Yer yeşil ve gök mavi, deniz de öyle. Cennette olduğunu düşünüyor insan, cehenneme benzeyen hayatında. Ne de olsa düşünmek için çok vakit var, beklemenin içinde.

Bir ayağı ötekilerden kısa olan ahşap iskemlenin üzerinde oturmuş denizi izliyordu. Hava sıcaktı ve çok fazla sinek vardı. Sinekler kirli ve kahverengi renkli ahşap masanın üzerinde birbirleriyle boğuşuyorlardı. Biraz önce keyifle yediği karpuzun şekerli suları, sinekler için oldukça cazibeli olmalıydı. Bir sigara yaktı. Sineklerden ve sivrisineklerden kurtulmanın en basit yoluydu sigara. Sigarasından derin bir nefes çekip masanın üzerindeki sineklere üfledi. Sinekler kaçıştılar ama birkaç saniye içinde tekrar kondular masaya ve gezinmeye devam ettiler. Oturduğu eski iskemleden ayağa kalktı ve başının döndüğünü hissedip masaya dayandı. Çok fazla sigara içiyordu. Her zamanki gibi bakışlarını denizde donuklaştırıp düşünmeye koyuldu. Denizin uzak noktalarında birkaç balıkçı teknesi görünüyordu. Yalnızlığın kendisini düşündü bir an. Yalnızlık bir kaçağın en yakın dostu olmalıydı. Ama zehirli bir dostluktu bu, biraz da bencilce. Yalnızlık kendisinden başka dost kabul etmiyordu çünkü. Gecekonduya benzer, bu bakımsız kulübede iki yıldır yaşamaktaydı. Eski ve bakımsız kulübenin tek güzel yanı manzarasıydı. Gün batımında güneşi izlemek kadar keyiflisi yoktu. Arada sırada kendisine balıkçı görünümü verip yaklaşık altı yüz metre ilerideki küçük bakkala gidip ihtiyaçlarını alıyordu o kadar. Ne telefonu ne de televizyonu vardı. Küçük radyosundan takip ediyordu haberleri. Başlangıçta çok sıkıcı ve tahammül edilemez bu kaçak hayatını sürdüremeyeceğini düşünmüştü. Ama zamanla alışıyordu insan. Başka çaresi de yoktu zaten.

Fuat, kendisinden kaçmayı başaramamıştı ve iliklerine kadar hissettiği korkudan kurtulmayı da. Şair haklıydı; ‘’Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.’’ Bunu bizzat yaşayarak anlamıştı. Sevdiklerini ve sevmediklerini kısacası tüm tanıdık yüzleri arkada bırakıp kaçmak, yabancı olduğun bir yerde, bir yabancı hayatı sürmek hiçte kolay değildi. İnsanlar kaçmanın kolay bir yol olduğunu düşünürler. Oysaki bu büyük bir yanılgıydı. Bunu biliyordu. Sevdiklerinin telefon numaralarını unutmaya çalışmak hiçte kolay olmamıştı mesela, adreslerini de. Sevgilisini, en yakın dostunu, kardeşini, anne ve babasını aramamak için kendiyle çok mücadele etmişti. Başarmıştı da. Eksik olmanın ne demek olduğunu öğrenmişti, korkmanın ve var olmamanın ne demek olduğunu. Anılar ve geçmiş ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın peşini bırakmıyorlardı. Doğup büyüdüğü kentten bir anda kopup gitmek zorunda kalmak hiç te kolay değildi.

Sigarasını bitirdikten sonra ağır adımlarla kulübeye girdi ve küçük radyosunu açtı. Radyonun kendisine bir kastının olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ne zaman açma düğmesine dokunsa içini acıtan şarkı ve türküler çalıyordu çünkü. Belki de kendisi çok hassas olmuştu. Radyo da ‘’Değmen benim gamlı yaslı gönlüme’’ türküsü çalıyordu yanık yanık. Bir sigara daha yakmasa olmazdı yani. Sigarayı yaktıktan sonra eski, yırtık ve kirli döşeğin üzerine uzandı. Sefil hayatına hüzünleniyordu. Ama başka çaresinin olmadığını biliyordu. Doğduğu memleketten, sevdiklerinden ayrıldığı o gün aklından çıkmıyordu.

Güneşli bir ilkbahar günüydü, hatırlıyordu. Kasvetli kış mevsiminin ardından bir bayram gibi gelmişti ilkbahar. Kayısı ağaçları tepeden tırnağa çiçek açmıştı, tıpkı şairin dediği gibi. Gökyüzü ve güneş dans ediyordu bembeyaz bulutlarla. Fuat baharı çok sevmesine rağmen, bu güzelliklerin farkında değildi. Kış geçmiş olsa da başındaki kara bulutlardan kurtulamamıştı. Yoksulluk, geçim sıkıntısı ve parasızlık içinde de olsa mutlu yaşamayı becerebiliyordu insan. Ama hastalıkla baş edemiyordu. Kardeşi hastaydı. Tedavi olması gerekiyordu. Yıllarca hamallık yapan babası yaşlanmıştı. Evin tek geçim kaynağı Fuat’ın kendisiydi. Hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Yeni gelen bahar mevsimi kadar gençti Fuat. Hayatın yükünü tüm ağırlığıyla omuzlamış olsa da bunun altında ezilmiyordu. Seviyordu da mahallenin en güzel kızını. Kardeşinin hastalığı elini kolunu kırmıştı ama. Yeşil gözlü küçük kız kardeşi ölümün pençesindeydi. Tedavisi için yüz bin liraya ihtiyaç vardı. Ne yaparsa yapsın olmuyordu. Geriye bu parayı gayri meşru yollardan kazanmaktan başka çaresi kalmamıştı. O gün tüm sevdikleri ve dostlarıyla görüştü. Bunun bir veda olduğundan kimsenin haberi yoktu. Yanında çalıştığı patronunun işyerindeki kasasını soydu. Kasada beş yüz bin lira vardı ama Fuat yalnızca yüz yirmi bin lirasını aldı. Parayı hastaneye ve babasına verdikten sonra doğduğu, büyüdüğü kentten kaçtı. Sonrası ise yalnızlık ve korku…

Kardeşi için kendi hayatını bir anda silip atmıştı Fuat. Bir kaçak hayatı yaşamayı göze almıştı. Yaptığına pişmandı ama başka çaresi olmadığını biliyordu. Hayat bazen tek bir tercih sunuyordu insana. Belki de insan tercihleri teke düşürüyordu. Eski, yırtık ve kirli döşeğin üzerinde uykuya daldı Fuat, güzel günleri düşleyerek.
( Sonrası başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 12.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.