Ermeni Meselesi Ve Gerçekler
1- Sözde Soykırım Günü
24 Nisan 1915 tarihi, Anadolu'nun hemen her köşesinde başlayan ve İstanbul'da o günün Devlet Başkanı'na yönelik suikasta kadar uzanan Ermeni terör ve tedhişine karşı Osmanlı Devleti'nin tutuklamaları başlattığı tarihtir. Asılsız soykırım iddiaları kadar, 24 Nisanın sözde soykırımın başlangıcı olarak ilan edilmesi de tarihi gerçeklerden uzaktır. 24 Nisan 1915 (11 Nisan 1331) tarihinde Ermeni Komite Merkezleri'nin kapatılmasını, evraklarına el konulmasını ve elebaşılarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilikle 10 mutasarrıflığa gönderilen genelge (emirname) ile devlet olayları önlemeye çalışmıştır. Bu genelge sonrasında İstanbul'da kamu düzenini bozdukları için 2.345 kişi tutuklanmıştır. Eğer yapılan icraat bir soykırım olsa idi, o tarihte İstanbul'da yaşayan 82.880 Ermeni'nin % 3'ü karşılığı olan 2345 kişi değil, daha fazla sayıda Ermeni'nin tutuklaması yapılabilirdi. Bu tarihin Ermeniler tarafından sürekli istismar edilmesinin asıl sebebi, daha sonra yaşanan Ermeni olaylarında elebaşılık yapacak etkin kadronun tutuklanmış olmasıdır. Bu tutuklama ile belki de, Türklere yönelik olarak tarihin kaydedeceği en büyük katliamlarından birisi engellenmiştir. Aslında Ermenilerin sindiremediği durum budur.
2- Sevk ve İskan, Soykırım Anlamına Gelir mi?
Tehcir uygulamasından önce Ermeni Komite merkezlerinin kapatılması, ele başları ile ve bazı teröristlerin tutuklanmasına rağmen, olaylar yatışmamış tam aksine gittikçe artmıştır. Olaylar büyük şehirlerden küçük yerleşim birimlerine kaymış ve önlenemez hale gelmiştir. Taşrada emniyet ve asayişten sorumlu birim amirlerinin merkeze gönderdikleri mesajlarda, sürekli olarak yer değiştirmenin teklif edildiği görülmektedir. Yapılan bu tekliflerle de “yer değiştirilerek fesat yuvalarının dağıtılmasını” önermiştir.
Sevk ve İskan anlamındaki tehcir, meskun bir grubun bir başka yere nakledilmesi ve yeniden iskan edilmesi anlamındadır. Osmanlı Devleti'nce yapılan uygulamada, Ermeni vatandaşları, gemilere, trenlere bindirilerek sınır dışı edilmemiş, gaz odalarında ya da krimatoryumlarda yok edilmemişlerdir. Yapılan uygulama sürekli toprak kaybeden İmparatorluğun dağılmasını önlemek üzere, Osmanlı Devleti yöneticilerince zorunlu görülmüş bir tedbirdir. Buna rağmen Devlet Yöneticilerinin büyük bir soğukkanlılıkla hareket ettikleri görülmektedir. Göç ettirilenlerin sevklerinde uyulacak esaslar, kararnamelerle düzenlenmiştir. Bu kararnamelerde göç edenlerin hakları ve bunlara verilmesi gereken her türlü hizmet detayları ile birlikte belirtilmiştir. Bunlardan biri de, "Harp ve Olağanüstü Siyasi Durum Sebebiyle Başka Yerlere Gönderilmeleri Yapılan Ermenilere ait Mülk ve Arazinin İdare Şekli Hakkında Yönetmelik"tir. Yönetmeliğin 3. ve 5. maddeleri ise, hükümetin savaş koşullarında bile Terkedilmiş Mallar Komisyonu kuracak kadar konuya önem verdiğini göstermektedir: "...Madde.3: Koruma altına alınan eşyanın cinsi, miktarı, değerleri, sahiplerinin isimleri uzun, uzun belirtilerek deftere yazıldıktan sonra kilise, okul, ev gibi depoya elverişli olabilecek yerlere gönderilecek, sahipleri ayırt edilebilecek şekilde ayrı, ayrı konularak korunmasına özen gösterilecek ve eşyanın özelliği, miktarı ile sahibinin ismi, alındığı yer ve korunduğu yeri bildirir bir tutanak düzenlenerek, aslı yerel hükümete ve onaylı bir sureti terkedilmiş Mallar Komisyonu'na verilecektir....
