O zaman peki, demişti Yusuf, Züleyha'ya. Sen görüş gücü bir bez parçası ile yok olan bir puttan utanıyorsun da, her yerde olanları ve olacakları gören, üstelik kalplerin içindeki niyetleri dahi bilen, kendisine gizli saklı olmayan benim Rabb'imden neden utanmıyorsun? Sen utanmıyorsun benim O'ndan utanmamı neden anlamıyorsun? Üstelik ben, Rabbimin gözlerini bağlayamam.» [1]
Divan edebiyatında birçok şâirin mesnevilerine de konu olan bu aşk öyküsü, Kur'an-ı Kerim'de "öykülerin en güzeli" diye isim bulmuştur. Yusuf sûresinde 98 âyet (4-101), Yusuf Peygamber'in ibretli hayat hikâyesinden söz eder.

Buna göre Yusuf Peygamber'in on bir erkek kardeşi vardır. Olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Hz.Yusuf babası tarafından çok sevilmektedir. Onu kıskanan kardeşleri gezinti için kıra götürürler ve kuyuya atarlar. Babalarına ise kanlı elbiselerini gösterip, onu kurdun yediğini söylerler. Yoldan geçen bir kervan, su çekerken Yusuf'u bulur ve Mısır'da Hazine Bakanı olan Azîz'e köle olarak satarlar.

Sarayda ihtimamla yetişen Hz.Yusuf 'a Azîz'in karısı Züleyha aşık olur ve onu yasak ilişkiye çağırır.Hz.Yusuf ona şöyle cevap verir: "Allah'a sığınırım. Efendim bana iyi baktı. Doğrusu zulüm yapanlar kurtuluşa eremez." Yüce Allah, o arada Hz.Yusuf'un da Züleyha'yı arzuladığını, ancak ihlâslı bir kul olması yüzünden Yusuf'un bu kötülük ve fuhuştan korunduğunu belirtir.

Eşinin haksız olduğunu tespit eden Azîz, olayın hiç bir şey olmamış gibi kapanmasını istemişse de, dedikodunun önü alınamamıştır. Bunun üzerine Züleyha dedikodu yapan hanımları yemeğe davet etmiş ve Yûsuf'u onların yanına çağırarak, şaşkınlık içinde meyve bıçakları ile ellerini kestiklerini görmüştür. Bununla, âşık olmakta haklı olduğunu göstermeye çalışan Züleyha, Yusuf'un kendisine ilgi göstermemesi üzerine onun hapse atılmasını istemiştir.

Güzel bir kadının cinsel isteklerine uymak yerine yıllarca hapiste kalmayı tercih eden Hz.Yusuf, bu konuda şöyle dua etti: "Rabbim, bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum." Rabbi onun duasını kabul etti ve onların düzenlerini ondan savdı.

Mısır hükümdarı bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Yorumcular bu rüyaya anlam veremediler. Bu arada zindanda bulunan Hz.Yusuf isabetli rüya yorumları ile ün yapmıştı. Kral onu yorum için saraya çağırdı. Ancak Yusuf, Züleyha konusunda iftiraya uğradığını, bu eski davanın görülerek sonuca bağlanmasını istedi. Böylece temize çıktıktan sonra rüyanın yorumunu yapabileceğini söyledi. Gerçekten sorguya çekilen Züleyha ve dedikoducu kadınlar doğruyu söylediler. Hz.Yusuf belge ve delillerle temize çıkınca rüyayı şöyle yorumladı:

Yedi yıl çok bolluk, ondan sonra da yedi yıl kıtlık yılları gelecek. Kral, tedbir olarak ne yapmak gerektiğini sorunca Hz.Yûsuf, ekonomik ve mali işlerin başına kendisi getirildiği takdirde bu kıtlık ve darlık yıllarına çare bulabileceğini söyledi.Bu göreve getirilen Hz.Yusuf, ilk bolluk yıllarında halkı tasarrufa teşvik etti, tüm fazla hububatı depolara yerleştirdi. Bu arada, halk ellerindeki altın, gümüş gibi değerli eşyasını da Hz.Yusuf 'un emanet depolarına teslim etmişti. Bunların eline emanet bıraktıkları şeylerin miktar ve niteliklerini belirten makbuzlar veriliyordu. İşte bu makbuzlar, J. Dobretberger gibi iktisatçıların belirttiği gibi M. Ö. 1600 yıllarında Ortadoğu'da elden ele kâğıt para gibi dolaşmaya başlar.

