Ben, 1979'da, Zafer İlkokulunda 5.
sınıfta okurken o yıl Dünya Çocuklar yılı ilan edilmişti. Bilmiyorum yaşıyor
mu, yaşıyorsa Allah uzun ömür versin Ahmet Özlü diye bir hocamız vardı. Bana bu
konuyla ilgili bir şiir yaz dedi. Şiir yazmaya ilk defa öyle başladım. Daha
sonra da şiire devam ettim.
Lise’yi Çorum İmam Hatip Lisesinde
okudum. Kültür Edebiyat Kolunda gönüllü olarak sürekli görev aldım. Ahmet Yetim
hocamız bu kolun uzun yıllar sorumluluğunu yaptı. Onun teşvikleriyle okulumuzu
temsilen bir çok yarışmaya katıldım, bazı dereceler yaptım. Ahmet Yetim
hocamızdan şiirle ilgili ilk temel teknik bilgileri öğrendim. Ama itiraf edeyim
ki Edebiyat hocalarımızdan aynı ilgi ve alakayı göremedim.
Üniversite yıllarında çok şiir
yazdım. Burada da Türk Dili dersi hocamız benim yazdığım bir şiiri bir
arkadaşın defterinde görmüş. Şiiri okuyunca bu şiir kimin diye sormuş. O
arkadaş ta beni gösterdi. Yanıma geldi, “şiir yazıyormuşsun, bu şiir hoşuma
gitti, dersten sonra seninle görüşelim” dedi. Görüşmemizde benim teknik olarak
eksiklerimi, hatalarımı bir çırpıda bana gösterdi. Bunlara dikkat edersen bence
iyi bir şair olabilirsin dedi.
Bu hocamızla görüştüğüm bu 5-10 dakika
sonunda benim şiir dünyam tamamen değişti. Artık yazdığım eski şiirlerin, basit
ve teknik hatalarla dolu olduğunu anlamıştım. Dolayısı ile bu tarihten önce
yazdığım şiirleri sadece bir amatör karalama olarak değerlendiriyorum.
Hale: Ama şiire de böyle
başlanıyor. Bu yaşlarda...
Tabii ki. Önemli olan çok şiir yazmak
mı? Hayır, çok şiir yazmak önemli değil ama insan bir şey üzerine ne kadar çok
alıştırma yaparsa onu o kadar iyi pekiştiriyor. Onu öyle düşünmek lazım…
Şiire başlamamın nedenlerini düşündüğüm
zaman... Kendi iç dünyamla ilgili sanırım. İnsanın kendi iç dünyasında kendi
kendisiyle konuşabilmesi… Sürekli yaptıklarını hesaba çekip, yapmak
istediklerini, hayallerini kafasında canlandırması, tabiri caiz ise kendi iç
dünyasıyla kontak kurması sonucu oluşan hal şiiri oluşturuyor sanırım.
Bakıyorsunuz bir çocuk biraz içe
kapanık ise -bu tamamen soyutlanmış şekilde değil, çünkü o zaman da hiç bir şey
yapamaz- yaşadıklarını, gördüklerini kafasında sorguluyorsa onda da bir sanat
istidadı başlıyor. Şiir yazıyor. İşte insan bazı olayları görecek, bazı şeyleri
okuyacak, olayları yaşayacak, onları kendi dünyasında, hafızasında bir daha
temize çekecek ve ondan etkilendiklerini, içinde kalan tortuları o zaman belki
basit de olsa kelimelere dökecek. Şiir böyle doğuyor. Ben de böyle başladım
şiire.
Hale: İyi bir okur musunuz?
Çok okurum ama iyi bir okur olduğumu
düşünmüyorum. Çünkü iyi bir okurun bence okuduklarını hafızasında tutması
gerekir. Bende biraz unutkanlık var. Gerçekten okumayı çok seviyorum. Diyelim ki
bir yerde beklemeniz gerekiyor, ben beklemekten çok sıkılırım ama elimde bir
şey varsa, bir takvim yaprağı, cebimdeki eski bir notum, o andaki herhangi bir
şey, okurum. Çok kitabım var. Hanımla da bu yüzden biraz tartışıyoruz.
(gülüyor)
Şiir konusunda da şunu rahatlıkla
söyleyebilirim; binlerce şiirim olana kadar keşke binlerce şiir kitabı okumuş
olsaydım.
Ama şiir okumak, sadece bir şiiri
okuyup geçmek değil. Bu da yanlış anlaşılıyor herhalde. Şiiri okumak aslında
şiiri iyice didik didik etmektir. Biz sadece okuyup geçiyoruz. Bunu ben de
yapıyorum maalesef. Bakıyoruz, tarzı hoşumuza giderse onunla ilgileniyoruz. Ama
okuyup geçmemek lazım… Aslında şiir okumak çok farklı bir şey…
Hale: Peki, hangi şairleri takip ediyorsunuz,
hangi şairleri beğenerek okuyorsunuz?
Benim ilk dikkatimi çeken şair Mehmet
Akif Ersoy ve tamamıyla okuduğum ilk şiir kitabı da Safahat'tır. Daha sonra
Abdurrahim Karakoç ve Necip Fazıl... Beni en çok bu üçlü etkilemiştir.
Abdurrahim Karakoç'u halk edebiyatı tarzında -ya da bilmiyorum edebiyatçılar ne
der ama modern halk edebiyatı tarzında- ben onu bir idol olarak görüyorum.
Özellikle hiciv ve taşlamaları çok hoşuma gidiyor. Karakoç’tan çok etkilendim.
Özellikle Vur Emri, Dosta Doğru, Suları Islatamadım gibi eserlerini çok okudum.
Yine Necip Fazıl beni etkileyen bir
başka şair ve onun gönül dünyamda müstesna bir yeri vardır. Gerek sanatıyla,
gerek fikirleriyle, poetikasıyla Necip Fazıl'ı şiirde bir zirve olarak
görüyorum. Onun taklit edilebileceğini de pek sanmıyorum.
Yeni şairlerden mesela Cemal Safi,
hoşuma gider. Kenan Bey’in (Yaşar) şiirlerini gerçekten beğeniyorum. İlk
Kitabını, 2005'te çıkan kitabını okuduğumda 'güzel bir şiir kitabı okudum, bu
zamana kadar okuduğum şiir kitapları içerisinde en güzeliydi' dedirtti.
Artık günümüzde şiir anlayışı çok
değişti. Hep eski, aynı şeyleri okumak ta belki bir kısır döngü sayılabilir.
Ortalıkta biraz fazla şiir ve şair
var. İnsanlarda iyi cesaret var. 50 tane şiiri olan hemen kitap basıyor.
(gülüyor) Ben, -bu sene 30. yıl- bu sene ilk kez bir şiir kitabı çıkarmaya
niyetlendim. Şakir Çıplak hocamla görüştük geçenlerde. "Şiir kitabı basma
zamanın gelmiş artık, şiirlerini kitaplaştır." dedi. Bu söz de benim için
de sevindirici oldu.
Şiiri herkes okuyor, dergide
yayınlıyoruz insanlar okuyup geçiyor ama şiirden anlayan insanların okuyup da
takdir etmesi, yön vermesi daha sevindirici.
Hale: Ne zaman çıkacak kitap?
Bu yıl çıkarmayı düşünüyoruz,
bakalım. Tabi nasip. Yalnız çok ince eliyoruz, şurada hatamız olmasın, bu şiiri
koyalım mı koymayalım mı, şu bölüm olsun mu olmasın mı filan. Bakalım yani.
Hale: Edebiyat dışında bir mesleğiniz var,
ziraat mühendisisiniz. Edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir mesainiz var. Bunun
dışında da yazmaya ve okumaya vakit ayırıyorsunuz. Nasıl dengeliyorsunuz bunu?
Keşke tek işim yazmak olsaydı dediğiniz oluyor mu?
Aynen söyledikleriniz oluyor. Ben
İmam Hatip Lisesini bitirdiğimde hedefim tarih, edebiyat veya ilahiyat
okumaktı. Ancak ailemin yönlendirmesi ile –babam Tarım İl Müdürlüğünde
çalışıyordu- Ziraat Fakültesine girdim. Aslında bu okula girişim tamamen bir
tercih hatasıydı. Hatta okula gittiğim gün ben okulu bıraktım, çok ilginçtir.
Sabah Erzurum'a gittiğim otobüse aynı gün akşam binip geri döndüm. (gülüşmeler)
Geldim buraya, babam şaşırdı. "Hayırdır" filan dedi. "Ben"
dedim, "okula gitmeyeceğim, ziraatçı olmak istemiyorum. Ya edebiyatçı
olacağım ya da ilahiyatçı olacağım." Tabi ertesi gün bizi geri gönderdi.
(gülüyor)
Ama ben yine de bu mesleğimi de
seviyorum, o da ayrı. Mesleğimle ilgili de “Süt Sığırcılığı ve Yem Bitkileri
Tarımı” isminde yayınlanmamış bir kitabım var. Yani yazmayı sadece edebiyat
açısından değil, kendi mesleğimle ilgili de yazmayı çok seviyorum.
Hale: Dergicilik zor bir iş… Küçük şehirde
dergicilik yapmak daha da zor… Aşkın E-Hali'nin uzun ömürlü ve başarılı
olmasının sırrı nedir?
Başarının sırrı ilk önce sevmekten
geçiyor. İşe gönül vermek, onu ciddiye almaktan geçiyor. Başta dergimizin
sahibi Kenan Yaşar ve diğer arkadaşlar edebiyatı gerçekten sevdiklerinden, bu
işe değer verdiklerinden bu dergi ortaya çıktı ve 15. sayısıyla hala ayakta.
Kenan Beyle önceden tanışıyorduk ama
ben Kenan Beyin şiir yazdığını bilmiyordum, o da benim edebiyatla uğraştığımı
bilmiyormuş. Kenan Bey ilk şiir kitabını yayınlayınca edebiyatçı yönlerimiz
ortaya çıktı.
Ben Aşkın E-Hali'nin ikinci
sayısından itibaren dâhil oldum. Dergiyi ilk gördüğümde "Bu dergi nerede
çıkıyor" dedim. "Biz çıkarıyoruz" dedi. Kenan Bey, 'Bizim
dergiye seni de dâhil edelim, şiirlerini getir, yazı yaz" filan dedi. Ben
aslında şiir haricinde yazmayı, öyküyü, denemeyi de bırakmıştım, sadece şiirle
ilgileniyordum. Aşkın E Hali’ne bu şekilde dahil oldum.
Dergicilik -dediğiniz gibi- çok zor.
Bir kere, dergi okuyucuyla ayakta kalıyor, abone sistemiyle ayakta kalıyor.
Geçmişte de Erzurum'da çıkan dergilere yazı götürüyorduk ama onlar
yayınlamıyorlardı. Bu dergilerin kendi kadroları vardı. Kendi yazarları
dışındakilere yer kalmıyordu.
Çorum gibi ufak bir çevrede 48
sayfalık bir dergi çıkarmak kolay değil. Çorum'da edebiyatla uğraşan kişileri
saymaya kalksanız, herhalde 15–20 kişi sayarsınız. Onlar da zaten bilinen
insanlar. Bu insanların da hepsi bir araya gelemiyor, herkes bir dergi çatısı
altında toplanamıyor. Büyük bir cesaret… Aslında Kenan Bey'in
fedakârlıklarıyla, rahmetli Paşa (Çeten) Ağabey ve Metin (Demirci) ağabeyin de
heyecanlarıyla devam ediyor. Bugünlerde derginin 15. sayısı çıkmak üzere. Biz
de katkılarda bulunuyoruz. Ama gerçekten zor...
Hale: Sizce şiire ve edebiyata hatta
edebiyat dergilerine rağbet var mı?
Geçenlerde bir yazı okumuştum:
"Şiire yeteri kadar ilgi var mı?" diye sormuş bir şair. Diyor ki;
"Şiire ilgi var ama şiirin alıcısı az, satıcısı çok." Herkesin şiir
yazdığı bir ortamda herkes kendi şiirini okuyor. İnanın bazen öyle şeyler
oluyor ki; dergiyi alıyor, 48 sayfa içerisinde adam açıyor kendi şiirini ya da
yazısını okuyor, kapatıyor. "Bu adam ne yazmış, benim dergideki yazar
arkadaşlarım kimdir, kimler sürekli yazıyor?" demiyor. Yani bir pazar
düşünün, herkes bir şey satıyor. Ama herkes satıyor, alıcı yok. Edebiyat dergiciliği
de böyle. Şunu da söyleyeyim; dergiyi görenler Çorum'da çıktığına inanmıyorlar.
Çorum’da dergicilik gerçekten bir
cesaret işi… Ama o cesaret tamamen edebiyatı sevmekten, Çorum'a bir katkı
yapmayı istemekten kaynaklanıyor. Çorum'da geçmişte çıkmış dergiler var. Belki
onlar ilk çıktığında da bazı insanlar değer vermediler, burun kıvırdılar ama
bakıyorsunuz bugün onlar bu şehrin hafızası niteliğinde.
Hale: Daha öncesinden de dergicilik
tecrübeniz oldu mu?
Daha önce de söylediğim gibi ben İmam
Hatip'te okurken Kültür Edebiyat kolunun müdavimlerindendim. Sedat Akçakoyunlu
ile filan aynı dönemiz. Ahmet Yetim hocamız vardı. O da kolun yöneticisiydi.
Okul gazetesi, duvar gazetesi filan çıkarıyorduk. Bazen öyle oluyordu ki; tek
başıma bütün gazeteyi o ay ben çıkarmak zorunda kalıyordum. Yayıncılık da
oradan geliyor demek ki. Bunun yanında Gülpınar ve Mısraların Dili dergilerinde
yazarlık yaptım.
Hale: Sizin müzikle de ilginiz var.
Bestelenmiş şiirleriniz var. Şiirin de bir müziği var aslında. Müzik ve şiir
birbiriyle çok ilişkili… Bu iki sanatla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Benim ortaokul, lise yıllarında şiiri
bu kadar benimseyip üzerine düşmemde, -kendime şair sıfatı takmayayım ama- bize
şair denilmesinde müziğin gerçekten çok büyük etkisi var. Müziğin bendeki
etkisi belki dergimizde yazan diğer şairlerden çok daha fazladır. Ben müziği
çok seviyorum.
Bizim yetiştiğimiz dönemlerde Türk
müziğinin -halk müziği ya da sanat müziği olsun hatta pop müzik, arabesk müzik
olsun- en güzel örneklerinin verildiği yıllardı. Türkiye, o zamanlar çok büyük
sıkıntılardan geçiyordu aynı zamanda. Olaylar, sağ-sol çatışmaları vardı,
köylerden şehirlere göçler başlamış, yine aynı şekilde yurtdışına göçler
başlamıştı... Biz de aile olarak memleketimizi bırakıp Ankara’ya taşınmışız.
İlkokul 4 e kadar ben Ankara’da okudum. Bunların etkileriyle gurbet, hasret
duygularının ağırlıklı olduğu tınılar, insanların şehirlere adapte olmada
yaşadığı zorlukları işleyen melodiler o zamanki müziği şekillendirdiği gibi,
benim de duygusal yönüm bunlarla besleniyordu. O güzel örneklerle büyüdüğümüz
için onlara karşı bir heves vardı. Ben müziği o yüzden çok seviyorum. Bundan
dolayıdır, ben daha çok bir hece şairi oldum. Serbest tarzda şiirler yazsam da
ağırlıkta hece şiirleri var.
Müzikle şiirin örtüşmesi konusunda
şöyle bir şey var: mesela Yahya Kemal'in şiirlerini üstat Münir Nurettin Selçuk
çok bestelemiş. Hatta sormuşlar "üstat, neden daha çok Yahya Kemal'in
şiirlerini besteliyorsunuz veya onda ne buluyorsunuz" diye. Üstad Münir
Nureddin ise cevaben "onlar bana besteli geliyor" demiş. Yani o kadar
şairle ve şiiriyle bütünleşiyor ki bestekârı, onun içindeki melodiyi alıyor,
notalara döküyor. Bundan dolayı benim ilk şiirlerim de müzikle alakalı. Daha
sonra, eğitim kültür birikimiyle daha toplumcu şiirler yazmaya çalıştım.
1989-90'lı yıllarda Milliyet
Gazetesi'nin Müzik Magazin Dergisi vardı. Orada Mısraların Dili bölümünde
şiirlerimiz yayınlanmıştı. Mesela 30 Temmuz–5 Ağustos 1990 tarihli sayısında
benim 'Leyla' isimli bir şiirim çıktı. Bu şiiri, şu anda Samsun Belediye
Konservatuarında Türk Müziği bölüm başkanı olan Erdal Şahin okuyor, bunu
besteliyor. Ve bu şiir TRT repertuarına giriyor.
Ben bu segah şarkıyı TRT'de dinledim.
Ancak şarkının sonlarına denk geldim. "Bu" dedim "benim şiirime
benziyor." (gülüyor) Arkadaşlar, "şiir şiire benzemiştir" filan
dediler, ilgilenmedim. Daha sonra tesadüfen internetten bir şey ararken bu
şarkı çıktı. Söz Halit Yıldırım deyince ben Suat (Kıyak) Hoca'ya telefon ettim,
varsa bu şarkının notalarını göndermesini rica ettim. Notalar geldi, bir baktım
gerçekten benim şiirim. Daha sonra Erdal Şahin'le görüşme şansım oldu, o da çok
şaşırdı, "19 sene sonra söz yazarıyla tanışıyorum" dedi.
Üniversitede Sanat Müziği
korosundaydım. Hocamız Tevfik Soyata’ydı. Ondan bazı temel bilgileri aldım.
Daha sonra rahmetli Emir Yadigâr’dan ud öğrenmeye başladım. Ama musikide ilk
ciddi hocam Eczacı Enver Leblebicioğlu’dur. Onun sayesinde ud ve nota bilgimi
artırma fırsatım oldu.
Bizim Suat Kıyak Beyle ortak
çalışmalarımız oldu. 8–10 tane şiirimi besteledi. Hatta İlk Sevda isimli
nihavent şarkıyı TSO Türk Sanat Müziği Korosu konserinde Nimet Alpoğlu
seslendirdi.
Yine tasavvuf musikisiyle de
ilgileniyorum. Ud çaldığım için amatörce beste çalışmaları da yapıyoruz. Sağ
olsun Enver Leblebicioğlu hocadan biraz feyizlendik. Müzikle bağlantımız da bu
şekilde.
Hale: Çok fazla şiir heveslisi var fakat
şiir çok okunmuyor, edebiyat dergileri çok satmıyor. Bu tezadı nasıl açıklamak
lazım? Şiir yazmak bir ayrıcalık mı?
Bunu ben şöyle değerlendiriyorum;
şiir yazmak bir ayrıcalık mı? Belki değil ama insanların bulunduğu muhite göre
bir ayrıcalık oluyor. Örneğin üniversite. Özellikle gençler arasında yaygın.
Diyelim ki üniversitede okuyor 8–10 kişilik bir arkadaş grubu içerisinde bir
şeyler karalıyor. Ve onlar da bunu okuduğu zaman güzel olmuş dediğinde onu bir
şekilde teşvik etmiş oluyor. Bizim de başımızdan bu tür şeyler geçti. Ama
dediğim gibi bizde bir tembellik var. Kendimizden başkasını okumuyoruz,
araştırmıyoruz.
Mesela eskilerin çok güzel bir deyimi
var; -ben şiir yazmak diyorum Metin Ağabey, şiir yapmak diyor onun dediği gibi-
‘Bir beyit yapmak bir beyt yapmaktan
daha zordur’ diyor eski şairler. Beyit, bildiğiniz gibi iki mısralık bir
şiir. Beyt, Arapça ev. Yani bir beyit yazabilmek bir beyt yapmak gibi bir şey.
Kalemi almak, bir şeyler yazmak güzel şey ama bunu yazarken bunun tekniği
nedir, ben bunu birisine götüreyim, okutayım, usta çırak ilişkisi içerisinde
birilerinden feyiz alayım gibi bir şey yok maalesef.
Ve insanlar değer yargıları değiştiği
için, yani bir dejenerasyon -bu kelimeyi de kullanmak istemiyorum ama- değer
yargılarında biraz bozulmalar var. Mesela artık diyorum ki; sevgi kelimesi,
sevmek kelimesi, aşk kelimesi çok fazla ayağa düşen kelimeler haline geldi.
İnternet sitelerinde filan öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, insanın konuşurken
utanacağı şeyleri adamlar şiir diye yazabilmişler. Bunun adına 'kaleme
özgürlük' diyerek çok saçma sapan bir kılıf da buluyorlar. Bundan dolayı da
bakıyorsunuz bu kadar şiir var, bu kadar şair var, yüzlerce şiir kitabı var ama
geriye dönüp baktığınız zaman, Mehmet Akif diyorsunuz, Necip Fazıl diyorsunuz,
Faruk Nafiz diyorsunuz, İsmet Özel diyorsunuz, Sezai Karakoç diyorsunuz. Zaten
önemli olan kalıcı olmak…
Hale: İnternet dergiciliğini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İnternet erişimi en kolay ve belki de
en masrafsız bir araç günümüzde. Ancak bu tür siteler popülarite üzerine
kurulmuş ve ticari kaygılarla öne çıkmış durumda. Yani ne kadar çok üyesi
olduğuyla ilgileniyor. Bu yüzden iyi kötü, etik, estetik kaygılar arada kayboluyor.
Eğer bu değerler ölçüsünde faaliyet yapılsa çok faydalı olur inancındayım.
Hale: Peki,
gençlere, şiire yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Gençler bir kere şiir yazıyorsa
eleştirilmekten korkmayacak. Eleştirildi diye de yırtıp atmayacak. Eleştirilecek,
o eleştiriyi hazmetmesini bilecek ve okuyacak. Bu işi birinci ayağı okumaktan
geçiyor. Ama okumak, dediğim gibi, bir şiiri okuyup geçmek değil. Okuduğunu
anlamaya, tekniğini kavramaya çalışacak. Dilini geliştirmesi için okuması,
birilerine yol sorması gerekiyor. Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle, okuduğumuz
şairlerin ne dediğine değil, nasıl söylediğine odaklanmamız lazım.
Şiir yazarken duygu ve öykünün
yanında orijinallik ve söylenmemişi söylemek, keşfetmek şairin hedefi olmalı
bence. Birilerinin yazdıklarının bir benzerini yazabiliriz, hatta daha da
iyisini yazabiliriz. Ama önemli olan orijinal bir şey yazmak ve orijinal olarak
kalabilmektir. Bunun yanında kalıcı olabilmek; teknik bilgi gerektiriyor ve
edebiyat aslında güzel söz söylemek ama biraz da edepli olmak gerekiyor diye
düşünüyorum.
Hale: Son olarak ne söylemek istersiniz?
Sayfalarınızda
bana kendimi anlatma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.