Perdeleri sıkı kapatın, ışık sızmasın diyordu babam. Tek odada toplam sekiz kişiydik; annem, babam ve altı kardeş. Akşam yemeğini yemiş sofrayı toplamıştık. Yemek salonumuz şimdi de oturma odasına dönüşmüştü. Birkaç saat sonra da yatak odası olacaktı altı kardeş için. Yüklükten döşekler indirilip bitişik nizam serilecek, altı kardeş tespih gibi dizilecektik.

     Perdeleri  sıkıca kapattı ablam, gaz lambasının ışığı dışarıya sızmasın diye. Kıbrıs’ta Rumlarla aramızda savaş varmış o günlerde ve karartma yapıyormuşuz. Anadolu’nun tam göbeğinde, böylesi disiplinli ve özümsenmiş bir davranışa o zamanlar anlam veremiyordum. Şimdi o zamanlara gidip imrenerek anlıyorum.

     Sonraları neler yaşandı pek hatırlamıyorum ama bu kareler hafızamda yer etmiş. Sebepleri nedir  bilemiyorum; belki düşmanın kabiliyetleri biraz abartılarak aksettirilmişti halka, beklide bu, bir yürek olmanın doğurduğu katkıda bulunma arzusunun doğal bir sonucuydu ama memleket bir harbin içindeydi ve silah seslerinden yüzlerce kilometre uzaktaki küçük bir köyde sanki askeri bir ordugahtaymış gibi ışık disiplini uygulanıyordu.

     Sabahın körüne karşı annemin bütün gayretine rağmen engelleyemediği tahta zeminin gıcırtılarıyla uyanırdım hep. Babam da birazdan ihtiyaç, tıraş ve giyinme süresiyle kahvaltının hazır olma süresini biyolojik kronometresiyle ayarlayarak kalkacak, annemin koyduğu çay suyundan tıraş tasına koyduğu su ve tahta sandalyenin üzerine hazırladığı tıraş malzemeleriyle iki perde tıraşını olacak, kahvaltısını edecek ve aradaki bir köyü de geçerek çalıştığı şehre kalkan otobüse binmek üzere dört kilometre uzaktaki nahiyeye gidecekti.

     Yürüdüğü yol boyunca bazen başıboş köpekler oluşundan, kış aylarında ise kurtların inebileceği endişesiyle ruhsatsız tabancasını da yanına alırdı. Hem kendisinin hem de annemin dualarıyla yola çıkardı. Akşam olup da aynı yolları teperek geriye dönünceye kadar bilemezdik neler olduğunu; tipiye yakalanıp bir yerlerde dondu mu, vahşi hayvanların saldırısına mı uğradı ya da ikisi birden mi.

     Bunların ötesinde, daha büyük vahşet şehirdeydi. Henüz ihtilal olmamıştı.

     Babam eve döndüğünde fabrikada olup biten kavgalardan ve hatta çatışmalardan bahsederdi. Bu da onu beklerken duyduğumuz  kaygıları, korkuları ikiye, üçe, beşe katlardı. Radyoda haberler başladığında bu anlamsız  kavganın tüm yurtta yürekleri yaktığını duyardık. Sağcılarla solcular kavga ederlermiş. Nedenini pek kavrayamıyordum o zaman, şimdi de anlam verebilmiş değilim ama sağcılar solcuları dövüyordur herhalde diye düşünürdüm. Öyle ye sağcıların sayısı çoktu, tanıdığım solak sayısı pek azdı. Sol elini kullanan bir arkadaşımız vardı ama biz onu dövmezdik, çok iyi arkadaştık. İnsan arkadaşını, kardeşini döver mi hiç?

     Büyük ağabeyim ortaokulu köyde bitirdikten sonra, nahiyedeki mi yoksa komşu kasabadaki liseye mi gitmesi hususundaki tartışmalar, mesafe, hava şartları ve okullardaki  kavga ortamları değerlendirilerek ikisinden de vazgeçilerek sonuçlandı. Ağabeyim de babamın çalıştığı şehirde hem de sanat okulunda okuyacaktı. O zamanlar Endüstri Meslek Lisesine sanat okulu derdik. Bir sanat öğrenmek önemli bir meziyetti. İki yıl sonra ikinci ağabeyim de aynı yolu izleyecekti.