Madde 5: Mevcut taşınabilir mallar arasında durmakla bozulabilecek olan eşya ile hayvanlar komisyonun uygun bulacağı bir kurul tarafından ileride açık olarak satılarak, karşılığı, sahibi biliniyorsa onun adına, sahibi bilinmiyorsa, eşyanın bulunduğu köy veya ilçe adına emanete alınması için mal sandıklarına teslim edilecektir. Satılan eşyanın cinsi. miktarı, kıymeti ve kime ait olduğu, alıcısı ve karşılığı (bedeli) etraflıca bu özel deflere işlenerek altı: artırma suretiyle satan kurul tarafından onaylanacak ve açıklayıcı bir tutanak düzenlenerek, aslı yerel hükümete ve onaylı sureti bırakılmış mallar idare komisyonuna verilecektir." Aynı yönetmeliğin 6. maddesi ise Fatih Sultan Mehmet'le başlayan dinler arası hoşgörünün, en zor şartlar altında bile sürdürülmeye çalışıldığına verilecek en çarpıcı örnektir: "...Kiliselerde bulunan eşya ve resimlerle kutsal kitaplar iyice belirtilerek deftere yazılacak ve tutanağa bağlanarak yerlerinde saklanmalarına özen gösterilecektir..."
Tüm bu tedbirlere rağmen sevk ve iskanla ilgili mevzuata uymadıkları gerekçesiyle; Sivas vilayetinden 648 kişi. Ma-müratül Aziz vilayetinden 233 kişi. Diyarbakır vilayetinden 70. Bitlis vilayetinden 20, Eskişehir mutasarrıflığından 8, İzmit mutasarrıflığından 33, Ankara vilayetinden 32, Kayseri mutasarrıflığından 69, Suriye vilayetinden 27, Hüdavendigar (Bursa) vilayetinden 12, Konya vilayetinden 12, Urfa mutasarrıflığından 189, Canik Mutasarrıflığından 14 kişi olmak üzere toplam 1397 kişi çeşitli cezalara çarpıtılmıştır. Bunlardan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ile eski Bayburt Kaymakamı ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, Nemrut Mustafa Başkanlığı'ndaki Divanı Harb'da yargılanmış ve mahkemeler sonucunda idam edilmişlerdir. Geçmiş tarih sayfalarına bakıldığında; savaş bölgesinde oturan ve birliklerin hareketini engelleyen, karşı tarafa istihbarat sağlayan, yardım ve yataklık yapan ya da düşman ile birlikte onun safında hareket eden halkların ve grupların cephe gerisine gönderildiği görülebilir. Sevk ve iskanın bir amacı da sivil halkın savaştan zarar görmesini önlemektir.
Daha sonraki yıllarda bu tür zorunlu göç uygulamalarına bazı devletlerin de başvurduğunu görüyoruz.
Fransa'da Radikal Sosyalist Fransız hükümeti tarafından, Almanca konuşan ve Fransa-Almanya sınır bölgesinde yaşayan Alsazların 1939-40 kışında, Majino hattının doğusundan alınarak Fransa'nın güneybatısına, özellikle de Dordogne'ye nakledildiği bilinmektedir. Aynı şekilde, Amerikan yönetimi de, Pearl Harbour baskınından sonra, Japon asıllı vatandaşlarını Pasifik bölgesinden Misisipi vadisine göç ettirmiş ve savaş sonuna kadar toplama kamplarında barındırmıştır. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür.
Buradan anlaşılacağı üzere Devletler zorunlu hallerde, halkının bir kısmını göçe tabi tutmak mecburiyetinde kalabilir.
Diğer bir belge ise, ABD'nin Kaliforniya Eyaletinde yaşayan Albert J.Amateu' nun 1989 yılında noter aracılığıyla verdiği yeminli beyandır. Amateu bu beyanında sözde Ermeni soykırım iddialarının asılsız olduğunu açıklamaktadır. 20 Nisan 1989 tarihinde, 100 yaşında bir insanın vicdan muhasebesinin ürünü olan beyan, sözde Ermeni soykırımı iddialarında bulunanlara verilebilecek en güzel cevaptır.
