Palamut
güzleri, pırasa, palamut gömülürdü toprağa
yemek için çıkarılırdı kar yağdığında
pırasa ne acıdır, ne de kokardı artık!
palamut; palamut ekmek arasında katık
unutulmuş, cücüklenmiş[1], gömüde
Kaşıkara’dan getirilen palamutlardan biri
babam, Taşınbaşında bir çalı dibini eşeledi
süğmüş palamudu özenle yerleştirdi
matarasındaki suyu özenle paylaştı
kenarını taşlarla çevrikledi
“-ey balamıd
Hoca’nın dedi-ğibi
bundan keyri “tevekkel Teal-Allah”
işdee görüp göreceğin su bu” dedi
Allaha haval(e) etti
canı kaçık[2] gece yağmurlarından
kaklıklarda[3] birikmiş, durulmuş sudan
küçücük avuçlarımla taşıdım palamutcuğa
kuşlar gagasından düşürdü belki
belki sürülerin gevişinden kaldı bir dağeriği
o yakınlar da dağ eriği yoktu ki
itinayla kökleyip arkadaş ettim ikisini
çok geçmeden babam “-İbirem” deye ünledi
seğirttim[4] getdim
“-bak! yeni yeni süğüyo alda ğet ora”
diye dört yapraklı bi payam findesini[5] gösterdi,
üşenmedi öğendirenin opsasıyla[6] kökleyiverdi..
komşu, kardeş oldular üçü, çalının kuytusunda
dedem çöğürle çonalamış-çotmuş[7] o çalı öbeğini
bir daha ne o payamı gördüm, ne de dağ eriğini
[1] cücük: tohumdan çıkan ilk yaprakcıklar, çimlenme, süğme, filizlenme
[2] canı kaçık: ımışık, ılımaya yüz tutmuş
[3] kaklık: taş oyuğundaki yağmur suları birikintisi
[4] seğirtmek / seyitmek : koşmak
[5] finde: fide, fidan, fidancık, şaşırtılacak körpe sebze
[6] opsa: övendirenin ucunda, pulluğun çamurunu sıyırmaya yarayan spatüle
[7] çonmak: birikmek, toplanmak, yığılmak, örelenmek, üşüşmek,
çonalamak: bir şeyin etrafını bir şeyler toplayarak saklamak,
çotmak: etrafını (etrafındakileti kesip kırarak) açmak