     Ağabeyimin okul kararı şehirde bir ev kiralanmasını ve babamın da orada kalıp izinli olduğu günlerde gelerek tehlikeli yolculuk sayısının azalmasını da sağladı. Ancak bu anarşinin kol gezdiği şehirde kalma süresini uzattığından köyde kalanların endişesi azalmadı.

     Bende ilkokula gidiyorum. Okula gitmeyi seviyorum. Arkadaşlarımızla daha çok zaman geçirme şansı buluyoruz okulda. Çünkü, evde, çoğumuz için payımıza düşen bir iş mutlaka vardı. Kimimiz hayvanlarla ilgilenirdik, kimimiz temizlik ya da bağ bahçe işleriyle. Hatta hepsiylee. Hane halkına yardım etmekten oyuna pek az vakit kalırdı. Okul ilaç oldu bu derdimize. Teneffüslerde hemen bahçeye çıkar, bir oyun kurar ve on dakikamızı deli gibi koşturarak geçirirdik. Öğle yemeklerini de kısa tutar, hemen okulun bahçesinde buluşur bitmeyen enerjimizin bir kısmını daha harcardık.

     Okuldan çıkınca hemen eve giderdim. Ödevlerimi hemen yapmalıydım ki akşamleyin gaz lambasının ışığına minnet etmeyeyim. Hem akşam olmadan herkes bir işin başında birileri tarlada ya da bahçede, kimileri hayvanlara bakıyor, kimi yemek hazırlıyor, çalışmak için uygun zaman. Akşam olunca herkes bir odada toplanacak, hele  misafir de gelirse hem kitabı defteri koyacak  yer kalmayacak hem de konuşulanlardan dolayı kendimi derse veremeyeceğim.

     Akşamları hep anlatılacak bir şeyler bulunurdu. Günlük olaylardan bahsedilir, iyi olaylar bir yürek ferahlığı ve coşkuyla anlatılır, takdir edilir, kötülere küfredilirdi. Zamanın aktüel konuları bitince masallar anlatırdık birbirimize ve her masalda kötüler hak ettiği cezayı bulur, iyiler ererdi muradına.

     Radyoda ajans başlayınca hep birden kulak kesilirdik. Yine falanca yerde kahvehane taranmış ölenler ve yaralananlar olmuştu. Failler kaçmış ya da yakalanmıştı. Bunlardan hangisi iyi hangisi kötüydü acaba? Ölenler kötüydü de hak ettiklerini mi buldular? Öldürenler mi erdi muradına? Öldürenler mi kötü ? Ölenler iyiydi de kimse eremedi mi muradına?

     Bunlar benim bilebildiğimden başka şeylerdi herhalde. Çünkü büyüklerim anlattıklarının arasında diyorlardı ki “Allah’ın verdiği canı yine Allah alır, cana kıymak kimsenin haddi ve hukuku değildir.” Öğretmenim de diyordu ki “Kişinin en büyük hakkı hayat hakkıdır.” Hem anayasamız böyle diyormuş hem de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Yine okulda öğretmişlerdi, her yerde de yazıyordu zaten. Atatürk “Ne Mutlu Türküm Diyene” demiş. Bunun anlamı da; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan, tarih ve ülkü birliği içinde olan, vergisini veren, vatandaşlık sorumluluklarını yerine getiren herkes Türk’müş.

     Köyümüze elektrik geldi.

     Geceleri gaz lambası oradan oraya taşınmıyor, el feneri aranmıyor, her iş gündüzmüş gibi yapılıyor. Ablamlar etaminlerini işlemek için içine düşecekmiş gibi lambanın etrafında toplanmıyorlar. Büyüklerim “Allah devlete millete zeval vermesin” diyor.

     Devlet hem bir çok hizmet veriyor hem de kavga edenlerle uğraşıyordu. Hastaneler, hapishaneler ve mahkemeler gittikçe adları değişen grupların ettikleriyle uğraşıyordu. Her türlü devlet veya özel kurum ve kuruluşlar enerjilerinin, kaynaklarının ve zamanlarının büyük bir kısmını, gelişme ve üretmeye, toplumun mutlululuğuna harcamak yerine bu manasız kavgaya harcıyorlardı. Keşke diyordum; kırıp dökmeseler, yakıp yıkmasalar da onların parasını biriktirip biz büyüyünce çalışabileceğimiz fabrikalar yapsalar.

