İhtimal
İHTİMAL
Yüksek apartmanların arasından
sıyrılan güneş ışınları, pencerenin önünde kanlı gözlerle sokağı izleyen
Mustafa’nın soluk benzini sarıya boyuyor ve ara ara ak düşmüş saçlarının
arasından sızarak, sigara dumanıyla kirlenmiş odanın nemli havasını delip
geçiyordu. Uykusuzluk Mustafa’nın gözlerinin altına siyah torbalar hediye
etmişti. Sakal tıraşı uzamış ve yüzündeki çizgiler belirginleşmişti. Pencereyi
açtı ve serin sabah havasını ciğerlerine çekti. Oldum Olası sabahın bu serin
havasını sevmişti. Derin bir nefes çekmiş olacak ki boğuk boğuk öksürdü. Odanın
kirli ve nemli havası buğu halinde dışarıya yükseliyordu.
Şehir uykudan uyanıyor gibiydi. Sokaktaki
araç sayısı artmıştı, gece vardiyası işçileri çoktan işlerinden dönmüş. Köşe
başındaki simitçi ve karşıdaki ekmek fırını çalışmaya başlamıştı. Önce çöp
arabası sokaktan geçti ve ardından gazete dağıtım aracı. Yüksek apartmanlar
insan kusmaya başladılar. Issız sokaklar kalabalıklaştı. Sanki önüne çekilen
bir setle kuruyan akarsuyu durduran set ortadan kalmış ve biriken su serbest
kalmış gibiydi. Bir saat önce uykudaki şehir sanki birden bire uyanmış ve
hayata gelmişti.
Mustafa ise yine tüm gece
uyumamıştı. Kendini yorgun hissediyordu. Ama bu hisse yabancı olduğu söylenemezdi.
Çünkü yaklaşık bir buçuk aydır bu durumdaydı. Psikolojik bulgulara bakılırsa
depresyona girmişti. Ama tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu. Çok sigara
içmekten başı ağrıyordu. İçtiği şekersiz koyu kahveler midesini perişan
etmişti. Mide yanması dayanılır vaziyette değildi. Birkaç derin nefes daha
aldıktan sonra televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu. Önündeki masada sigara
izmaritleriyle dolmuş taşmış bir kül tablası ve baş bir kahve bardağı vardı. Televizyonda
eski bir komedi dizisinin tekrarı yayınlanıyordu. Bu dizinin yeni bölümünün
yayınlandığı günlerde bu dizi hiç kaçırmazdı. Gözlerini yumdu ve bu dizinin bu
bölümün yayınlandığı zamanı hatırlamaya çalıştı. O zamanlar her şey ne kadar da
yolundaydı. Gerçi o zamanda bir şeylerden şikâyet ediyordu. Ama son bir buçuk
aydır yaşadığı sıkıntıların yanında o şikâyet ettiği hususları seve seve kabul
edebilirdi. Ama her zaman şikâyet edilebilecek bir şeyler oluyordu işte. Tam da
uyumak üzereyken telefon çaldı. Telefon mutfak masasının üzerideydi. Önce ayağa
kalkmak istemedi Mustafa. Sonra telefonun ısrarcı çalışına direnemedi. Ayağa
kalktı. Aniden kalkmış olacak ki başı döndü. Gözleri karardı. Neredeyse yere
düşecekti. Bir an duraksadıktan sonra kendine geldi ve mutfağa yöneldi.
Arayan Neriman’dı, kadim dostu
Neriman. Belki de annesinden daha çok düşünüyordu Mustafa’yı. Öyle olmasa bile
annesinden daha çok aradığı aşikârdı. Mustafa telefona bakıp bakmamak konusunda
tereddüt yaşadı. Ama Neriman pes etmezdi. Telefonu açmazsa çıkar gelirdi eve.
Bunu göze alamadı Mustafa ve telefonu açtı;
-
Efendim Neriman
-
Günaydın Mustafacığım, uyandın mı?
-
Evet uyandım.
-
Sen hiç uyumadım desene şuna. Sesinden belli.
-
Öyle ya da böyle uyanığım işte.
-
Olur mu hiç öyle şey, perişan ettin kendini.
-
Yine mi başlayacağız?
