Sevgi bir güneş gibidir. Hem dünyamızı aydınlatır, hem de içimizi ısıtır. Onsuz hayat karanlık ve soğuk bir dehliz gibidir. İçimizi kıpır kıpır oynatır sevgi… Hayatımızı renklendirir, neşelendirir.
İnsan sevdiği kadar vardır dünyada. Bu duygudan mahrum yürek viraneden farksızdır. Gönüllerimizi ve ruh dünyamızı harekete geçiren sevgi, en mühim ihtiyaçlarımız arasındadır. Hem sevmeye, hem de sevilmeye ihtiyacı vardır insanın. Hayat bu hislerle anlam kazanır. Bunlar olmazsa yaşamanın anlamı da kaybolur birdenbire.
Düşünüyorum da dünyada sevilmek istemeyen kişi var mıdır? Hiç sanmıyorum. Şayet böyle bir kimse varsa ruh sağlığı yerinde değildir. Demek ki istisnasız herkes sevilmek istiyor. Peki, sevgi tek taraflı bir duygu mudur? Buna “Evet” diyemeyeceğiz. Çünkü sevgi yürekten yüreğe akma eylemidir. Bu da karşılıklı olur ancak.
Şarta bağlı sevgi olmaz demeyin. Bazı sevgiler şartlıdır. Çocuklarımıza çoğu zaman “Şunu yaparsan seni severim, şunu yaparsan sevmem” türünde lâflar etmez miyiz? İşte bu şarta bağlı sevgidir. Kişi sevilmek istiyorsa kendini o kalıba sokar; istemediği şeyleri yapmak zorunda kalır
Bunun dışında bir de kişi, üstün meziyetlerinden ve sosyal konumundan dolayı sevilir. Bu, beklenti ve fayda amaçlı sevgidir. Maddî durumu iyi ve sosyal konumu üstün olan kişileri sevmek buna örnektir. Şarta ve konuma bağlı sevgiler sağlıklı değildir. Çünkü şartlar gerçekleşmezse ve konumu iyi olan kişi elindekileri kaybederse duyulan sevgi de o anda biter. Böyle bir sevgiye sevgi demek mümkün değildir.
Peki hangisidir güzel olan sevgi? Her şeye rağmen, her halükârda sevmek… Böyle bir sevgide şart ve beklenti olmadığı için sevginin sekteye uğraması da mümkün değildir. İnsanların en çok arzuladığı sevgi de her şeye rağmen olanıdır. Fakat itiraf edelim ki dünyada en az rastlanan sevgi de budur.
Anne ve babaların sevgisi her şeye rağmen duyulan sevgiye en güzel örnektir. Fakat çocukların anne ve babalarına duyduğu sevgi için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Çünkü çocuk büyüyüp ihtiyaçlarını görebilecek seviyeye geldikten sonra değişebiliyor. Oysa anne ve babanın sevgisi kayıtsız ve şartsızdır. Buna örnek olabilecek bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bebeğimi görebilir miyim” dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu. Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı. Ağlayarak şu cümle döküldü dudaklarından: “Büyük bir çocuk bana ucube dedi.”
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası, aile doktoruyla oğlunun sorunu ile ilgili görüştü; “Hiçbir şey yapılamaz mı?”diye sordu. Doktor “Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir”dedi. Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti. Bir gün babası “Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır” dedi. Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı.
Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu: “Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım. Bir şey yapabileceğini sanmıyorum” dedi. Babası, “Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin.” Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi.
Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı. Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti. Annesinin kulakları yoktu.
“Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası”. Ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi? Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir. Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!”
Bu yaşanmış öykü, sevginin nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyor. Demek ki gerçek sevgi fedakârlığı da zorunlu kılıyor. Katlanılan fedakârlıklar sevginin derecesini gösteriyor. Hanginiz böyle bir sevgiye ve fedakârlığa hazırsınız? Bu soruya müspet cevap verenler riya katılmamış, gerçek sevgiyi bayraklaştıranlardır. Bunlara bugün ne çok ihtiyacımız var.
En büyük yanlışımız sevgiyi muhatabımızdan beklemektir. Oysa karşımızdaki kişi de aynı şeyi düşünüyor. Böylelikle sevgi iletişimi sağlanamıyor. Gelin birbirimizi karşılıksız sevelim. İlk hamleyi biz yapalım. Çok şey gerekmiyor, içten bir gülümseme bile sevmek için yeterli bir davranıştır. Her şeye rağmen sevelim ve sevilelim.