Kilit taşı, bir yapının en göz alıcı yerinde bulunan ve varlığıyla
yanındaki taşları kenetleyip koca bir güzelliği taşıyan bir taş olarak bilinir.
O olmazsa görkemli kubbeler, süslü kemerler ve ulu mabetler de olmaz.
Kilit taşı, yapıya en son yerleştirilen parça ve son dokunuştur. Zaman
geçse de eskimeyen, durması gereken yerde sapasağlam duran. Tıpkı Tarihin en önemli yerlerinde ortaya çıkan nadide insanlar gibi.
Bu insanların her biri toplumların hayat-ı
abidelerinde kilit taşı vazifesini görmüşler, esasen milletlerin tarihçe-i
hayatlarının tam merkezinde durmuşlardır. Bir taraftan devasa yapıları ayakta
tutar gibi bir medeniyet tesis ederek
milletine varlığıyla yaşam
dayanağı sunmuşlar, diğer yandan estetik
ve güç, soğuk mermer taşları gibi acımasız ve güçlü bir figür; fedakârlığın ve
estetiğin milleti yücelten abidevi bir kültürü olmuşlardır.
Türklerin Tarihi seciyelerinde üç kilit taşı, iki de mihenk taşı hükümdar olmak üzere beş büyük devlet adamı tebarüz etmiştir. Elbetteki II. Mehmet bu kilit taşı hükümdarlardan biridir. Bu şahsiyetler Türk tarihini, devlet teşkilatlanmasını etkiledikleri gibi türk toplum yapısında da değişimler meydana getirebilmeyi başarmış kişiliklerdir. Islık oklarının mucidi olan, Babası Teomanı öldürerek Hun Devletinin tahtına geçen Mete Han, Çin Hükümdarı Gao-zu ile Baideng Muharebesinde adeta dans eder gibi savaşlar çıkarmıştır. Mete Han Türk devlet teşkilatlanmasının temellerini atması ve bugünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuruluş tarihine damgasını vurması cihetiyle bir kilit taşı hükümdardır. Ve böyle bir hükümdar olmak yalnız savaş meydanlarında kazanılan zaferler ile elde edilmesi mümkün olan bir paye değildir.
Uzun menzilli okları geliştiren üzengiyi icad eden Saka Türkleri ve
onun hükümdarı Tomris Hatun, Yahudilerin İslam Peygamberinden Zülkarneyni
sormaları üzerine Kur’anda; “Bir de sana
Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: Size ondan bir anı okuyacağım.” denilerek, Zülkarneyn ismiyle bahsi geçen
Ahameniş imparatoru Kirosu yenmesine rağmen teşkilatlanmasını yapamadığı için kültür ve
medeniyetini taşıyamamış adeta iki dağ arasında eritilen demirle kapatılan
kapının dışına çıkamamıştır. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarda Gog Magog, islam
literatüründe yecüc mecüc olarak kimlikleri açıkça ifade edilmesede bazı
kaynaklarda Moğol asıllı oldukları
zikredilmiştir. Ve Saka Türkleri yerine;
Kiros tarihe, fethettiği topraklardaki insanların gönüllerince yaşayıp ibadet
etmesine müsaade eden tüm zamanların en hayırsever hükümdarı olarak geçmiştir. Kiros,
Anadoluda Lidyayı ardından Mezopotamya’yı çevreleyen toprakları fethetmesinden
sonra, Babil’i de kuşatma altına aldı. Dayatılan kölelik ve angaryadan hoşnutsuz olan ve kentin koruyucu
tanrısı Marduk’tan bekledikleri yardımı göremeyen Babilliler, kendisine boyun
eğenleri bağışlayıp kolladığı bilinen Kiros’a karşı koymak için bir sebep
göremediklerinden krallarının aleyhine davranarak MÖ 539’da kentin kapılarını,
Kiros’un zaferinden övgülerle bahseden bir yazıtta belirtildiğine göre
“barışla, neşeyle ve coşkuyla” gelen Perslere açmıştı. Yunanlar ise yıllar
sonra bile kendisine büyük bir saygı duyarak yüce gönüllü hükümdarı, “Tebaasını
onurlandırmış, onları kendi evlatlarıymış gibi koruyup kollamıştı, onlar da
karşılığında Kiros’a bir baba gibi saygı duymuştu” diyerek hürmetle anmıştı. Kiros’un
Babili fethettiği dönemlerde çivi yazısıyla yazılmış Kiros Silindiri, ilk insan
hakları bildirgesi olarak kabul edilerek New York’taki Birleşmiş Milletler genel
merkezinde bir replikası halen sergilenmektedir. “İlk insan hakları bildirgesi”
sayılan ve Kiros’un çoğulcu ve hoşgörülü iktidarının apaçık bir göstergesi olan
silindirde, fethettiği topraklardaki halkların kendi geleneklerini yaşamasına
müsaade ettiğinden bahsedilir. ( İlk Lidya parası Krosus, Lidyada Pers Kralı
Kroisos olarak isimlendirilen Kirosun ismini taşır. Buradan İtalyaya Grosso
olarak, Avrupaya Groschen Osmanlıya Kuruş olarak geçmiştir. Bu açıdan
bakıldığında günümüzde kullandığımız para birimi bir nevi Zülkarney'nin ismini
taşır. Buradan mülhemle çoğulcu, özgür, adil ve hoşgörülü iktidarların yönetiminde
Kuruş değer kazanır.)
