Sayın Efiloğlu’nun eserini tatildeyken okudum. Yaklaşık bir haftadır da 2R sendromu ile kitabın sayfalarında kalmış düşüncelerimi oradan çekip çıkartarak toparlamaya ve olabildiğince tarafsız nitelikte yorumlaştırmaya çalışıyorum.
Öncelikle kitaba dair sitede bulabildiğim tüm yorumları okudum bu yazımı kaleme almadan. Yahu arkadaş ben yanlış kitap mı okudum dedim kendi kendime, herkes bir çıkarsamalar silsilesi yapmış elbet okuduklarından, iyi de ben bu düşüncelerin kahir ekseriyetine kapılmadım, benim önemsediğim noktaları da diğer okuyucular es geçmiş : )) Anladım ki her okuyucunun filtreleri başka, ne diğer arkadaşlarımda bir kavrama ve algılama yetersizliğinden bahis olunabilir ne de benim bilme, görme ve anlama eşiklerimin özgünlüğüne atıfta bulunulabilir.
Kitap okumak çok ciddi bir zaman tüketimidir ve bu nedenle kişisel çevre koşullarının da fiziken çok nitelikli ve özenerek dizayn edilmesi gerekir bence. Zamana yayarak okumak bir yöntem olduğu gibi bir ya da iki ara ile tek çırpıda okumak da bir tercih meselesidir. Bu seçeneklerin kendi içerisindeki ayırdımlar da önem arz eder ; tatilde gölge ve / veya güneşin altında şezlonga uzanarak havuzdan / denizden gelen insan çığırışlarının ambiyansında okumak, metro ile işe gidip gelirken gülmeyen mutsuz suratların çerçevesinde vakit geçirmek için okumak, ikinci bardak suyunuzu istediğiniz için bakışlarıyla annenizin portresini çizen muavinin sevimli tepkimesi altında otobüs yolculuğunda okumak, baba bana cola aalll, ciipppps al diyen çocuklarınızın serbest piyasa taleplerini karşılamaya çalışırken elinizdekine kitap değil de kesede kağıdı muamelesini reva gören büyük evlatlarınızın kulakları tıkalı umarsızlıkları doğrultusunda okumak, öyle okumak, böyle okumak, şöyle okumak kitap okuma kalitenizi fevkalade etkiler, elbette kitaptan yapacağınız çıkarsamaları da. Günün hangi zaman diliminde, aç karna veya tok karna okuyacağınızın da anlama kalitesi üzerindeki belirleyiciliği yüksektir, bazı arkadaşlarım esprili yazdığımı düşünebilir ama ben gayet samimi ve ciddiyim.
Kitap kabaca ikiyüzelli sayfa, ilk başlardaki üç beş dakikalık sayfa başına hız performansı konular anlaşılırlık kazandıkça bir iki dakikalara kadar düşüyor, hülasa ceman beş altı saatlik akamete uğramayacak bir zaman dilimi okumak için yeterli kanaatimce. Zira yoğun tasvirler ve geri dönüşler var, bağlantıları canlı tutmak adına ilk başlarda on dakika yoğunlaştığım sayfalar da oldu.
İlk iki günümü aile üyelerinin bensiz altı yedi saatlerini ( ne olur ne olmaz beklenmedik durumlar için opsiyonel marjlar da bırakmak gerekiyor : )) ) geçirebilecekleri ve bana zinhar gereksinmeyecekleri stratejileri oluşturmakla geçiştirdim, onlara kendi isteklerini gerçekleştiriyormuş izlenimi verip aslında kendi önümü açtım, hesapta morukladığımız için zaman zaman bilmez ve saf muamelelerine muhatap kalıyoruz, biz de öööylee takıldık işte. Muhtelif ergonimelerde oturabileceğim bir koltuk ve sehpa aparatlarını ayarlamamı müteakip sıcak soğuk, alkolsüz veya alkollü içeceklerimi, yeterli sayıdaki sigaralarımı ( özendiricilik hoş değil ama ne yapem seviyorum ve içiyorum tüm zararlarını bilmeme karşın ) da yerli yerince konumlandırdıktan sonra hiiiç hazetmediğim ayracı açtım, zira merakıma mağlup düşüp tatile çıkmadan ilk yirmi sayfayı okumuş idim. Kısa bir güncellemeden sonra başladım okumaya.
Hayatım boyunca terörist ve hayat kadını gibi marjinal kavramların empatisinin yapılabilirliğine yönelik olumsuz önyargım Sayın Efiloğlu’nun eseri neticesinde Hakkın rahmetine kavuştu. Romantizm ve realizm, hatta sürrealizm ve metafiziği nasıl aynı anda aynı düzlemde aynı örnek olaylarla yaşayabileceğimi sayfalarda gördüm ve iliklerime kadar hissettim. İlk sayfalardaki ve aslında kitabın geneline damgasını vurmuş anormal olarak tanımlanabilecek tanımlama okyanusları nedeniyle kendisinin haberi olmadan gıyabında düzeyli serzenişlerle andığım Yazar’dan ilerleyen her sayfada yine gıyabında özür diledim ve sinir oldum kendime şu önüne geçemediğimiz kişisel önyargılar muhabbetinden hareketle.
Yazar bazı tasvirleri gereksizliğini bilerek ve kasıtlı olarak yapmış diye düşünüyorum, zira on ayrıntı verilmiş ama aklımızda kalması beklenen üç ya da dört ayrıntı. Bunu üç ya da dört olarak verse belki bir ya da ikisi aklımızda kalacak veya hiç yoğunlaşamayacağız. Eğitimci yaklaşımının hakim olduğu kesin, insan bilincinin algılama prensiplerine saygı duyularak oluşturulmuş her sayfa. Şu anda benden kitabı anlatmam istense, baskıda kullanılan formatlara da bağlı kalarak sanırım hiç duraksamadan yüz yüzeli sayfa yazarım anlatmak için.
Heyecan, beklenti, merak gibi irrasyonel güdülerin dozajlaması süüppeerrrrr yapılmış. Tam akmış giderken konu aniden iç ses ve anılar başlıyor, nedenler, nasıl yaniler, dörtlükler sahne alıyor, tansiyonunuz normal akışına indirgenip ara kesitli anlık mini mini finaller birbiri ardına sıralanıyor, ama o hazıma, o anlamaya kelime kelime hazırlanıyorsunuz.
Okuyan her arkadaşımın yaşama bakışına kesinlikle yeni bir ufuk sağlayacak, pozitif katkısı olacaktır, olabilir demiyorum, net olarak olacaktır. Ama ruhi disiplininizi ve bioritminizi iyi zamanlamalısınız kitaba girmeden önce.
Bazı konular açık bırakılmış izlenimi veriyor, bir anne ve çocuğunun ayrılık öyküsü gibi. Buraları kendi yaşam deneyimleriniz ile doldurmalısınız bence, zira kesin yargılara varmanın neredeyse olanaksız olduğu sosyal konular ve milyarlarca belirleyicisi olabilir. Polisiye unsurlar sadece ilgi ve odaklanmayı canlı tutmak için ustaca serpiştirilmiş tüm bölümlere, genele hakim olan ;
insan her zaman insandır,
insana her zaman insanca yaklaşılmalıdır,
insan olmak acısıyla hüznüyle sevinciyle dünyanın en güzel hissidir,
insan insan gibi yaşamalıdır,
insan gibi düşünmelidir,
insanı sevmelidir,
kayıtsız şartsız sevmelidir,
yılmadan, bıkmadan, usanmadan insanı sevmelidir, her koşul altında.
Onca teferruat ile bu ana fikri beynime kazıyan, farkındalığıma tavan yaptıran Yazar’ı kutluyorum canı yürekten.
Abartıyor muyum dersiniz ? Alın ve okuyun o zaman lütfen.
Bayıldım yaaa, çok ama çok etkilendim ve sevdim her sayfasını.
Saygılarımla,
Mehmet Çağatay Ünlütürk