-
Tamam tamam başlamayacağım. İşe gitmiyor musun?
-
İzinli olduğumu bilmiyormuş gibi konuşma, sen
yazmadın mı izin kâğıdımı?
-
Evet, ben yazdım. O zaman hazırlan, seni
kahvaltıya götüreceğim.
-
Ne kahvaltısı?
-
Ne kahvaltısı mı? Hani insanlar sabahları
ederler. İyi kahvaltı iyi bir gün demektir. Haydi bakalım marş marş.
-
Neriman ben gelmesem olmaz mı Allah aşkına? Hiç
kahvaltı etmek istemiyorum. Hele hele bunun için dışarı çıkmayı hiç
istemiyorum.
-
İtiraz kabul etmiyorum, beş dakikaya ordayım,
haydi hazırlan.
-
Ya Neriman…
Neriman
telefonu çoktan kapatmıştı. Mustafa öfkeyle iç çekti ve telefonu masanın
üzerine koydu. Söylene söylene banyoya doğru ilerledi.
Neriman
hayat dolu bir kadındı, kısa sarı saçları ve iri kahverengi gözleriyle her
zaman yaşam enerjisi saçardı etrafına. Hemen hemen hiçbir şey için fazla
üzülmez, her şeye güler geçerdi. Çok üzüldüğü zamanlarda on dakika kadar
gözyaşı döker ve hayatına kaldığı yerden devam ederdi. Pozitif enerjisiyle
yaşadığı ve çalıştığı yeri huzurlu hale getirebilen nadir insanlardandı. Kısacık
boyuyla yerinde hiç durmaz bir o yana bir bu yana koşuştur dururdu. Kolay kolay
insanlara bağlanamayan Neriman, bağlandığı insanlara koruyucu bir anne şefkati
gösterirdi. Bu koruyucu şefkat insanları zaman zaman rahatsız etse de, kimse şikâyet
etmez, hatta böylesi bir lütufa sahip oldukları için şükrederlerdi. Çevresindeki
insanlar Onun kolay kolay incinmeyeceğini bilseler de Onu incitmekten
çekinirler ve Onu incitecek her şeye ve herkese karşı savaşırlardı. Çünkü
Neriman tam bir iyi gün dostuydu ve iyi gün dostu kolay bulunan bir şey
değildi.
Şimdi
de Neriman Mustafa için seferber olmuştu. Mustafa ile yaklaşık dört sene önce
tanışmışlardı. İlk başlarda fazla samimi olamamış olsalar da daha sonraları
birbirlerini tanıdıkça ve birbirleri için fedakârlık yaptıkça sıkı dostlar
haline gelmişlerdi. Mustafa Neriman’a nazaran daha içine kapanık ve daha
karamsar bir insandı. Kolay kolay insanlara güvenmez ve sert mizacıyla birleşen
melankolik tavrı çoğu insan için aşılmaz engeller oluştururdu. Elbette bunun en
büyük nedeni zor bir hayat geçirmesiydi. Anne ve babası küçük yaşta ayrılmış,
Mustafa babasının yanında kalmış ve annesini birkaç silik anının dışında hiç
tanıma imkânı olmamıştı. Belli bir yaşa gelip ayakları yere bastığında ise
annesinin kanserden öldüğü haberini almıştı. Annesine öfkesi yerini yoğun bir
hüzne bırakmıştı. Mustafa’nın babası katlanılması zor despot bir adamdı, bu
despot tavrı Mustafa’nın kişiliğinde izi hiçbir zaman silinemeyecek derin
yaralar bırakmıştı. Mustafa genel olarak kadınlara güvenmezdi. Ama Neriman bu
önyargıyı aşabilmiş nadir insanlardı. Ama Mustafa ile Neriman’ın ilişkisi
cinsiyet faktörünün olmadığı bir ilişkiydi. Ne Mustafa Neriman’ı bir kadın
olarak görüyordu ne de Neriman Mustafa’yı bir erkek olarak görüyordu. İkisi de
birbirlerine vazgeçilemeyecek ve uğruna fedakârlıklar yapılabilecek dostlar
olarak görüyorlardı. En azından Mustafa için durum böyleydi.
