Sümbül gidiyor…
O hafta sonu, Emir’in hiç beklemediği bir anda, Reşat Amca’sı ve yengesi çıkageldiler köye. Reşat, ne bulduysa arabasına doldurmuş gibiydi. O kadar çok hediye getirmişlerdi ki Emir ancak iki günde bunları inceleme fırsatı bulabilmişti. Yalnız bir şey dikkatini çekmişti. Sümbül’ün hediyeleri, kendininkinden, anasının hediyelerinden ve Selim’e getirilenlerden daha fazla değildi. Hâlbuki ilk seferinde ne de çok hediyesi vardı Sümbül’ün.
Reşat, babasının köydeki evine çeki düzen verdirmiş ve oturulacak hâle getirtmişti. Eşiyle bu evde kalıyorlar ama neredeyse günlerinin her saatini, Emirlerin evinde geçiriyorlardı. Sümbül’e gösterilen aşırı ilgi Emir’in gözünden kaçmamıştı. Yaklaşık bir hafta kaldılar köyde. Geldikleri ilk günün akşamı Sezgin Öğretmen de gelmişti evlerine. Emir, önceleri öğretmeninin tâziye için geldiğini düşünmüştü. Sezgin Öğretmen elbette tâziye için de gelmişti ama Emir odadan çıkartılıp uzun uzun konuşmalar olunca, Emir bunun tâziyenin de ötesinde bir durum olduğunu anlamaya başlamıştı artık. Annesinin, bu konuşmalar sırasında zaman zaman ağlayıp, arada bir “Ne bileyim, ne yapsak acaba?” deyip durması da avluda sessizce bekleyen Emir’i iyice işkillendirmişti. O akşamdan sonra Zehra, kızını yanından hiç ayırmamış, sürekli öpüp koklamıştı. Emir, bu ana-kız samimiyetine bir yandan alınıyor bir yandan da için için mutlu oluyordu. Çünkü anacığının gözü, acısından daha iki ay öncesine kadar, Sümbül dâhil kimseyi görmüyordu.
Emir, Reşat Amca’sını köye çağıranın Sezgin Öğretmen olduğunu fark edememişti. Öğretmenine, Reşat Amcası’nın çocuklarının olmadığını kendi ağzıyla söylemişti. Üstelik durumlarının oldukça iyi olduğunu ve Reşat Amca’sının ve yengesinin çok iyi insanlar olduklarını da anlatmıştı mağara yolculuğu sırasında. Sezgin Öğretmen de düşünüp taşınmış, Sümbül’ün, Reşat Amca’larının yanında kalmasının ve onların çocuk özlemlerinin bitmesinin, hem Sümbül’ün hem de ailesinin geleceği açısından çok uygun olacağını hesaplamış ve bu işe el atmıştı. Emir, durumu köyden ayrılmalarından bir gün önce öğrenebildi. Başlangıçta kabullenmek istemedi ama Sezgin Öğretmen onu da ikna etmeyi başardı. Sümbül’e gelen hediyelerin neden kendilerine gelenler kadar abartılı olmadığını şimdi daha iyi anlıyordu. İnce düşünüyordu Reşat Amca’sı. Kimsenin, Sümbül’ü hediyelerle kandırdılar diye düşünmesini istemiyordu. Üstelik Sümbül’e verecekleri en büyük hediye onu evlâtlık almaları olacaktı…
Sümbül, aslında zeki bir kız olmasına rağmen, nedense o bir hafta içinde saflaşıvermişti. Her şeyi kabullenmiş görünüyordu. Selim derseniz, zaten bu dünyadan değil gibiydi. Zehra ise, gündüz başka gece başka biri oluyordu âdeta. Gündüzleri, neşeli, konuşkan ve umursamaz biri iken geceleri sessiz sessiz ağlıyor, bunu bir tek Emir duyuyordu. İşte, bir arada oldukları son gece gelip çatmış, Reşat Amca’sından, Sümbül’ün hazırlanması için talimat gelmişti bile. Fazla bir hazırlık da yapılmadı zaten. Götürebileceği tüm eşyası, kitapları, defterleri ve birkaç çamaşırdan ibaretti. Zaten annesi, “Sümbül’ümden hatıra” diye elbiselerini çeyiz sandığına saklamıştı.
Pazar günü vedâlaşıldı, ağlaşıldı. Bu vedâ töreninde Sezgin Öğretmen de bulundu. Sümbül, Reşat Bey’in modern arabasının arka koltuğuna özenle oturtuldu, yengesi tarafından. Otomobil toz kaldırarak hareket ettiğinden Sezgin Öğretmen de dâhil olmak üzere hepsinin gözündeki birikmiş damlalar âzât ediliverdi.
Sümbül yolcu edildikten sonra, Sezgin Öğretmen hemen ayrılmadı. Avluda bir müddet sohbet ettiler. Aslında, bu durumun ailedeki herkes için hayırlı olacağı temennisini yineledi. Üstelik Sümbül’ün gittiği şehir çok uzakta değildi. Ne zaman isterlerse gidebileceklerini hatta kendisinin götürebileceğini belirtti Sezgin Öğretmen. Sözünü de tuttu. Zehra’yı beş-altı kez götürdü kızına. Ama son götürdüğünde yolda şunları söyledi:
- Sakın yanlış anlamayın. Sizi seve seve götürürüm ancak, isterseniz ziyaretleri biraz seyreltelim. Çocuğun alışması zorlaşır.
Zehra’da haklı bulmuştu Sezgin Öğretmen’i. Zaten bu son ziyaretten sonra uzunca bir zaman gitmeme kararlarını gerçekleştirdiler. Günler, aylar hızla geçiverdi ve okulun kapanma zamanı yaklaştı. Sezgin Öğretmen Emir’i, uzun zamandır hazırladığı bir sınava sokmuştu. İşte, bu sınavın sonucu açıklanmış ve Emir ilçedeki yatılı okulu kazanmıştı. Lise bitene kadar burada okuyacaktı. Hatta az da olsa devletten aylığı bile olacaktı. Gerçi Reşat Amca’sı hiç parasız bırakmamıştı onları. Sümbül’ü alıp giderken de yüklü bir para vermiş fakat annesi bu parayı kabul ederse rahat edemeyeceğini söyleyince Reşat, “O zaman bu parayı ilerde Emir’e verilmek üzere değerlendireceğim, artık buna da olmaz demezsin herhalde” deyince ses çıkarmamıştı.
Yaz tatilinde Emir yine bildik işleri yapmaya, yeni şaheserler inşa etmeye devam etti. Tabi bu arada Köstebek Mağarası’nın kanatlı sahiplerini de ihmal etmedi. Mağaradaki güvercinler artık Emir’in sayamayacağı kadar çoğalmıştı. Bazı köylüler bu durumu fark edip, Emir’in sürekli mağaraya gitmesini farklı yorumlamaya başlamışlardı bile. Kimisi bu çocuğun cinlendiğini söylüyor kimi de evliya olma yolunda mağara eğitimini tamamladığını düşünüyorlardı. Emir, söylenenleri duymazdan geliyordu. Ne de olsa artık köyün en güzel kuşları, dayılarınınkiler değil onunkilerdi. Böylece, için için dayılarından intikam alıyor ve onlara olan hırsını bir nebze olsun yatıştırıyordu.
Sezgin Öğretmen kendi fenerinin
aynısından Emir’e de güç bela bulmuş ve artık mağarada ateş yakma sorunu da
ortadan kalkmıştı. ( DEVAMI VAR)