Mehmet DAL- Vakfın Tanımını Yapar mısınız?
Turgay ALDEMİR- Vakıf kavramı, İslam medeniyetinde , tarih boyunca insanların bir araya gelerek oluşturdukları değer ve çalışmalarla diğer insanların ihtiyaçlarının karşılandığı kurumlar, eserler ve yapılanmalardır. Bunun Kur’ân-ı Kerim’de dayanağı olan âyet ise Mâûn sûresinde geçen “Din gününü yalanlayanı gördünüz mü?” ayeti ve devamında gelen şu çarpıcı ikazdır. ”Onlar ki; yetime yardım etmekte ön ayak olmaz, onu itip kakarlar. Onlar kıldıkları namazdan gâfildirler ve mâûnu da gözetmezler.” Yani yardımlaşmayı da eksene almazlar. Aslında yardımlaşmadan paylaşmadan, yetimin yoksulun, mağdurun hakkını gözetmeden insanın namazında miraca yükselmesi mümkün değildir. Çünkü bunlar insanı hafifletir, nahifleştirir. Tam tersi bu konulara karşı duyarsızlık da insanı ağırlaştırır. Yerin derinliklerine doğru çeker.

Mehmet DAL- Sivil Toplumu ve Sosyal Sermayeyi Nasıl Tanımlıyorsunuz?
Turgay ALDEMİR- Sivil toplum terimine karşılık olarak zihnimizde çeşitli çağrışımlar oluşmaktadır. Burada “sivil” her türlü resmi otoriteden bağımsız anlamına gelmektedir. Anadolu coğrafyasında bazı hizmetler resmî yönetimlerin baskısı ve zorlamasıyla yapıla gelmiştir. Ancak bizim coğrafyamızda geçmişte her iş sivil toplum tarafından yapılmıştır. Toplumun ortak ihtiyacı olan çarşı, pazar, yol, çeşme, hanlar, hamamlar gibi birçok yapı ayrıca eğitim, sağlık türü hizmetler sivil toplum örgütleri tarafından imar ve inşa edilmiştir. Ancak baskıcı ve merkeziyetçi yönetimler dolayısıyla insanların özgür iradeleriyle çeşitli çabalar göstermeleri engellenebilmektedir. Bu bağlamda insana olan güven zedelenmekte ve bunun sonucu olarak da güven bunalımı sorunları ortaya çıkmaktadır. Bizim sivil toplum kavramını yeniden ele alıp günümüz şartlarında yeniden tanımlamamız gerekmektedir. Sivil toplum, bir grup insanın bir araya gelerek paravan yapılarla bazı kurumları kullanacağı bir alan olmaktan kurtarılmalıdır. Sivil toplum örgütü; içinde bulunduğu toplumun maddî manevî her türlü ihtiyacının karşılandığı, her türlü sıkıntısında sığınabildiği ve her türlü değerlerini paylaştığı günümüz şartlarında modern bir cemaattir aslında. İşte bu bağlamda sosyal sermaye kavramı devreye girmektedir; fakat sosyal sermaye ciddi bir diğergâmlık gerektirir. Hasbilik gerektirir. Ötekinin derdini derdi olarak görmeyi gerektirir. Başkasının acısını, derdini, kederini paylaşmayı gerektirir. Bu, parayla alınabilecek bir şey değildir. Bunun için bizim inanç değerlerimizin başında sosyal sermaye gelmektedir. Hatta bunu Hz. Muhammed(as) vahyi alıp Hz. Hatice annemizin yanına, evine geldiği zaman bir heyecan ve titreme halinde ”Ört beni ya Hatice” demesinde görürüz. . Hatice annemizin orada sarf ettiği şu sözler oldukça manidardır. “Ya Muhammed! Sen yetimi kollayan, yoksula yardım eden, akraba ilişkilerini gözetip önemseyen birisin. Rabbin seni darda bırakmaz.” Bugün bazı darlıklar içinde yaşıyorsak bu, bazı kavramları gözetmeyişimizdendir. Hz. Muhammed(as)’ın mücadelesinde her zaman yetimler, yoksullar ve akraba ilişkileri bir sığınak olmuştur. Mekkeli müşriklerin tüm boykotuna karşın akrabaları Onu muhafaza etmiştir. Bugün, işte sosyal sermaye budur. Sosyal sermayede akraba ilişkilerinin, mesleki ilişkilerin önemi büyüktür. Mesleki ilişkiler son derece önemlidir. Esnaf esnafın kefilidir. Usta, meslek erbabının üstadıdır. Fakat bakıyorsunuz insan insanın kurdu olduğu gibi, bir işi yapanın diğeri düşmanı olmuş. Toplumdaki sosyal paylaşım ve sosyal kaynaşmayı kaybettiğimiz için ciddi bir sosyal sermaye riski ile karşı karşıyayız. Bundan kurtulmanın yolu da İslam Medeniyetinin değerleriyle hemhal olmaktır. Batıda bugün her türlü müreffeh ortam vardır. İnsanlar her şeye sahipler. Fakat sosyal sermayeleri erozyona uğramış, çoraklaşmıştır. Ben bazı vesilerle yurt dışında yardım çalışmalarına katılmıştım. Orada bazı Batılılar, değişik inançlara sahip insanlar çok ciddi olarak şu soruyu soruyorlar bize; “Siz dünyanın öbür ucundan, Türkiye’den, 12 000 km uzaktan geliyorsunuz. Buraya neden geldiniz? Bunun karşılığı olarak yol harcırahı, ücret alıyor musunuz?” Biz ”Hayır” diyoruz. “Bizi buraya inancımız, kulluğumuz ve sosyal sermayemiz getirdi” diyoruz. Oturup düşünüyorlar. “Bizi buraya sizleri tanımadığımız halde sizin ihtiyaçlarınızı karşılamak için sosyal sermayenin harekete geçirmesi sonucu, inancımız gereği geldik.” dediğimiz zaman bir grup insan bu paylaşım anında Müslüman oluyor. Hz. Muhammed (as) diyor ki; “ Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” İşte bu sosyal sermayedir. Komşunun Müslüman olup olmaması önemli değil… Komşuya, akrabaya sılayı rahmi keseni peygamberimiz uyarıyor. Allah’ın birleştirmemizi istediğini ayırmak kınanıyor. İşte bu çerçevede bizler, bu sosyal sermayeyi sınıflara ayırarak insanın lime lime edildiği modern dünyada alemi yeniden ayağa kaldırmak imkanına sahip olabiliriz.
İnsanların karnını doyurabilirsiniz. İnsanları modern bir hayatta en iyi şartlarda yaşatabilirsiniz. Fakat mutlu etmeniz için paylaşmanız gerekir. Bizim şu anda burada yaptığımızı İslam Medeniyetinin yardımlaşma ve sosyal sermayesini, hasbiliği ve fedakarlığı dünyaya anlatabilsek, ulaştırabilsek inanın insanlar koşarak İslam’a gelirler. Bugün bizim teslimiyet ve temsiliyet problemimiz var. Öğütten çok model olma sıkıntısıyla karşı karşıyayız. Bundan dolayı sosyal sermaye dediğimiz, insanların küçük fedakarlıklarıyla oluşan paylaşımı dünyaya taşımamız lazım. Biz şuna inanırız “Acılar paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar.”