Mustafa yaklaşık bir buçuk aydır gönül sancısı
içinde kıvranıyordu. Bu sancının müsebbibi ise işyerindeki mesai arkadaşı Aysu’dan
başkası değildi. Yaklaşık bir sene önce işe başlamış, uzun boylu, kumral ve
alımlı bir kadın. Ama her alımlı kadın gibi biraz kendini beğenmiş ve havalı.
Etrafında pervane olan erkeklere alışkın, bir bakıma gönül hırsızı bir kadın ve
bu haliyle ince duyguları anlamaktan oldukça uzak. Bazı erkekler sevdikleri
kadınların kendilerini anlamalarını isterler. Ama maalesef bu, çoğu zaman
gerçekleşmez. Sevme, sevgi ve aşk denilen şey anlamlarla pek ilgilenmez. Bu
duyguların temeli insanın kendisinin de anlayamadığı içgüdülerle bağıntılıdır. Mustafa
Aysu’dan hoşlanmış ve hatta bir adım daha ileri gidersek ona aşık olmuştu. Ama bu
aşık olma durumunun karşısında Aysu’nun kendisini anlamasını beklemişti. Ama
Aysu ince düşünen ya da ince düşüncelere kafa yoran birisi değildi. Bu Onu
anlayışsız bir insan haline getiriyor olsa da bu elbette ayıplanacak bir durum
değildi. Çünkü her insanın yaşama biçimi farklıdır ve kendini ilgilendirir.
Elbette bu Aysu’nun Mustafa’dan hoşlanmadığı ve hoşlanmayacağı anlamını da
doğurmaz. Zira Mustafa’da yakışıklı ve başarılı bir adamdı. Yalnızca biraz
fazla mağdur ve hüzünlüydü o kadar.
Mustafa
tıraş olmak istedi, sonra vazgeçti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra ayna kendine
bir göz attı. Gerçektende perişan bir haldeydi. Bu perişan halini Neriman’ın
görmesini istemiyordu. Dostundan yaralarını saklamak istiyor ama bunu
yapamayacağını da biliyordu. Neriman’dan kaçmazdı. Elini yüzünü havluyla
kuruladıktan sonra yüzünü buruşturdu. Havlu kirliydi ve kirli havludan yükselen
kötü koku mide yangınını artırmıştı. Ağzında paslı metal tadını hissetti. Bu çok
rahatsız edici bir durumdu. Banyodan yatak odasına gidip temiz kıyafetler
giydi. Sonra sigara paketini, cep telefonunu ve arabasının anahtarlarını alıp
evden çıktı. Merdivenlerden ağır ağır aşağıya indi. Kapıcı Musa ile karşılaştı,
hafif bir kafa selamıyla selamlaştı. Musa bir şey söyleyecekti ama cesaret
edemedi. Mustafa’nın sert mizacını biliyor ve Onunla konuşurken çekiniyordu.
Mustafa apartmanın dışına çıktıktan sonra etrafına baktı. Güneş gözlerini
kamaştırıyordu. Cebinden güneş gözlüğünü çıkarıp taktı. Tam o sırada Neriman’ın
fıstık yeşili rengindeki küçük arabası göründü sokağın başında. Şu Neriman ne
kadar da hayat dolu bir kadındı böyle. Neriman’nın arabası Mustafa’nın önünde
durdu ve cam yavaşça açıldı;
-
Dakik gördüm seni Mustafa’cığım, bunun arkasında
eve çıkmamı istememen olmamalı sanırım.
Neriman hemen Mustafa’nın niyetini
anlamıştı. Mustafa içinden bu kadını kandırmamın sanırım başka bir yolu yok
diye geçirdi. Hırıltılı bir öksürükten sonra;
-
Ne alakası var Neriman, sen dışarıda kahvaltı
etmek istediğin için aşağıya indim. Yoksa biliyorsun, hem bu kahvaltı da
nereden çıktı?
-
Tabi tabi anlıyorum seni. Haydi, bin şu arabaya
-
Benimkisiyle gitseydik
-
Ne oldu bir bayanın arabasına binmek zorunuza mı
gitti beyefendi.
-
Gitmedi gitmedi of başımın belası mısın sen?
Kısa
bir duraksamadan sonra Mustafa arabaya bindi ve araba ilerlemeye başladı. Neriman
seri bir hareketle Mustafa’nın gözündeki gözlüğü çıkardı. Mustafa sanki çıplak
kalmış gibiydi, öfkelendi.
-
Ne yapıyorsun ya?!
-
Asıl sen ne yapıyorsun? Ne yapmışsın kendine
böyle? Ağladın mı yoksa?
-
Ne ağlaması, saçmalama.
-
Belki ağlasaydın daha iyi olurdu. En azından
duygusal olarak bir boşalma yaşanırdı. Böyle içine atınca daha mı iyi oluyor
sanki? Uyumadın değil mi yine tüm gece?
-
Uyudum
-
Bana yalan söyleme
-
Zaten sana yalan söylemek ne mümkün?
-
Ya neden kendini bu kadar yıpratıyorsun
anlamıyorum. Yani reddedilmek bu kadar mı zor senin için?
-
Bu konuyu tekrar açmayı düşünmüyorsun değil mi?
-
Tamam tamam ama beni de anlamalısın. Havadan sudan
mı bahsedeyim yani sen bu durumdayken?
-
Sen işe gitmiyor musun?
-
Konuyu değiştirme, ayrıca evet bugün işe
gitmiyorum.
-
Sebep?
-
Sana ne kardeşim patronum musun?
-
Pardon.
Bir
süre arabanın içinde sessizlik oldu. Küçük araba şehrin trafiğine iyiden iyiye
girmişti. Her taraftan bir araç akını vardı. Mustafa;
-
Nereye gidiyoruz? diye sordu. Neriman;
-
Sen kendini bana bırak dedi.
Yaklaşık
on beş dakikalık bir seyahatten sonra şehrin o çekilmez trafiğinden
uzaklaştılar ve denizi karşısına almış bir çay bahçesinin yanında durdular. Yol
boyunca fazla konuşmamışlardı. Mustafa akıp giden trafiği izlemişti. Neriman
ise ara ara Mustafa’yı. Mustafa bu çay bahçesine birkaç kez gelmişti ama
kahvaltı servisi olduğunun bilmiyordu. Aslında iyi bir kahvaltıya da ihtiyacı
vardı. Beraber arabadan indiler ve denize yakın gölgelik bir masaya oturdular.
Garson geldi ve siparişlerini aldı. Bu sırada Neriman her zaman yaptığı gibi
yani damdan düşer gibi lafa girdi;
-
Ya bu Aysu seni neden bu kadar yıktı
anlamıyorum. Liseli gençlere döndün ha. Hiç mi kadın sevmedin hiç mi aşık
olmadın oğlum? Bu ne böyle yapış yapış? Biraz kendine gel lütfen.
-
Yine bu konudan mı konuşacağız?
-
Evet, efendim yine bu konudan konuşacağız. Kendini
harap etmene dayanamıyorum. Hem de Aysu için.
-
Hem de Aysu için derken Aysu’ya haksızlık
etmiyor musun?
-
Bak bana hala Aysu’yu savunuyor.
-
Savunduğumdan değil, beni yanlış anlama.
-
Seni yanlış anlıyorsam bu benim değil senin
hatan, demek ki sen bana kendini doğru aksettiremiyorsun. Ya seni az çok
tanıyorum. İçine kapalı bir insan olduğunu da biliyorum. Ama benim, ben
Neriman. Benden de mi gizleyeceksin? Ne oldu, neden bu kadar yıkıldın? Sana darılmaya
başlayacağım, benden gizleyecek kadar özel ne olabilir ben sana bu kadar
yakınken?
-
Saçmalama lütfen, konunun seninle alakası yok,
konu benimle alakalı.
-
Yapma ya! Bak bunu duyduğuma sevindim. Çocuk mu
kandırıyorsun sen?
Konuşma
devam ederken garson kahvaltı servisini getirdi ve kelimenin tam manasıyla
sofrayı donattı. Bal tereyağı, domates, salatalık, yumurta ve kahvaltı
denildiğinde akla her ne geliyorsa. Mustafa;
-
Buranın böyle kahvaltı servisi olduğunu
bilmiyordum dedi. Neriman;
-
Lafı değiştirme şimdi, sorun ne paylaş benimle
dedi ve Mustafa’nın eline dokundu.
Bu sıcak dokunuş Mustafa’nın içini titretti.