Rivayete göre Mısır Melik'i Hz. Yusuf'a taç giydirmiş, kılıç kuşatmış ve inci ile yakut işlemeli bir taht yaptırmıştır. Ancak Hz.Yusuf son ikisini kabul etmekle birlikte, taç giymeyi kendisinin ve atalarının giydiklerinden olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Ülke kısa sürede Hz.Yusuf 'un adaletli yönetimi ile onun nüfuz ve iktidar alanına girmiştir. Bu arada Hazine Bakanı Aziz vefat etmiş, eşi Rail, diğer adı ile Züleyha, Melik tarafından Yusuf'la evlendirilmiştir. Bir mucize olarak gençleşen Züleyha, kocası iktidarsız olduğu için kız olarak Yusuf'la gerdeğe girmiştir. Bunun üzerine Yusuf Züleyha'ya "Bu şekilde meşru olarak evlenmemiz senin haram olarak istediğinden daha iyi değil mi?" diyerek helal ile haram arasındaki farka dikkat çekmiştir. Züleyha'nın Yusuf'tan Efrâim ve Menşa adlarında iki oğlunun dünyaya geldiği nakledilir...[2]
Züleyha'nın Yusuf'a Mektup Yazması
Züleyha'nın Yusuf' a mektup yazmaya karar vermesi ama hitaptan öteye geçememesi!
«Yüz sürer dâmânına bir gün Züleyha-yı ümîd
Sen heman ey Yûsuf-ı mısr-ı melahat ağır ol» Laedrî
[Ey güzellik ülkesinin veya (Mısır'ın) sultanı!.. Eğer sen ağır(başlı) olursan, elbette bir gün ümit Zeliha'sı senin eteğine yüz sürecektir.]
Züleyha, kalbi acının anlamına dair sınırlarda dolaşmaya başlayınca Yusuf'a bir mektup yazmaya karar verdi. içindeki hallere tercüman olacak sözcükleri bulup da Yusuf'a göstermek istedi. Dedi, her vasfın karşılığı bir sözcük var nasılsa. Bende halimi arz edeyim sözcüklerle Yusuf'uma.
Papirüsten ezilmiş kağıdı, sivri kalemi aldı eline.

Yusuf diye yazdı, namenin en başına, sayfanın tam ortasına. İçinden binlerce Yusuf ses verdi.
Ey içimdeki yıldızlar mütercimi, ölü olmayan kuşlarım benim
Mısır'ın ruhuna mürekkebinin kokusunu uçuran Yusuf'um.
Nil sularına dökülmüş kandillerin aydınlığı
Gizli bahçelerden geçen yeşillerin ıslak çoğulluğu.
Konuşan ağacım bana, konuşan ırmağım benim.
Işıklı yağmurum.
Gözlerimle gören ey, gözleriyle gördüğüm.

Yusuf dedi Züleyha, namenin tam ortasına, sayfanın başına. İçinden bin Yusuf daha ses verdi.
En derin kuyusunda kaybolduğum ey,
Nil'in sesi geliyor, gelsin, sesim Nil'e gitmiyor gitmesin.
Sesi bana gelmeyen, sesim ona gitmeyen ey.

Züleyha sayfanın ortasından devam etti, Yusuf, dedi.

Ey kalbimle seven
Ey kalbiyle sevdiğim.
Muhabbeti kolay giyilir libas olmayan,
Vahayı terk edip çölün rahmetine düşen defterim,
Yitik tahtına gönlünce kurulan çöl misillemesi sevdiceğim,
Dağ lalesi
Çöl çiçeği
Ah benim yitik ezel gülü vasfınca sahiplendiğim, ah beni ezel gülü vasfınca sahiplenip de sahiplendiğini henüz bilmeyen sevgilim,

Ah benim! Ah benim!
Ey adı gelecek zamanların ve mekanların insanlarına adımla bile kalacak olan,
Ey adım adıyla bile yazılacak olan
Sularıma dökülen karanlık, yoklarımı örten aydınlık
Tezatlarım benim, benim tekrirlerim
Ama muhabbetinden asla rücu etmediğim
Gün geçtikçe çoğalan benzetmelerim,
Sözcüklerim, lügatim, lisan hacmimce vasıflandırdığım vasfım [3]
“Yusuf” yazdı Züleyha, sayfanın ortasına. Hâlâ hitaptaydı kalemi, bir satır ileri geçemedi. "Bir satır ileri geçsem hitaptan," dedi, "yanacağım". Ses verdi içinden bir ses: “Yan o zaman, yan o zaman!”

Züleyha, devam etti: “Ah benim Yusuf'um, ah benim, ah / senim,” dedi, başka bir şey diyemedi.