Mehmet DAL- İçimizdeki İyilik Hareketinin Ortak Paydası Olan Sivil Toplum Kuruluşlarının Toplumdaki Yeri Nasıl Olmalıdır?

Turgay ALDEMİR- Her şey insanın içindeki o fıtri duyguların harekete geçirilmesiyle başlar. Bizim inancımıza göre her doğan çocuk tertemiz bir fıtratla doğar. Daha sonra çevresi onun hayatiyetini şekillendirir. Bunun için iyilik hareketi dediğimiz içimizdeki fıtri eğilimler bugün sivil toplum hareketiyle sosyal sermayeyi insanın fıtratıyla buluşturan bu kuruluşların organizasyonlarıyla ortaya çıkmaktadır. Uzun yıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve Cumhuriyet Dönemiyle beraber Sivil Toplum kavramı bizatihi sivil kavramı sanki karşıt bir yapı olarak algılandı. Adeta bu kavramlara karşı bir cephe açılmış oldu. Bunun için insanların gönüllülüğü, içinden kopup gelen o coşku küllendi, öldürüldü bir anlamda. Şimdi ise bizlerin dünyayla, dini değerlerimizle, dini tasavvurlarımızla yeniden ecdadın ortaya koyduğu sivil toplum kuruluşlarıyla buluşmamız tanışmamız kaynaşmamız sonucunda üzeri küllenmiş olan o iyilik hareketi yeniden alevlenmeye başladı. Derinden gelen bir dalga olarak toplumun yüreğinde bu mesele yer bulmaya yüz tuttu. Yakın zamana kadar bir sivil toplum örgütünün, bir iyilik hareketinin içinde olmak sorgulanırken; şu anda bulunmamak sorgulanır oldu. Adeta insanların niteliğini, kalitesini içinde yaşadığı topluma dönük olarak yürüttüğü hizmetleri, insanın birikimlerini paylaştığı bir sivil toplum örgütünde olmayla eşdeğer anlama geldi. Bizlerin bu sosyal sermayedeki amacı buralardan nemalanmak değil buralardaki birikimlerimizi birleştirerek toplumun yüreğindeki yangını söndürüp; insanın, insanın kurdu olduğu bir ortamda insanın, insanın kardeşi olduğunu bu duyarlılıkla bu uyanışla sağlamak gerekir. Biz bunu gerçekleştirirsek -ki; ben bu konuda son derece ümitvârım- o zaman sivil toplum örgütleri sosyal sermaye artarak katlanarak büyüyecek ve şu andaki kötülüklerin tamamını içine alarak iyiliğe, hakka, adalete dönüştürecektir.

Mehmet DAL- Vakfın Peygamberin (as)’ın Sünnetindeki Yeri Nedir?

Turgay ALDEMİR- Vakfın, sivil toplumun, sosyal sermayenin bizim dini değerlerimizdeki yeri tartışılmaz. Aslında diğer bir tabirle teşbihte hata olmasın her peygamber bir sivil toplum örgütü ortamında mücadelesini gerçekleştirmiştir. Her peygamber bir sosyal sermaye etrafında mücadelesini vermiştir. Peygamberimiz de risaletle görevlendirilmeden önce toplumun içinde duyarlı, hassas, dinamik bir yapı kurmuştur. Kendi yaşadığı toplumun derdine duyarsız, sorunlarına bîgâne bir kurtarıcı düşünülemez. Onun için Allah her kavme kendi içinden uyarıcılar göndermiştir. O insanlar toplumlarının içinde yaşamış toplumun sorunlarını yakînen müşahede etmiştir. Tıpkı Peygamberimiz(as) gibi. Bakıyorsunuz ki; Mekke’de yaşamış, Mekke’nin sorunlarıyla yoğrulmuş Hılfu’l- Füdul’da bu problemlere değişik çözümler aramış, peygamberlikten önce fakirin fukaranın, haksızlığa uğrayanın adresi olmuş, umudu olmuş, toplumunun emini olarak kabul edilmiş sonra da bunlara nasıl çözüm bulabilirim? diye Hira’ya çıkmış, düşünmüş taşınmış, tefekkür etmiştir. Tam toplumla buluştuğu noktada Allah(cc) Ona emaneti yüklemiş. O da emaneti almış dağın başından indirip önce evinden başlayarak Mekke sokaklarına ve bütün insanlığa iletmiştir. Bugün en büyük sorunumuz dini otoritelerimizin, asrımız Müslümanlarının inancını hapsetmiş olmasıdır. Bu gün kimimiz münzevi bir hayatla dinin vahyolduğu mağaraların tepesinde yaşıyor; kimimiz evimizden dışarı çıkmıyor sadece ibadî mekanımızda yaşıyor, kimimiz de dinini evinde yaşıyor inancını sokağa çıkarmıyor. Bakınız Hz. Muhammed(as) emaneti aldı, dağdan indirdi, hayatın içine taşıdı. Önce evinde sonra sokakta Allah’ın dinini anlattı. Allah “Ey örtüsüne bürünen peygamber kalk ve mücadeleyi sokağa taşı “ dediğinde peygamber(as) gitti ve Safa tepesine çıktı. İnsanlara “dinleyin beni” dedi. Allah’ın mesajını topluma anlatmaya başladı. Önce en yakınlarından başladı. Peygamber(as) ve ashabının aldığı emir buydu. Dindar insan, Müslüman insan; pısırık insan değildir. Dinini işine, dinini aile hayatına, ticari hayatına karıştıran insandır. Bugün maalesef kimimiz ruhbanlaşırken, kimimiz de çamurlaşmaktayız. Bizim medeniyetimizde insan, insan-ı kâmildir. Ahsen-i takvim üzerine yaratılmıştır. Ruhla çamurun birleşiminden insan-ı kâmil ve eşref-i mahlûkat ortaya çıkar. Seküler dünyada aşk ehlinin birlikteliğinden oluşan bu ilahi buluşmayı yeryüzünde adaletin temsilcisi olan mü’minlerin kurumsal temsiliyeti olan sivil toplum kuruluşlarının şahsında insanlığa müşâhade ettirmemiz, örnek olmamız gerekliliğine inanıyorum. Bizim, sivil toplumdan, vakıfçılıktan anladığımız budur. Vakfın çalışmaları, sınırları belirlenmiş bir gruba hitap etmemeli, yediden yetmişe, torundan dedeye bir ümmet hareketi, bir insanlık hareketi olmalı ve faaliyetlerinin hepsinin bir yüzü toplumun içinde olmalı. Sokaktaki insanın fakr ü zaruretini hissedip maddi ve manevi açlığını gidermelidir. Bunun için her çalışmanın mutlaka bir sosyal içeriği olmalı, insanlara dönük olmalıdır. Bunun için bu çalışmaların merkezinde kitap olmalı, bilgi olmalıdır. Bilgi de pratikte hikmete dönüşmeli ve hikmetle insan-ı kâmili hayatın içerisinde yaşayabilen, yaşamını sürdürebilen ve sosyal sermayeyi bu topluma kazandırmayı amaçlayan bir çalışma olmalıdır.
Mehmet DAL- Duyarlılığınızdan dolayı size teşekkür eder. İyilik hareketinde Allah yar ve yardımcınız olsun
NOT: Gaziantep Bülbülzade Vakfı Başkanı Turgay Aldemir Bey le yapılan görüşmedir. www.bulbulzade.org
( Gaziantep Bülbülzade Vakfı Başkanı Turgay Aldemir'le Vakıf Medeniyeti Üzerine Mülakat başlıklı yazı Mehmet Dal tarafından 18.05.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.