Hiç hatırlamadığı anne figürü canlanmıştı sanki karşısında. Hemen elini çekti
ve bir zeytin attı ağzına.
-
Ne anlatayım ne istiyorsun?
-
Neden bu haldesin? Bu Aysu sana ne yaptı ki bu
hale geldin? Ben seni güçlü bir kişi olarak görüyordum. Ama şimdi bu perişan
vaziyettesin neden?
-
Nedeni şudur diyemem Neriman. Ama bu benim
geçmişimle alakalı.
-
Ne geçmişi? Ulan Aysu işe gireli daha bir sene
olmadı.
-
Onun geçmişiyle değil benim geçmişimle alakalı.
-
Nasıl yani bu Aysu senin çocukluk aşkın filan
mıydı?
-
Hayır ya ne alakası var, sen beni dinleyecek misin?
-
Tamam tamam dinliyorum.
-
Yorumlarını sona saklarsan sevinirim. Ben kolay
bir çocukluk geçirmedim Neriman, bunu az çok sende biliyorsundur. Muhakkak
konuşmuşuzdur.
-
Evet
-
Biliyorsun benim annem babam ben küçük yaştayken
ayrıldılar ve ben babamın yanında kaldım. Yani birkaç anı dışında annemi hiç
tanımadım. Tam annemi göreceğim diye karar almaya çalışırken de kanserden
öldüğü haberi geldi.
-
Evet, Allah rahmet eylesin.
-
Yani içimdeki anne figürü hep boş kaldı. Bu
yüzden benim aşklarım hep sancılı geçmiştir. Bilirsin klişeleşmiş söylemi; her
kız aşık olduğu kişide babasını ve her erkek aşık olduğu kişide annesini arar.
Bu çok klişe bir düşüncedir ama klişe olduğu yanlış olduğu anlamına gelmez.
-
Evet haklısın.
-
İşte bende aşık olduğum her kadında annemi
aradım. Önceleri bunun pek farkında değildim. Ama sonraları farkına vardım.
Annemi birkaç anı dışında da hatırlamıyorum. Sanırım uzun boylu ve kumraldı.
-
Sen kısa boylu olmayasın sakın o zamanlar?
-
Neyse ne, benim hatırladığım bunlar. İşin özü
Aysu’ya aşık olma nedenimde buydu. Aysu benim için hiçbir zaman sahip
olamadığım ulaşamadığım anne figürü haline dönüştü zamanla.
-
Anlıyorum.
-
Anladığını sanmıyorum, anlamak için yaşamak
gerekir. Bir yolda yürümekle o yolu bilmek farklı şeylerdir.
-
Seni anlıyorum ama ısrarına anlam veremiyorum
Mustafa. Belki de bu ilişki başlasaydı
Aysu’nun annen olmadığını anlayacaktın.
-
Bir ihtimal üzerine mi konuşuyorsun?
-
Hayır, gerçeklerden bahsediyorum sana. Hiç kimse
senin annen değil ve hiç kimse senin annen olamaz. Bu arayıştan vazgeçmelisin.
Bu arayıştan vazgeçmediğin sürece asla mutlu olamayacaksın bunu anlamıyor
musun? Mevzu Aysu ya da bir başkası değil. Mevzu sensin. Aslında ne zamandır
bunu sana anlatmayı düşünüyordum. Yeter artık, kurtul şu annenin hayaletinden!
Ortam
bir anda sessizleşti. Mustafa Neriman’nın iri kahverengi gözlerine uzun uzun
baktı. Sonra düşünmeye başladı. Önce çekinir gibi olmuştu ama hayır Neriman’dan
utanmıyordu ve söyledikleri doğruydu. Yalnızca bunu nasıl yapacağını
bilmiyordu. Kendini biraz toparladıktan sonra;
-
Nasıl diye sordu, bunu nasıl yapabilirim?
-
Bunu ben sana söyleyemem. Nasılı sana kalmış. Kolay
olmayacağının da farkındayım ama bunu gerçekleştirmelisin. Bu şekilde mutlu
olman imkansız, bu şekilde huzuru bulman imkansız. Aysu gider, başkası gelir, o
gider başkası gelir ve bu arayış seni her zaman mutsuz eder. Bu sonu olmayan
bir arayış, bu arayıştan vazgeç ve yoluna devam et. Ben her zaman yanındayım.
