ,yeşil alanlar
yaratılmalı. Okul bahçeleri yeşillendirilmeli, eskiyen okullar kent dışına
taşınmalı, yerleri yeşil alan yapılmalı. Kentler oksijen almalı.
Ahmet Kemal