     Anarşist diyorlardı onlara. Bazıları dini guruplarmış, bazıları milliyetçi, bazıları komünist, bazıları sosyalist. Bunların yaptıkları  ne büyüklerimden duyduğum, ne okulda öğrendiğim, ne de yazları gittiğim Kur’an kursunda hocanın anlattıklarıyla benzeşiyordu. Tam tersiydi öğrendiklerimin. Onların müfredatı farklıydı herhalde.

     Düşünür dururdum çocuk aklımla, bu ülkede bu kadar çok mu gavur var diye. Öyle ya silahları kuşanıp birileriyle savaşmak tarih derslerinden öğrendiğim kadarıyla hep Türklerle gavurlar arasında olmuştu. Bu kadar çok gavur varsa benim soydaşlarım nerede?

     Önceden de biliyordum ama okulda daha iyi öğrendim Atatürk’ü. Osmanlı İmparatorluğu çok güçlüymüş ama yanlış politikalardan dolayı son zamanlarında zayıflamış,  birinci dünya savaşından da yenik çıkmış, başka ülkeler bizim vatanımızı aralarında pay etmişler ve işgale başlamışlar. Zamanın Osmanlı Hükümeti bunlara boyun eğmiş ama Mustafa Kemal  damarlarında asil Türk kanı taşıyan ve Türklüğün erdemini anlamış olan insanları organize etmiş ve İstiklal Mücadelesini başlatmış. Savaşlardan yılmış olan millete azim aşılamış, fakirleşmiş millete en büyük zenginlik olan özgürlüğü vaat ederek tüm varlıklarını bu uğurda harcamayı benimsetmiş, savaştan korkup ta başka ülkelerin himayesini kabul edenlere onurlu olmayı öğretmiş,başka başka ülkelerden ve fikirlerden medet umanlara birlik ve beraberliği öğretmiş, Kurtuluş Savaşıyla da Türklere yeni Türkiye’yi kazandırmış.

     Bu zaferin ekonomi, eğitim ve sosyal alanlarla taçlandırılması gerektiğini söylemiş ve insanlık ve Türklük onuruna yakışır, medeni bir toplum için sağlam temeller atmış, çağdaş medeniyetleri yakalamak ve geçmek için ilkeler belirlemiş, gelecek nesillere ışık tutmuş.

     Bunun için O’nun fikirleri bizim için çok önemli ve vazgeçilmezmiş. Bunun için büyüklerimiz O’nu öğrenmemizi, fikirlerini özümsememizi ve düstur edinmemizi istermiş.

     Tastamam bana göre, ben Atatürkçüyüm o zaman. Ya şu kavga edenler; sağcı, solcu, sonra adları çeşitlenen ülkücü, milli görüşçü, nurcu, komünist, marksist, leninist daha bir sürü  -cı, -cu, -ist… Hep düşünürdüm çocuk aklımla; Atatürkçüler nerede? Bunlar hangi okullarda okudu?   Bunların anneleri, babaları, okuldaki öğretmenleri, kur’an kursundaki hocaları şu masallardaki kötü adamlar olsa gerek. Yoksa niye çocuklara kavga etmeyi, birbirlerini öldürmeyi öğretsinler ki.

     Öğretmenimiz, her sabah, ilk dersin bir kısmında yurttan ve dünyadan haberler aktarmamızı isterdi. Bir arkadaşımız anarşi olayları sonucu can kayıplarından bahsedecek olsa, “Bunlar artık haber değil bizim için birer yürek sızısı, haberleri dinlemeden de her gün kaç kişinin öldüğünü üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliriz” diyordu. Ama haber çoktu dünyada; o zamanlar İran Irak savaşı vardı. İsrail ile Filistin o zaman da savaşıyordu. Bunlar ayrı ülkelerdi tamam ama bizimkiler niçin ve nasıl savaşabiliyordu ki? Hangisi Türk bunların hangisi öteki?

    Ben de büyüyünce savaşacak mıyım acaba? Hangi anarşist olsam ki? 

    Çocuk aklı işte nereden bileyim bu oyunun bitip bu figüranların işine son verileceğini, yeni senaryoların yazılıp yeni rollerin dağıtılacağını.

( Çocuk Aklı-ı başlıklı yazı birinsan tarafından 9.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu