Müziklerin Efendisi
Müslüm Baba
Çeker gider
hayatımızdan birileri her gün. Yeri dolmaz aslında gidenlerin. Gelenler sadece
kendilerine ayrı bir yer açar. Unuttuk dediğimiz anda hatırlarız tekrar her
şeyi. Hala gülüşü kulağımızdadır, gözleri gözlerimize bakar. Sözleri dolar
içimize mazinin derinliklerinden. Kimi hayırla, kimini kırgınlıkla, kimini
öfkeyle yâd ederiz. İşte Müslüm Gürses de içimizde bir boşluk bırakarak gitti
aramızdan. Şarkılarını bıraktı gönlümüze. Yeri dolmadı dolamaz da… hayatta bir
şeylere itirazı olanların, yıkılmışların, duyguları ağır yaralıların, bahtına küskünlerin
sesi olmuştu Müslüm Baba…
Üç yıl önce aramızdan
ayrıldığında şunları yazmışım. Yine paylaşmak istedim.
Hızlı bir değişim
yaşandı bu topraklarda... Uzun süren savaşlarla yorgun düşen, istiklali uğruna
nice ocaklarının söndüğü bu toprağın insanları bir de zoraki yaşadığı kültürel
değişimle sarsıldı. Devletin kurucusunun "milletin efendisi" dediği
taşra insanı, ilerleyen yıllarda itilip kakılırken, horlanırken hep muhafaza
etti bu efendiliği... Efendiliğinden asla taviz vermedi ve bu konuda Atasını
yalan çıkarmadı.
Giyiminden, kuşamından
dinleyeceği müziğe kadar her şeyi birileri tarafından dayatıldı insanımıza. Ama
insanımız da aleni bir şekilde karşı çıkmadı bu dayatmalara yine efendiliğe
verdi ama kabul de etmedi tüm bunları.
Ekmek derdine
düşülmüştü bir kere. Toprak karın doyurmuyordu, çoraktı, susuzdu. Öküzle,
sabanla, elle, tırnakla çalışıyordun ama ya kuraklık oluyordu, ya sel. Mahsül
ya ortakçıyla, ya yarıcıyla, ya da ağayla bölüşülüyordu. Tahsildarlar da
cabası.
Almaya kapısı
açılmıştı bir umut olarak... Bir de büyük şehirlerde ayak işleri vardı,
amelelik vardı inşaatlarda... Kimi Almanya yoluna düştü, kimi Ankara, kimi
İstanbul, İzmir... Üç kuruş kazanıyordu ama hasret, gurbet, sıla, ana, baba
derdi ciğerlerine kadar yakıyordu gariban Anadolu insanını. Ya bir de bu yaban
ellerde itilmesi, kakılması, horlanması... O da ayrı bir dertti.
Büyük şehirlerin
kenarlarına tutundu gece kondurduğu derme çatma barakalarıyla... Sadece başını
sokacak bir gölgelik çatıydı bu evcikleri o kadar. Gecekondu dediler adına. Ne
bilsindi bu insanlar imar, tapu, ruhsat, altyapı ne demek...
Buralara gelirken
umutlarını, inançlarını, değerlerini, kültürlerini de beraber getirdiler
yanlarında, yüreklerinde... Bağlamasını, kavalını, kemençesini, akordiyonunu
getirenler de vardı. Onlar yanık türkülere, uzun havalara sevdalıydılar. Ne
anlarlardı cazdan, operadan, tangodan. Türkülerini çalıp söylediler bir zaman.
Şehirde açıkhava
sinemaları vardı. Burada Mısır filmlerine özenti
şarkılı filmler oynuyordu. Bu sayede şarkılarla da tanıştılar.
Bunların çoğu Arap Müzikleri üzerine yazılmış Türkçe sözlü şarkılardı. Türk
Sanat Müziği sazlarıyla çalınan bu müzik hoşlarına gitmişti. Ama biraz ağır
geldi onlara.
Şehre ayak uydurmak
lazımdı. Hiç olmazsa radyolarda çalan şu gavur işi müziğe alışamasalar da şu
Arap müziği adaptasyonu şarkılar yerine; bağlamanın, neyin, kavalın,
darbukanın, bendirin, kemanın, udun, zurnanın, klarnetin beraberce çaldığı
kader, keder, gurbet, hasret, yokluk, parasızlık, umutsuzluk, gözyaşı dolu
sözlerle dillendirilen bir müzik icat ettiler. Yarı Türkü yarı Şarkı bir şeydi
bu. Bir de yanık yanık söylendi mi, arada bir gazel atıldı mı değme gitsindi...
Şehirli ağalar evlerine gecekondu dedikleri gibi müziklerine de Arabesk adını
vermişlerdi. Onu da dışlıyorlar, hor görüyorlardı. Ama baktılar ki bu işte para
var. Hemen paralarını yatırdılar bu müziğe, bir koyup beş almak için.
Bu müziği icat ve
icra edenler de bu garibanlar tayfasından insanlardı. Suat Sayın, Orhan
Gencebay, Ferdi Tayfur, Mine Koşan gibi kiminin şansı yaver gitti tutuldu.
Kimisi de bu zalim çarkın dişleri arasında öğündü, adları sanları unutuldu
gitti.
Bu şehir varoş
hattında şehre daha yakın olanlar Orhancıydılar. Biraz daha içerde kalanlar ve
gurbetçiler Ferdici... En kenarda olanlar, şehrin görünmez kurallarına ayak
uyduramayanlar, itilenler, dışlananlar Müslümcü...
İşte varoşların,
gecekonduların, talihsizlerin, gariplerin tesellisi, hayata tutunamayanların
babasıydı Müslüm Gürses...
1953 yılında Urfa'nın
Halfeti İlçesi Fıstıközü köyünde doğdu Müslüm Gürses... Geçim sıkıntısı o henüz
üç yaşında iken Adana'ya göç etmeye zorlamıştı. İlkokuldan sonra çalışmak
zorunda olduğu için okuyamamış, çay bahçelerinde türkü söylemiş, işler iyi
gitmeyince kunduracılık ve terzilik gibi işlerde çıraklık etmiş ve geçimini
kazanmaya çalışmıştı. 1967 yılında Adana Aile Çay Bahçesi'nde düzenlenen
yarışmaya katılmış ve birinci olmuştu. Aynı yıl TRT Çukurova Radyosuna Halk
Müziği Sanatçısı olarak girmiş, ilk plağını (Emmioğlu) 1968 de çıkarmış, asıl
çıkışını ise "Sevda Yüklü Kervanlar" isimli plağı ile yapmış bir
sanatçı olarak müzik dünyamıza merhaba demiş ve arabesk müziğin en fanatik
hayran kitlesine sahip baba bir isimdi.
Müslüm Gürses,
sanatçılığının yanında toplumsal bir itirazın da önderiydi. Müslüm Gürses
ünlendiği 70'li yıllardan bu günlere değil yaklaşık 45 yıldır kuşakları
etkilemiş, gerçek sevginin, kardeşliğin ve dayanışmanın şarkılarını
seslendirdi. Ezilmiş, dışlanmış, kültürel bir değişime zorlanmış, ekonomik
problemlerle boğuşan bir kesimin sesi olmuş bir sanatçıydı. Başbakanın bu
meyanda söylediği şu sözlerde çok manidardır:
"Merhum Müslüm
Gürses'in hayatı da bu toplumu aşağılayanlara verilmiş en güzel cevaptır. Zaten
ifadelerinde, yaptığı tüm müziklerde görüyoruz, hissediyoruz. Müslüm Gürses'in
sessiz devrimini her zaman hafızamızda diri tutacağız."
Zaten onun
"İtirazım Var" isimli şarkısı da bu sözlerin ispatı şeklindedir. Bu
şarkı aynı zamanda onun tüm şarkıların özeti gibiydi.
Müslüm Baba; üstün
yorum kabiliyeti, o buğulu bariton sesi, mütevazı kişiliği ve efendiliğiyle
Anadolu insanının gönlünde taht kurmuş bir insandı. Türkü ile başladığı müzik
hayatında seslendirmediği tarz kalmamıştı. Müzik otoriteleri bile istemeyerek
de olsa onun ustalığını kabul etmişlerdi.
Türkü ile başlamıştı
demiştik. Zaman zaman albümlerinde birer ikişer türkü okuduğu da olurdu,
"Müslümce Türküler" şeklinde tamamı türkü olan albümler de yapardı...
"Gönül Dağı, Zahidem, Hapishanelere Güneş Doğmuyor, Leylek Baba, Zülüf, Şu
Dağlarda Kar Olsaydım, Melanet Hırkası, Ela Gözlüm" gibi birçok türkü onun
yorumuyla daha farklı bir hal alıyordu.
Yine "Bir de
Benden Dinleyin" adıyla çıkardığı sanat müziği albümü de ayrı bir
güzellikteydi. "Seni Ben Ellerin Olsun Diye mi Sevdim, Rüzgar Söylüyor,
Söyleyemem Derdimi, Unuturum Diye Yorma kendini, Vurgun" gibi şarkılar da
onun yorumuyla buluşuyordu.
Arabeskin en yakıcı
şarkıları onun albümlerinde yer alıyordu. "Yıkıla Yıkıla, İtirazım Var, Bu
Şehir de Yaşanmaz, Ne Fayda, Meselem, Küskünüm, Kalleş Dünya, Köşe Kapmaca,
Tanrı İstemezse, Ağır Yaralı, Usta, Evlat, Gitme, Unutamazsın, Adını Sen
Koy" gibi en damar şarkıları ondan dinledi Müslümcüler...
Son yıllarda yaptığı
farklı albümlerle de yıllarca kendisini dışlayan ve müziğini küçümseyen
çevreler onu tanımaya, anlamaya ve sevmeye mecbur kaldılar. Özellikle Murathan
Mungan ile yaptığı "Aşk Tesadüfleri Sever" isimli albümü onun için
yeni bir dönüm noktası oldu. Bu albümde David Bowie, Garbage, Leonard Cohen,
Jane Birkin şarkılarına Mungan'ın yazdığı sözleri seslendirdi. 2004 yılında da
Rockİstanbul konseri ile Rockçılara ve elitlere kendini kabul ettirdi.
Ardından gelen
"Sandık" albümü ile de popçulara da kendini kabul ettirdi Müslüm
Baba... Bu albümde de Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Sezen Aksu ve kendi unutulmaz
şarkılarını söyledi.
Artık beyaz Türkleri
ve zenci Türkleri ile herkesin tanıdığı bildiği bir Müslüm Baba vardı. Ona
kısaca "Müziklerin Efendisi" desek yanlış olmaz sanırım.
Hayatı yaptığı müzik
gibi dramatik olan Gürses "hayat benim için zordu ama güzeldi"
ifadesi ile 60 yıllık hayatını özetlemişti. Hakkında doktora tezi ve birçok
makale yazılan Gürses artık aramızda yok. Müslüm Baba 3 Mart günü, her fani
gibi edebi yolculuğuna çıktı.
Allah rahmet eylesin.