Binaenaleyh, devlet teşkilatı hukuk ve mimari yapılanmasını kuramayan
Saka hükümdarı Tomris Hatun Türk Tarihi içerisinde bir mihenk taşı olamamış, fakat
Pers Tarihi içerisinde II. Kiros bir Kilit Taşı olabilmiştir.
Yukarıda mavi gök ve aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu
yaratılmış; kişioğlunun üzerinde de atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan hakan
olarak oturmuşlardı. Orhun Yazıtlarında geçen bu ifade Göktürk devletinin
kurucu hükümdarı Bumin Kağanın da Türk Tarihi kubbesinin bir kilit taşı
olduğunu göstermesi açısından değerlidir.
Demirci Göktürkler geleneği bir efsane değil ; bir hakikattir. Bu
hakikat içinde Bumin Kağan henüz İllig kağan olmadan önce Avar kağanından
kızını istedi. Avar Kağanı Anagay; buna çok kızdı ve Türkleri azarlamak için elçi
gönderdi. Elçi, Bumin Kağan'ın huzurunda şöyle dedi: Siz benim demirci kullarımsınız,
böyle bir istekte bulunmaya, nasıl cesaret edebiliyorsunuz? Avar kağanının bu
sözlerine Bumin Kağan çok kızdı ve Avar elçisini oracıkta öldürdü. Çünkü; Bumin
Kağan üstünlük ve dünyayı idare etme hakkının, artık yeri ve göğü yaratan Ulu
Tanrı tarafından kendisine verildiğine inanıyordu. Bir tek Ulu Tanrı vardı, O
da yalnızca, Türk Hakanı Bumin Kağan ve küçük kardeşi İstemi Kağanı kutlamıştı.
Anagay kim oluyordu. Bumin Kağan ordusunu aldı ve Gobi çölünün güneyine ve Çin
in kuzeyine indi. Avar kağanı Anagay'ı yendi. Kafatasını altınlayarak bir kımız
kasesi yaptırdı. Böylece bu and kasesi ile Avar İmparatorluğu'nun yerine geçtiğini,
bütün dünyaya ilan etmiş oluyordu. Tıpkı Mete' nin oğlu gibi. O da Yüeçi
kralının kafatasından böyle bir kase yaptırmış ve devletler arası andlaşmalar ile
seremonilerde bile kullanmıştı.
Toplumunun uzunca bir süre bağlı kaldığı Cücen Federasyonu’nu çökerten
Bumin Kağan, büyük savaş başarıları ile bölgede söz sahibi olmuştu. Halkı
doyurmanın ve giydirmenin kağanın görevi olduğuna; Kağanlığın kendisine, Tanrı
tarafından verildiğine inanmıştı. Çünkü,
Gök-Türkler’de siyasi iktidar “Kut” tabiri ile ifade olunuyordu. Milleti için
gece gündüz çalışmayan kağan, milletine karşı vazifelerini yerine getiremediği
için, Kutunun Tanrı tarafından geri alındığı gerekçesiyle iktidardan
düşünülürdü. 716 yılında İnel’in tahttan indirilmesi bu sebeple olmuştu. Bumin
Kağan gece gündüz çalıştı. Göktürk Kağanlığı'nın, Büyük Okyanus'tan Kırım
yarımadasına kadar uzandığı gerçek bir cihan imparatorluğu kuruncaya kadar
çalıştı. Orhun'u başkent yapamayan bir devlet, Orta Asya'da bir imparatorluk olarak
tanınmazdı. Ötükeni başkent yaptı.
Gök Tanrının egemenlik verdiği aileden bir
erkek üye bir şekilde başa geçip kağan olduktan sonra ilk iş olarak ulusu için
töresini oluşturur ve töre o kişinin adı ile anılır. Oğuz Kağan Töresi, Bumin
Kağan Töresi gibi. Aşina ailesinden
çıkarak Kağanlık Kut’unu alan Bumin Kağan Töresi’nde halkın; şahsi hukukla donatılmış, iktisaden hür ve
özel mülkiyete sahip hakları vardı. Özel mülkiyet kişi hak ve hürriyetlerinin
teminatı olduğundan, insan ona sahip olup kullandığı ölçüde hür olabilmekteydi.
Bu bize Bumin Kağan Töresi’nin çağdaşlarına
göre insan hakları yönünden epey ileride olduğunu anlatır. Bumin Kağan Töresi’ni
diğer yerleşik ve kabilevi devletlerden ayıran başlıca özellikler ise şunlardır:
Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık, hükümranlığın
karizmatik oluşu, birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium
telakkisi; töre (kanunilik), besicilik-çobanlık. Fakat, özellikle vurgulanması
gereken nokta, Göktürk Devleti’ni diğer kabilevi devletlerden ayıran en önemli
özelliğin kamu hukukunun olmasıdır.
Hükümranlık (erklik) karizmatik idi. Türk hükümdarı kanunları (töre)
uygular, kendisi de uyar, fakat kanun yapamazdı. Kısacası başka milletlerde
olduğu gibi mutlak hükümdar değildi. Siyasi iktidarı Tanrı verdiği için, milli
irade, insaf duygusundan kurtulmuştu. Kağanın icraatı millet tarafından meclis
vasıtasıyla kontrol ediliyordu.
Ben benden önceki hükümdarlara benzemem diyen Fatih Sultan Mehmet gibi, Bumin Kağanda kendinden öncekilere
benzemediğini ortaya koyduğu isyan direniş savaş ve kazandığı başarılarla cihan
şümul bir imparatorluk kurarak devlet teşkilat yapısınıda geliştirmişti. Bumin Kağan
İmparatorluğunu kurduğu yıl mart 553’te ortadan kayboldu. İl kağanın Çin devletine
yenilerek esir düştüğü 630 lu yıllardan sonra Türkler için orta asya
bozkırlarında esaret dönemi başlıyordu. Fakat aynı tarihlerde Arap
yarımadasında kısa sürede İlahi kaynaklı bir din neş’et ederek geniş
topraklarda neşv ü nema buluyordu.
İslam Peygamberinin 23 yılda dini ikame etmesi ve arap yarımadasında hüsnü
kabul görmesinin ardından vahyin kesilmesi ile birlikte vefatı gerçekleşiyordu.
Hz Muhammedi islam medeniyetini ikame
ettiren olarak ele alırsak kurulan bu
medeniyetin de kilit taşı ancak ve ancak Halife Ömer olabilirdi. Kur’anda muvafakatı
Ömer ayetlerinin gelmesi, Irak, iran, suriye , mısır topraklarının alınarak
islam coğrafyasının genişletilmesi, devlet teşkilatlanmasının kurularak
medeniyet oluşumunda yeni kültürlerle etkileşime girilmesinin sağlanması açısından
değerlendirdiğimizde Ömer bin Hattap önemli bir devlet adamı profili
çizmektedir.
Belazûri’nin Fütûhu’l-Büldan adlı eserinde ifade edildiğine göre İslamın
geldiği dönemde Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Talha bin
Ubeydullah, Yezid b. Ebi Süfyan, ve Muaviye de dahil olmak üzere Mekkede okuma
yazma bilen toplam onyedi kişiden biriydi Ömer bin Hattap. Kur’anın tenzil
olmaya başladığı dönem Mekkesinde okuma yazma oranının azlığı toplum içerisinde
yazının henüz daha tam anlamıyla tekamül sürecini tamamlamadığı anlamına da
gelmektedir. Zira Arap harflerindeki okunuş karışıklığını önleme maksadıyla
harekelendirme çalışmaları vahiy katipliğide yapan Muaviye (Vahiy katipliği
yapmış olmasının ki doğru da değildir; olsa bile Muaviye’ ye bir ayrıcalık
kazandırmayacağı kanaatindeyim zira Osman bin Affan’ın süt kardeşi Abdullah bin
Sa’d da vahiy katipliği yaptığı sırada ayetleri bilerek değiştirdiği farkedilince
kaçarak Mekkeye gelmiş Mekkenin Fethiyle de Osman’a sığınarak Hz peygamberden
af dilemesi için Osman bin Affana aracı olmasını istemiştir. Bu suretle Hz. Peygamber
kendisini affetmiştir.) tarafından Ebu’l-Esved’e daha sonra ise ileride Kabe’ye kuşatma düzenleyerek macınıklarla ateşe verip yakan ve bir kısmını da
yıkacak olan Haccac tarafından görevlendirilen Nasr b. Âsım ve Hayy b. Yasmur’a
yaptırılacaktır. Bu harekelendirme çalışmalarında Kur’anda anlam kaymalarının
daralma ve genişlemelerinin olup olmadığı inzal ve tenzil kavramları kapsamında
ciddi incelenmesi gereken bir konudur. Osman bin Affan döneminde Hz.
Peygamberin Kur’anı Mesuttan sorun dediği Abdullah bin Mesut’un mushafı dikkate
alınmamış Kuranı toplayan ekibe dahil edilmemiş üstelik bir vesile ile de Osman
tarafından camide dövülerek kaburgası kırılmıştı. Bunun üzerine halifenin bir kimseyi iki kaburga kemiğinin
kırılmasına kadar dövebileceği fetvası geldiği iddialar arasındadır. Konuyu çok
uzatmadan bağlamından koparmadan bir iki misalle daha izaha çalışalım.
Haccac, Abdülmelik olarak ismini değiştiren Halife Mervan bin Hakemin komutanı ve valisi; bugünkü başbakanı hüviyetindedir. Haccac kendisini Emevi soyuna adayan o kadarki, Hilafeti Risaletten (Peygamberlikten) üstün tuttuğunu ilan eden ve bu açıklamasından sonra Müslümanların ileri gelenlerinden, sağduyulu ulemadan tepki görerek kafir olduğu söylenen bir şahsiyettir.
“Kendi elindeki Kur'ân'ın Allah katından gönderildiğini iddia eden
Abdihüzeyl'i (Abdullah b. Mesud'u) cezalandıracak olursam, kim bana mani
olabilir! Allah'a yemin ederim ki, onun elindeki kitab, Arap recezlerinden (şiirlerinden) bir recezdir. Allah, o kitabı peygamberine indirmiş değildir. Attığı
bir taşın yere düşmesi halinde bir hadise meydana geldi, diye iddialarda
bulunan şu kızıllara bakın. Bunları cezalandıracak olursam, kim bana mani
olabilir! Allah'a yemin ederim ki, ben bunları dünün yok olup gidişi gibi yok
edeceğim, köklerini kazıyacağım!" Diyerek hutbe veren bir Haccac vardır ortada.
Haccac, Hz. Osman ve Emevi taraftarı idi. Onlara aşırı bir meyli ve
sempatisi vardı. Emevilere muhalefet etmenin küfür olduğu kanaatına sahipti.
Emevilere muhalefet etmenin öldürülmeyi mubah kıldığını iddia ediyor ve bu
hususta herhangi bir kimsenin kınamasına da aldırış etmiyordu.
Hz Peygamber döneminde Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında müslüman ve müşrikler de dahil olmak üzere toplam ölen sayısı yaklaşık 200 kişi olmasına karşın Fitne dönemi olarakta adlandırılan Osman Bin Affan’ın öldürülmesinin ardından; olayların giderek karışması ile birlikte Cemel Vakasında (Deve olayı denilerek aslında vuku bulan savaş daha basite indirgenmeye çalışılmıştır.) ölen kişi sayısı 20 bin civarındadır. Mervan döneminde sadece Haccacın katlettiği Müslüman sayısı 120 bini bulmaktadır.
Çerçevesini çizmeye çalıştığımız gerek islam öncesi Türk Tarihi kayıtları
ve gerekse islam tarihi içerisinde yaşanan tüm bu olaylar ile varmak istediğimiz nokta
aslında olaylar tam anlamı ile bilinmese bile sonraki yüzyıllara taşınan bir
bakış açısı oluşturduğu, bir kültürel zihin yapısı ortaya çıkardığı ve bütün
bunların nesilden nesile geçerek bir hayat felsefesi, geleneksel bir Türk zihin
yapısı meydana getirmesi açısından irdelenmesi gerekmektedir.
Bu nedenledir ki Osmanlıda gerek eş’ari düşünce yapısının tam anlamıyla
anlaşılabilmesi gerekse maturidiliğin, mutezilenin ve selefi ekollerin idrak
edilebilmesi için ilk evela süreci tahlil etmek gerekmektedir.
Haccaca zemin hazırlayan Mervan bin Hakem ve Mervana zemin hazırlayan
Hakem bin Ebü’l As tan sonra Tuğrul Bey ve Vezir Kundiri ile birlikte Gazali ve
eşariliğin gelişme sürecine girmiş olacağız.
devam edecek