Bu göç esnasında yaklaşık 200 bin Ermeni'nin kayıp olduğu, yukarıda detaylarıyla açıklanmıştır.
Ancak, konuya Osmanlı Devleti'nin 1915 1918 yıllarını kapsayan dönemde cephelerde ve cephe gerisindeki kayıpları açısından bakarsak; 400 bin yaralı, 240 bin hastalık nedeniyle ölen, 35 bin yaralanan ancak yeterli bakım sağlanamadığından ölen, 50 bin savaş alanında şehit ve 1.560.000 hasta, firar, esir ve kaybının olduğu görülmektedir.
Bu rakamlar esas alındığında savaş şartlarının ağırlığı, ekonomik ve teknik imkansızlıklar tıbbi malzeme eksikliği gibi zor şartlar ile salgın hastalıklar nedeniyle 275 bin insanın hastalık ve bakımsızlıktan öldüğü görülmektedir.
Osmanlı Devleti bu şartlar ve ciddi imkansızlıklar içinde iken özellikle göç yollarında kafilelere saldıran Ermeni çeteleri ile eşkıyalar da iç güvenliği tehdit etmektedir.
Buradan şu sonuca varmak mümkündür: Osmanlı Devleti'nin planlı, sistemli bir soykırım düşüncesi ve uygulaması içinde olduğunu söylemek bir iftiradan öteye geçemez. Ermeni komitalarınca iddia edilen soykırım asla olmamıştır.
Ancak savaş şartlarındaki imkansızlıklar, teknik ve tıbbi yetersizlikler ile kafileleri koruyan askere saldırarak firar edilmesini sağlamayı hedefleyen Ermeni çeteleri ile soygun ve yağma amaçlı eşkıyanın eylemlerinde hayatlarını kaybeden, düşman saflarına katılan, kendiliğinden yurtdışına çıkan, göç uygulaması dışında tutulan illere kaçan veya göç güzergahındaki mahallin halkı tarafından saklanan Ermenilerde vardır.
3- Sevk ve İskan Amaçlı Yapılan Harcamalar
Dağılma sürecinde Osmanlı ülkesi sürekli olarak göç almıştır. Özellikle 1900'lü yıllarda, Balkanlar ve Kafkaslardaki gelişmeler nedeniyle bu bölgelerden Anadolu'ya yoğun göçler gözlenmiştir.
Sevk ve İskan Kanunu ile yerleri değiştirilen Müslüman, Rum ve Ermeniler ile Anadolu'ya yönelen göç hareketlerine ilişkin ihtiyaçları karşılamak amacıyla, Muhacir'in Müdüriyeti Umumiye (Göçmenler Genel İdaresi) kurulmuş, bu idare tarafından göçmenlerin, iskan, iaşe ve diğer sorunları çözülmeye çalışılmıştır.
Sevk ve İskana tabi göçmenlerin sevk, iskan, iaşe ve ibatelerinin temini için;
- 1915 yılında 25 milyon,
- 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı anlaşılmaktadır.
Göç esnasında teşekkül ettirilen kafilelere vasıta veya binek hayvan temin edilmiş, kadın, yaşlı ve çocuklarla, hastalara özel ihtimam göstermiştir. Dönemin İçişleri Bakanlığı'nca yayınlanan konuyla ilgili yönetmeliğin 2 ve 3ncü maddeleri bu ihtimamın derecesini gözler önüne sermektedir: "... Madde 2: Nakledilen Ermeniler kâffe-i menkûlat (taşınabilecek bütün mallarını) ve hayvanâtını (hayvanlarını) birlikte götürebilirler... Madde 3: Mahall-i iskâniyelerine (yerleşecekleri yerlere sevk edilen Ermenilerin esnâ-yı râhda (yolculuk sırasında) muhâfaza-i can (canlarının korunması) ve mallarıyla temin-i iâşe (yiyecek temini ve istirahatları, güzergâhlarında (geçtikleri yerde) bulunan memurîn-i idareye (yönetim makamlarına) aittir. Bu hususta vâki olacak terahi ve tekâsülden (gevşeklik ve ilgisizlikten) ala-meratibihim kaffe-i memurîn mesuldür (sırasıyla bütün memurlar sorumludur)..."
Deniz yoluyla göç edenlerin o dönemde salgın bulunan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için kinin dağıtılmış, hastalar için sivil hastaneler yanında askeri hastanelerden de yararlanma imkanı getirilmiştir.
Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için eğitim imkanı sağlanmıştır.
4- Talat Paşa' ya Atfedilen Telgraflar ve Gerçekler
Aram ANDONİAN adlı bir Ermeni, 1920 yılında Londrâ da "Naim Bey' in anıları. Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap daha sonra Paris'te "Ermeni Katliamına İlişkin Resmi Belgeleri" ve Boston'da "Büyük Suç, Son Ermeni Katliamı ve Talat Paşa, İmzalı Orijinalleriyle Resmi Telgraflar" adı ile yayınlanmıştır.
Bu kitapta yer alan ve Talat Paşa' ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Şinasi OREL ve Süreyya YUCA tarafından bu belgeler üzerinde yapılan inceleme sonucunda belgelerin alındığı söylenen Naim Bey isimli bir şahsın Halep İskan Dairesinde hiçbir zaman çalışmadığı, belgelerin otantik ve kullanılan kağıtların Osmanlı Devletinin yazışmalarda kullandığı kağıt türünde olmadıkları, orijinal nüshalarının Başbakanlık Arşivindeki İçişleri Bakanlığı belgeleri arasında bulunmadığı, sahte belgelerde yer alan kayıt numaralarında çıkış adresi olarak gösterilen daire kayıtlarında bu evraklara rastlanmadığı, hicri ve miladi tarihlerde hata yapıldığı, imzaların gerçekleriyle uyuşmadığı, Osmanlıca yazım kurallarında rastlanılmayacak hatalara yer verildiği gibi çok sayıda somut delillere rastlanılmıştır.(1)
Ayrıca, kitapta kullanılan belgelerin orijinallerinin Manchester'deki Ermeni Bürosunda olduğu söylenmesine rağmen, bugüne kadar dünya kamuoyunun bilgisinden ve incelemesinden ısrarla kaçırılması ve doğruluğunun Osmanlı Dönemindeki Halep Ermeni Birliğinin raporuna dayandırılması gibi durumlar Ermenilerin sözde soykırım maksatlı iddialarının ne ölçüde gerçek dışı, başka deyişle sahte olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
5- Ermeni İddialarına Karşı Yabancılar Tarafından Yapılan İncelemeler ve Varılan Sonuçlar
Birinci Dünya Savaşının hemen sonrasında, itilaf devletleri ordularının İstanbul ve diğer bölgeleri işgal etmelerini müteakip, birkaç yüz Osmanlı siyasi ve askeri lideri ile aydını savaş suçlusu oldukları iddiası ile İngilizler tarafından Malta Adası'na gönderilerek hapsedilmişlerdir. İstanbul'daki Hükümet, hem saltanatın ve kendi varlığının muhafazası, hem de son on yıl içinde imparatorluğu yöneten ve hükümete hakim olan İttihat ve Terakki Partisi'nin ortadan kaldırılması amacıyla, İtilaf devletleri ile her konuda işbirliğine girme konusunda istekli davranmıştır. Sonuç olarak, gerek İttihat ve Terakki rejimi gerek İstanbul'da ve Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarına bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Bununla birlikte, ne zamanın İstanbul Hükümeti, ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delil mahkemeye sunulmamıştır. İngiliz Hükümeti çaresizlik içinde kendi arşivlerinde ve ABD Hükümetinin Washington'daki arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır.
ABD arşiv raporlarında Washington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C Craıgıe, Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çektiği mesajda şöyle diyordu: "Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vakit mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir." Sonuç olarak, 29 Temmuz 1921'de. Kral Londrâ'daki Hukuk Danışmanları; Dışişleri listesindeki kişilere karşı yöneltilen suçlamaların yarı siyasi bir maliyet taşıdığına ve bu nedenle haklarında, harp sırasında İngiliz savaş esirlerine zulüm yapıldığı iddiasıyla İngiliz Hukuk Danışmanları'nın önerisi üzerine savaş suçlusu olarak tutuklanan Türklerden ayrı işlem yapılması gerektiğine karar vermişlerdir. Ayrıca, "Şimdiye kadar hiçbir şahitten, tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğru olduğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir. Esasen, herhangi bir şahit bulunup bulunamayacağı da belli değildir, zira Ermenistan gibi uzak ve ulaşılması zor bir ülkede ve özellikle bu kadar uzun bir zaman geçtikten sonra şahit bulunması ne ölçüde zor olduğunu belirtmek dahi gereksizdir" ifadeleri de Kralın Londrâ'daki Hukuk Danışmanlarına aittir. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapıldı 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Bu zaman zarfında İngiliz basınında Osmanlı Hükümetin sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara yazılan uydurma belgeler olduğu anlaşılmıştır.
6- Osmanlı Devletinin İddialar Karşısındaki Tutumu
Önceki bölümlerde soykırım iddialarıyla yapılan gösteriler ve eylemlerin, sözde soykırımın 50. yılı nedeniyle 1965 yılında başlatıldığını belirtmiştik. Osmanlı Devleti Ermeniler gibi 50 yıl beklememiş ve 26 Mart 1919 tarihinde, II. Dünya Savaşında taraf olmamış olan İspanya İsviçre, Danimarka, İsveç ve Norveç'e gönderdiği notalarla bu ülkelerden, ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir. Belgeleri son bölümde verilen bu girişim, İngilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmış ve bu komisyonun kurulması, dolayısıyla konu soruşturması engellenmiştir.
Bu konu, Osmanlı Devleti'nin icra etmiş olduğu işlemlerde uluslararası hukuk çerçevesinde yanlış bir şeyin bulunmadığını gösteren, kendisine olan ön güvenin önemli bir göstergesidir.
Adeta, gerçek faillerin ve tasvirlerin ortaya çıkarılması islenmemiştir. Eğer bu komisyon kurulsa idi, bugün Türk milletine yöneltilen asılsız ithamlar gerçek muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bu asılsız iddialar da o gün tarihin derinliklerine gömülebilecekti.
Osmanlı Devleti'nin girişimleri bununla da bitmemiş ve Osmanlı Hükümeti 7 Mart 1920 tarihli telgrafı ile İtilaf Devletleri ve Amiral Bristol'dan konunun araştırılmasını, gerçeklerin tespit edilerek dünya ve Türk Kamuoyunun aydınlatılmasını talep etmiştir. Bu başvuruda; "...uydurma Ermeni katli meselesinin uluslararası bir komisyon oluşturularak yerinde süratle tetkik edilmeli ve kasıt ve ihtiras ürünü propagandaların aydınlatılarak Türk milletinin kötü ve adi töhmetten aklanması için..." yardım istenmiştir. aynı tarihlerde, tüm gazetelerde de açık duyuru şeklinde yayımlanmıştır. Ayrıca ikinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Ahmet Refik başkanlığında bir grup yabancı gazeteci mahallinde inceleme yapılmak üzere Doğu Anadolu'ya gönderilmiştir.(2) Hukuk ve insanlık dışı bir suçu işleyen bir Devletin, böyle girişimlerde bulunması düşünülebilir mi? Bu ve Burada bahsedilen onlarca örnek ele alındığında Türk Milleti'ne ve tarihine karşı yapılan haksızlığın ne kadar ileri götürüldüğü ve insanlık adına utanç duyulacak bir hal aldığı görülebilmektedir.
7- Osmanlı Arşivleri ve Tehcirle İlgili Belgeler
Arşivlerde Tehcirle ilgili her konuda orijinal belgelere ulaşma şansı vardır. Bu belgelerin Bulunduğu Osmanlı Arşivleri günümüzde Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak 1925 yılından itibaren tüm araştırmacıların incelemesine açıktır. Bu tarihten günümüze kadar: ABD'den 605, Japonya'dan 203, Almanya'dan 168, Fransa'dan 150, Suudi Arabistan'dan 98, İran'dan 84, İngiltere'den 74, İsrail'den 70, Libya'dan 63, Macaristan'dan 58, Arjantin'den 52, Bulgaristan'dan 47, Mısır'dan 47, Hollanda'dan 39, Romanya'dan 36, Cezayir'den 35, Tunus'tan 35 ve Kanada'dan 28 olmak üzere toplam 3.817 bilim adamlarınca Osmanlı Arşivleri'ni incelemiştir. Ayrıca 180'i Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan toplanı 190 kişi de, özellikle Ermeniler konusunda bu arşivlere girmiş ve çalışma yapmışlardır.
Binlerce yabancının bizzat belgeye ulaşarak yaptıkları çalışma yanında, Bu belgeler Türkçe ve İngilizce olarak da yayınlanmış ve araştırmacıların kullanımına sunulmuştur. Bunların yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki belgeler ATASE Başkanlığı'nca. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi adı altında orijinal ve günümüz Türkçe’siyle yayınlanmakta ve satışa sunulmaktadır. Bu konuda hazırlanan bir başka yayın ise, Başbakanlık Yıldız Arşivinden yararlanılarak Osmanlıca ve günümüz Türkçe’si ile İngilizce dillerinde sunulan 3 ciltlik yayındır. Tüm bazı gerçeklere rağmen, ya bilgisizliklerinden ya da kasıtlı olarak yerli ve yabancı bazı kişi ve kurumların Türkiye Cumhuriyeti'ni, arşivleri incelemeye açmaktan kaçtığı şeklinde suçladığı görülmektedir. Bu konuda verilecek cevabı okuyucuya bırakıyorum.
8- Soykırım İddialarına Karşı Bilim Adamlarının Tavrı ve Konunun Bilimsel Alanda Tartışma Durumu
Tarihi ve tarihte meydana gelen olayları, tarih biliminin ölçüleri ve ilkeleri doğrultusunda algılayan, kalemini kiraya, beynini sağlayacağı menfaatlere endekslenmemiş bilim adamları; "Soykırım" iddialarını bazı konuyu destek edip, siyasi ve mali kazanca dönüştüren bir grubun hezeyanı olarak görmektedirler.
Bu değerlendirmeyi yapan bilim adamları 1925 yılından bugüne kadar bu konudaki bilgi ve belgelerin orijinallerine ulaşmış, canlı şahitleri dinlemiş, olay yerlerinde bizzat gözlemde bulunmuş kişilerdir. Bunlar, 1925 yılından bu yana Osmanlı Arşivlerinin yabancı araştırmacılara açık olduğunu bilen ve belgelere bizzat ulaşan bilim adamlarıdır. Dolayısıyla kanaatleri hakkındaki yorumu veya karşı görüşü. Ancak onlar kadar konuyu derinlemesine bilenler yapabilecektir.
Batı Avrupa Devletleriyle, Rusya destekli Ermeni iddiaları ve Ermenilerin ileri sürdükleri belgelerin doğuluk durumunu tartışmak üzere Türkiye Devleti tarafından değişik zamanlarda çağrılar yapılmıştır. Bu çağrılar doğrudan Ermeni bilim adamlarına yapıldığı gibi. Ermeniler adına onların propagandistliğini yapan şahıslara da yapılmıştır. Ancak Bunların önemli bir bölümünün bu toplantılara katılmaktan imtina ettikleri ve gerekçe göstermeden toplantıya katılmadıkları bilinmektedir. Bunun son örneği 1990 yılında XI. Türk Tarih Kongresinde yaşanmıştır. XI. Türk Tarih Kongresinde ilk defa olarak bir Ermeni Senksiyonu programlanmış ve bu Senksiyon'daki tartışmalara "Ermeni Davası Savunucusu" yabancı tarihçiler de davet edildiği halde, her biri çeşitli mazeretler ileri sürerek, bu bilimsel tartışmalara katılmaktan kaçınmışlardır.
9- 1948 Tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi Açısından Ermeni Meselesine Bir Bakış
Soykırım kavramı: 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle; Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin Fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur.
Konuyu soykırım sözleşmesi açısından yorumladığımızda, tarihteki bazı olaylara değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için o milletin tarihinde bu suça yatkınlık gerekir. Bir fert için suça eğilimlilik nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz. Kısa bir tarih gezintisi yaparak, Osmanlının yayıldığı coğrafyayı hatırladığınızda Osmanlının; Avrupâ da Viyana önlerine kadar; Afrikâ da, Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika’yı; Ortadoğu'nun tamamını ve Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tuttuğu görünür. Bu süre asgari 200-400 yıl arasıdır. Bu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir? Anadolu'da şer’i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi Süryanilik, tavus kuşuna ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda şer hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta kardeşlerden biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesine Patrik tayini edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrika’yı, Güney Amerika'yı görürüz.
Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Belki de bu tarihinde uzun süre farklı kültürlerle bir arada yaşamanın kazandırdığı bir özelliktir.
Türk devlet geleneğinde adalet vardır, kültürlerin yaşatılması vardır ancak, katliam ya da soykırım yoktur. Bu konuyu. Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça ortaya koyulmaktadır. Bu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını görürüz Yine Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan. 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu. İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları. 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski. 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel, hatta Troçki ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar? Tabii ki Osmanlı ülkesine. 1915 yılında "Sözde Ermeni Soykırımı"nın yapıldığını iddia edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde Ermeni soykırımından 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir acaba?
Bugünkü insan hakları normlarını ihtiva eden 1478 tarihli Fermanı ile ülkesi insana sahip oldukları tüm değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere nakletme imkanı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonları hatırlayalım. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına XXI. yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır. Bugün bizi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamıştır. Balkan halkları ile, Batılı kimyasal silah üreticilerinden temin ettiği hardal gazı ile soykırıma kalkışan Saddam'ın elinden kaçan Irak halkı, yine Türkiye'ye sığınmıştır. Türk insanı sınırlı imkanlarına rağmen, ekmeğini paylaşmış, mazlum halklara tarihin her döneminde kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer milletlere -Devletlere örnek olacak temiz sicili budur.
Prof. Justin McCarthy de ABD Temsilciler Meclisinde yaptığı Savunma Bilgilendirme konuşmasında, I. Dünya Savaşı'nda Türklerin de büyük acılar yaşadığını ancak bu acıları yüreğinde saklamayı tercih ettiğini şu sözlerle ifade etmiştir: "...Savaşlarda her şeylerini kaybedenlerin akıllarında intikam duygusu yer etmiştir. Yeni Türkiye Cumhuriyetini bu duyguların yönetmesi halinde daha çok fazla ölüm olayı yaşanacaktı. Mustafa Kemal Atatürk hükümeti bu nedenle geçmişteki kayıpları görmezden gelen ve eski düşmanlarla barış imzalayan bir politika ortaya koymuştur. Türk hükümeti, Ermenilere ve diğerlerine karşı Türk davasında baskı yapılmasının eski nefretleri canlandıracağını ve savaşa davetiye çıkaracağını hissetmiştir. Bu yüzden Türkler dertleri ile ilgili hiçbir şey söylememişlerdir. Bu, o dönem için alınabilecek en doğru karardı. Hiç kimsenin Türkler adına konuşmaması ise bu noktadaki olumsuz sonucu oluşturmuştur... Yapmadıklarına inandıkları bir şeyden dolayı haksız yere eleştirilen Türklerin ne düşünmesi gerekiyor..."
Justin Mc Carthy'nin konuşması karşısında, siyasi nedenlere dayalı tavırlarını değiştirmeyen A.B.D'li Temsilciler Meclisi üyelerini ve ileride aynı şekilde hareket etmesi muhtemel diğer kişileri tarih hiçbir zaman affetmeyecektir. İnsanlık, elbet bir gün sağduyulu tarih yazarlarının gün ışığına çıkarıp sergileyeceği gerçeklerle aydınlanacaktır. Aksi takdirde Atatürk'ün dediği gibi "Değişmeyen Hakikatler, İnsanlığı Şaşırtacak Bir Mahiyet Kazanacaktır".
MEHMET ÖZMEN ( 15.05.2010 )
KAYNAKÇA:
____________________________________
* Doç.Dr.Orhan Çekiç : Rus Arşivlerinde Ermeniler
* Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu: Ermeni Meselesinin Tarihsel Gelişimi
*(1) Şinasi Orel-Süreyya Yuca, Ermenilerce Talat Paşaya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, T.T.K. Yay., Ankara, 1983
*(2) Daha Geniş Bilgi İçin b.k.z., Ahmet Refik, Kafkas Yollarında, Ankara. 1992
(
Ermeni Meselesi Ve Gerçekler başlıklı yazı
Mehmet ÖZMEN tarafından
15.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.