-
İşe nereden başlayacağımı bilmiyorum.
-
Ben sana bir başlangıç noktası göstereyim mi?
-
Evet
-
Biliyorum öfkelisin ve biliyorum bu sana zor
gelecek ama bunun başka bir yolu yok. Annenin peşine düş ve onu bul.
-
Nasıl yani, annem öldü?
-
Git ve annenin mezarını bul, yaşadığı yerlerde
gezin Onu tanıyanlarla konuş. Teyzelerinle tanış.
-
Bunu yapamam.
-
Ama yapmalısın, yoksa kafandaki annen asla
ölmeyecek ve Onun hayaleti sonuna kadar seni takip edecek.
-
Ama
-
Aması maması yok, bunu yapacaksın ve bende
yanında olacağım.
Neriman
kesin, sert ne net konuşmuştu. Mustafa hiç bir şey söyledi. Yalnızca denize
baktı ve düşünmeye koyuldu. Bu sırada da Neriman Mustafa’yı izliyordu. Ama bu
izleyiş bir dostun bir dostu izlemesinden çok uzaktaydı. Neriman daha Mustafa’yı
tanıdığı ilk günden itibaren Mustafa’ya ilgi duyuyordu. Ama bunu bir türlü
açığa vuramamıştı. Zor bir durum yaşadığının farkındaydı. Ama o ‘Bizin Neriman’dı.
Dosttu, arkadaştı, iyilik perisiydi. Hiç kimse Onu bir kadın, bir dişi olarak
görmemişti. Zaten Mustafa’dan başkasının da Onu böyle görmesini istememişti.
Sevdiği adamın aşk acısına merhem olmayı göze alacak kadar çok seviyordu Onu.
Ama elinden bir şey gelmiyordu. Zorla kendini sevdiremezdi ya kendini adama.
Ama maden seviyorsa Onun iyiliği için çabalayacaktı. Gerçek aşk bunu
gerektirirdi. Aksi düşünülemezdi. Aksini Neriman yapamazdı, yapmadı da zaten.
Her zaman Mustafa’nın mutlu olmasını istedi, elinden gelsin ya da gelmesin.
Mustafa
biraz düşündükten sonra Neriman’a baktı. Neriman’ın iri kahverengi gözleri ve rüzgârda
dalgalanan sapsarı saçlarına, kendini toparladıktan sonra;
-
Tamam dedi, tamam dediğini kabul ediyorum. Çok
mantıklı konuşuyorsun. Önce kafamdaki anne hayaletini gömmeliyim. Benim yanımda
olduğun için sana minnettarım. O zaman yarın ilk uçakla İzmir’e gidiyoruz.
-
İzmir’e mi?
-
Evet çünkü benim annem İzmir’liydi. Otel filan
ayarlayalım. İzin durumuna bakalım. Çok Haklısın Neriman, çok haklısın ve iyi
ki varsın. Canım arkadaşım benim.
-
İzin durumunu hallederiz, oteli de kafana takma.
-
Neden?
-
Unuttun mu bende İzmir’liyim…
Bu
cümle Mustafa’da ufak çapta bir şok etkisi yarattı. Neriman’ın gözlerinin içine
baktı. Neriman’da Onun gözlerinin içine bakıyordu. Neriman’a hiç bu gözle bakmamıştı.
Birden bire kendinden utandı ve kafasını denize çevirdi. Ama Neriman’ın hayran
bakışları hala Mustafa’nın üzerindeydi. Bir süre sonra Mustafa Neriman’ın elini
tuttu ve ;
-
İyi ki varsın Neriman, sensiz ne yapardım
bilmiyorum dedi.
Neriman’ın
adeta nutku tutulmuştu. Elinden gelen sıcaklık bir anda tüm vücudunu kapladı.
Neredeyse kontrolünü kaybedecekti. Ama bir anda kendini toparlama gereği
hissetti. Hemen bir cevap vermesi gerekiyordu ve aslında hiç söylememesi
gereken cümle döküldü dudaklarından;
-
Ne demek iyi dostlar bugünler içindir…
(
İhtimal başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
8/12/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.