Züleyha, Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca “Yusuf” diye başladı, “Yusuf ” diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.Anladı ki aşkın namesinde ser-nâmeden öte kelam yok. Ve Züleyha'nın lügatinde, “Yusuf”tan öte sözcük yok.

“Yusuf,” dedi. “Kelamım artık sende hükümsüz. Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. Bil ki, kelamdan da ötede sadece âh var, âh ki dünya onun üzerinde durur, gök kubbe onun hararetiyle döner..” [4]
Dilenci ve Züleyha'ya dair
Züleyha'nın Gülümsemesi
Birgün Züleyha, arkalığına beyaz sümbül dalları işlenmiş tahtırevanıyla geçiyordu kütüphanelerin ve tapınakların kenti olan kentinin sokaklarından. Görkemli bir alayla geldiğini görenler saygı ve hayranlıkla kenara çekiliyor ve Mısır'ın parlak seheri Züleyha'ya yol açıyorlardı. Zengin ve güçlüydü, en fazla da güzeldi. Ve kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı.

«Gece gül bahçesinde ararken seni
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi…» (Ömer Hayyam)

Birden bir meczûb, ehil aslanları, atları ve arabaları aşarak Züleyha'nın tahtırevanının önüne dikiliverdi, yürüyüş durdu. Züleyha, tül cibinliği aralayarak bu duraklamanın nedenini anlamak istedi. Gözlerini kaldırarak Züleyha'nın yüzüne bakmaya başladı meczûb. Züleyha, dedi, sevindir beni. Züleyha, kölelerine meczubun sevindirilmesi için işaret etti. Köleler, mor renkli kadife bir keseyi uzattılar avucuna ama meczup oralı bile olmadı. Züleyha, dedi, sevindir beni, bana gülümse. Başka bir şey istemem. Züleyha, bu sesi hatırladı ve yüzüne dikkatlice bakınca, aşkını reddettiği silik bir yığın sima arasından bir zamanların ordu kumandanını tanıdı, Mısırın en güçlü komutanını. Usulca gülümsedi...

Gülüşün bir rüzgardı kuşların kanadına binip giden
Kuşların uçma merakına senin gülüşlerin neden…

Züleyha gülümsedi, açıldı bütün beyaz zambaklar, bütün bahçelere bahar geldi. Züleyha gülümsedi, mamur sarayların ve yıkık sarayların kentinde bütün dilenciler bir eşi daha bulunamayacak devletle donandılar. Başını önüne eğen meczûb, sessiz ve sakin, geldiği gibi çekiliverdi.

Gün biter gülüşün kalır bende
Anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
Yarım kalan bir şiir belki de...

O günden sonra Mısır'ın lisanına, sadaka vermek anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti: ZÜLEYHA'NIN GÜLÜMSEMESİ....
Dilencinin Züleyha'ya Gülümsemesi
Birgün Züleyha, ki o artık Yusuf'un özlemiyle bütün serveti ve bütün gücü de, gençliği ve güzelliği gibi kendisini terk etmiş bir kadındı, bir zamanlar görkemli alaylar eşliğinde ve bir ışık topu halinde geçtiği kentinin sokaklarından sessizce geçiyordu. Adımları hastalıklı ve ağırdı. Acımasız bir yaşlılık ve bir ahtapota benzeyen hastalık tarafından kuşatılmışsa da kalbinden daha fazla acıyan bir yeri yoktu. Züleyha hala AŞKTI.

Sessiz derin gecelerdeki gözlerin gibi parıldayan yıldızlar
Ve bu geceyi aydınlatan ay gibi yüzün
Ve geceye sıcaklığını veren kalbin
Her şey SEN, SEN, SEN....

Ateşe düşen yaş kütüğün önce boğula boğula, sonra alev alev, sonra köz yanması gibi Züleyha da yanıyordu. Ne bir çığlık, ne bir şikayet. Çıt yok!

Rüzgar eser ilden ile
Sağlıkta bitmez bu çile
“Var“dan öte “yok“ta bile
Ben hep seni düşünürüm…

Züleyha, dayanıyordu. Züleyha'nın içinde büyüyen HU yangını, bunu kendisi de bilmiyordu. Bir ah'tı Züleyha sadece. Kelam yoktu, eylem yoktu. Yürüyordu; ama yürüdüğü yolun mahiyetini henüz fark etmiyordu.

Yürek umutlara gebe olalıdan beri
Sevenler ayrılıklara yenik düşmedi hiç
Gönlümüz dar ağacındayken bile
Ölüme küsüp
Sadece aşkımızı sevmeyi sevdik biz…

Bütün istediği Züleyha'nın, kendisine Yusuf'tan haber getirecek birisiyle karsılaşmak, onun soluk alıp verdiği havayı içine çekmek, onun adımlarını ya da gözlerini iz düşürdükleri yerden toplamaktı. Züleyha, böyle var oluyordu. Yittiğini zannediyordu da zâhirini görenler; Züleyha, böyle büyüyordu.

Aşktan yana söz duyunca
Ben hep seni düşünürüm
Uçsuz hayaller boyunca
Ben hep seni düşünürüm….

O gün Züleyha, ki o artık ne zengin, ne de genç ve güzel bir kadındı; çok kez ölmüştü de gövdesinde bir kez bile ölümü duymamıştı kalbinde. Bacaklarındaki derman kesilince yavaş yavaş, olduğu yere çömeliverdi. Sırtını dayadı da bir duvara yumdu gözlerini. Gözlerinin önünden geçerken Yusuf'un dahil olduğu eski zaman düşleri, efendiyi köleye, köleyi efendiye dönüştüren hikayenin özeti.

Hani kardelen göğe aşık olur da
Başını karın altından çıkarır ya,
Zemheri yüreğim der ki;
Kardelen kadar cesaretin yoksa sakın aşık olma…

Züleyha bir sesle irkildi. Bir dilenciydi bu. Elinde asa, sırtında yırtık bir hırka vardı. Gözlerinde; düşenin dostu olan o yeganeden başkasına güvenmemenin emniyeti. Dedi: Züleyha, bir zamanlar ne kadar, hem ne kadar yardım ettiğin bu yoksulu sen elbet hatırlamazsın. Ölümün ürpertili uçurumunun kıyılarından tutup da geri çekiverdiğin onca muhtaç arasından bu silik soluk simayı elbette bulup çıkaramazsın. Ama sen şimdi ben olmuşsun. Belin bükülmüş, Mısır'ın aysız gecelerine benzeyen saçların beyazlamış, Nil'in pürüzsüz sathına benzeyen tenin buruşmuş. Yoksul düşmüşsün, aç ve yalnızsın. Keşke ben de senin yerinde olmuş olsam da ellerinden tutabilsem. Ama gel gör ki sana verebilecek hiçbir şeyim yok, kalbimin dışında…. Böyle diyerek dilenci Züleyha'ya gülümsedi. Gülümsemesinde dilencinin şefkat vardı.

Nasıl kapanır bu kanayan yara
Nasıl anlatılır ki sana bu hal
Terimde tuz gözyaşımda bal
Bağdaş kurar mısın soframa
Gözlerimde umut yüreğimde aşk
Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama….

Züleyha'nın kalbi Yusuf'u yitirdiğinden bu yana hiç olmadığı kadar genişledi. İlk kez Züleyha derin bir nefes alabildi. Ve bildi ki, durur gibi görünen hayat, devamlı değişmektedir ve padişahın gedaya (dilenciye) dönüşmesi zannedildiği kadar da zor değildir. Yeni bir deyim daha girdi Mısır'ın lisanına bu anlamda... DİLENCİNİN ZÜLEYHA'YA GÜLÜMSEMESİ....[5]
Züleyha'nın Yusufluğu...
«Aşk, Züleyha olacağını bile bile...
Yusuf'a vurulmaktır.
Yusuf olduğunu bile bile...
Kuyuya atılmaktır.
Kuyu olduğunu bile bile...
Yusuf'u saklamaktır.

Aşk; hem Züleyha hem Yusuf hem de kuyu...
Aşk; olduğunu olabilmektir belki de...» [6]
Kollukçular Yusuf'u alıp götürdükten ve hüzünlü gece Nil'in üzerinde bir ürperti gibi asılı kaldıktan sonra hiç uyumadan ertesi sabahı buldu Züleyha ama, hayatı her zamanki tadını da bulmadı İçten içe derin bir öfke önce, sonra nedeni belirsiz bir kendinden hoşnutsuzluk hali Her zaman doğruyu gösteren yürekte istikamet tayini Aşkını düşündü Züleyha, şimdiye kadar hiç düşünemediği hallerdeydi

Tapınaklarda genç rahiplerin buhur yakma görevini yerine getirmesinden bile erken saatte Züleyha ırmağa bakarak düşünmeye başladı İlk kez Nil'in güllerinden yapılmaz tacını başına, yasemenden bileziğini ayağına takmamıştı. Züleyha ilk kez gece kadar sade sabah kadar yalındı

