DEĞERDE DEĞMEZ
A- zırhlı muharebe grubunda tank asteğmenim. Birliğimiz, Tekirdağ’ın Saray ilçesinde görevli. İzin dönüşümde sisli bir havada Topçam otobüsüyle Bolu dağlarının eski yolunda, İstanbul’a doğru kıvrıla kıvrıla iniyoruz. Kaptanımız pek hoşsohbet.
Sisli
havalarda diyor, rahat etmek istiyorsan bir aracın arkasına takılıp yavaş yavaş
ilerleyeceksin. Otobüstekiler yolcu değil de geziye çıkan öğrenciler gibiydik.
Tabii kaptan, hem aracı yönetiyor, hem sohbete katılanları. Yolculuk anıları,
masallar anlatıyor, bilmeceler soruyor.
Derken yedi numarada oturan güzel sesli bir bayanın bilmecesi duyuluyor. “Değerde değmez, değmezde değer. Herkes aklına gelen değerli ve değersizleri sıralıyor. Bayan o kadar pratik ki anında karar veriyor değip değmediğine. Örneğin
-Altın?
-Değmez.
-Mücevher?
-Değer
Anne?
-Değmez.
-Baba?
-Değer.
-Okul?
-Değmez.
-Mektep?
-Değer,
-Öğrenci?
-Değmez.
-Talebe?
-Değer.
- O zaman siz, Osmanlıcadan yanasınız. Osmanlı?
-Değer.
-Türk?
-Değmez.
Hasılı kim ne dediyse bulamadık bilmecenin cevabını. Meğerse bilmece, sözcük söylenirken dudakların birbirine değip değememesini ölçü alıyormuş.
Bu gün değmekle ilgili bir haber dinledim. İçim burkuldu:
Arazide yol alan askerler yaylım ateşine tutulmuş. Teğmen hemen “siperlere!” emrini vermiş. Bu arada bir askerimiz vurulmuş. Ona yardıma koşan askerin geri dönmesini istemiş, teğmen. “Getirmene değmez, o vuruldu. Sen de vurulma”. Emri dinlemeyen asker, yaralı arkadaşını omuzlayıp sipere getirmeyi başarmış.
Yaralıyı muayene eden teğmen, onun şehit olduğunu anlamış. Emri dinlemeyen askere dönüp:
- Ben sana değmez demedim mi bak arkadaşını kaybettik.
-Değdi komutanım. Ben yanına vardığımda yaşıyordu. Eğer ona ulaşmasaydım, son sözünü duyamayacaktım.
-Ne
imiş bakalım son sözü?
-GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!
Şair, boşuna söylememiş:
“BİR DAĞIN ÜSTÜNDE DAĞ VARMIŞ GİBİ
OMUZLADI BİR MEHMEDİ MEHMEDİM…”