Yusuf, dedi Züleyha, sen benim, evvel düşen şehrimsin, ahir düşen şehrimsin Ezel düşen şehrimsin, ebed düşen şehrimsin Yusuf, dedi Züleyha; kalbim sen, benimsin yalnız benimsin,kalbin ben,seninim yalnızca seninim Yusuf," dedi Züleyha, sen masumsun, sen de bilirsin, ben de bilirim Şu dört duvar, şu sıkı sıkı kapalı kapı,döşemenin üzerinde ezilen sarı gülün yaprakları tanık ki suçun yok senin

Fakat güzelsin Güzelliğin yoruyor beni,çünkü mümkünü var,suret kasrında bir suret değilsin

Suçlu değilsen de bana, beni suçlu kılacak kadar güzelsin Mümkünü olan bir güzelliğin sahibiysen Yusuf, ve bu güzellik yoruyorsa beni, sen dünyanın en masum mücrimisin Suçlu,suçunu her zaman bilerek işlemez Yusuf ve güzellik bazen suça dönüşür

Yaratılmışların en güzeli karşısında,ruhum kadar bedenim,kalbim kadar kalbimden çıkıp da bütün bedenimi deveran eden kanım ve damarlarım,ve bütün zerrelerim akıyorsa sana, ben de dünyanın en mücrim masumu değil miyim?

Çünkü, dedi Züleyha, güzelliğin bir derin kuyu senin Bir düşenin kurtuluşu kolay olmaz. Ne mutlu kalbine sen düşene,ve ne mutlu senin kalbine düşene

Tufandan kurtulmak için kendi derinliğine akan bir ırmak gibi; akmasam sana ölürdüm Yusuf, aktım, yine öldüm Kendi ölümümün şeklini seçmem özgürlüğümse susarak ölmeyi değil,söyleyerek ölmeyi seçtim Tortulanarak ve bulanarak değil,taşarak ve coşarak ölmeyi istedim Hükmümün Yusuf olduğu yerde ölümlü olduğumu bildim

Ve yine dirilecek olmamın emniyetiyle ölümlü oluşumu çok sevdim Yusuf,dedi Züleyha, bütün bir hayat, kınanma, horlanma, yitirme,her şey kalbimin üzerinden geçecek ve ben kalbimin altında kalacağım Bana dair ve bana rağmen var olan bir dünyada büyüklüğü,yitirdiklerinin çokluğuyla ölçülen bir Züleyha kalbi olacağım Senin zindan karanlığın benim özgür aydınlığıma denk düşecek, o kadar ki karanlık olacağım Sancıyla elimi attığım fundalıklar mavi çiçeklere dönüşmedi henüz, ama aslolan kalp olacak ve hayatı sonradan bulacağım

Yusuf, dedi Züleyha, aşk zorlu bir sınav,ben bu sınavı en baştan ve gönüllü mü kaybettim? Hayır işte! Yitirmiş görünsem de kazancımsın sen benim Ve şer gibi görünsem de göreceksin,yitirdiğin ne varsa benim sana açtığım kuyuda,hayrın olacağım sonunda Yusuf,dedi Züleyha, sana, gel kaderim ol, demem O kadar ki, güldeki sevda, çöldeki ateş, denizdeki su kadar kadersin bana

Bak alnına, iki kaşının ortasına Orada benim mührüm var Alnımın yazısı olduğun kadar, alnına da yazıyım

Değil mi ki sen Yusuf güzelisin, gömleğin çoktan yırtık senin Ve değil mi ki ben tecelli etmesem eksik kalır sana dair kader "Senin kaderin benim tecellim", kaderimde zindan varsa, Yusufluğum su götürmez benim.[7]


MEHMET ÖZMEN (26.04.2010)
___________________________

KAYNAKLAR:

* [1] Nazan Bekiroğlu, "Yusuf ile Züleyha"
* [2] www.forumdas.net/hikayeler/yusuf-ile-zuleyha-18612/
* [3] www.ozcanbortepe.com/yusuf-ile-zuleyha-kalbin-ustune-titreyen-huzun-nazan- bekiroglu.htm
* [4] www.ahududu.net/zuleyha'nin-Yusuf'a-mektup-yazmasi/#more-302
* [5] Nazan Bekiroğlu, "Dilenci ve Züleyha'ya Dair", * www.antoloji.com/siir/siir/siir_print_version.asp?siir_id=1249730&sair=29996
* [6] dilgusa.blogcu.com/peki-demisti-yusuf-zuleyha-ya_16319151.html
* [7] izmirturks.com/dini-hikayeler-ve-resimler/zuleyhanin-yusuflugu-50975/
( Yusuf İle Züleyha başlıklı yazı Mehmet ÖZMEN tarafından 8.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu