Düğünün yapıldığı bahçeye girdiğinde, başı dik etrafına bakmadan yürüdü Sedef. Mahallenin gençleri ile birlikte oturdukları masaya geldiğinde üzerinde gezinen meraklı bakışları umursamamaktan ayrı bir haz alıyordu sanki. Bugünün onda yarattığı tüm siyahlar o küpelerle birlikte kaybolup gitmişti.
Sandalyeye oturdu. Nerdeydin sorularına neşeli cevaplar verdi. Rahattı, hafiflemişti. Bunca yılın küçücük ağır yükü bir anda yok oluşuyla aydınlığı göstermişti ona artık. Önünde kapalı kapılar değil, ince uzun ve apaydınlık bir yol onu bekliyordu.

Ve işte oradaydı… Yanında eşi ve çocuğuyla gelin ve damadı tebrik ediyordu. Nazan bir şey diyemiyor ama gözlerini onun üzerinden ayıramıyordu. Bir kez daha ‘’Gidelim.’’ dedi ama Sedef onu duymadı bile. Gözlerini ondan ayırmıyordu.
Ne kadar da değişmişti. Saçlarındaki aklar bulunduğu mesafeden bile fark ediliyordu. Kilo almıştı. En önemlisi mutsuzdu. Hissediyordu Sedef. Gülümsedi garip bir hazla.
‘’Kızım iyi misin sen?’’ diyerek koluyla dürttüğünde Nazan ‘’İyiyim.’’ dedi umursamaz.
Birden yerinden kalktı.
‘’Nereye?’’ dediğinde Nazan ‘’Geleceğim şimdi.’’ dedi.

Onun anne ve babasının oturduğu masaya doğru yürüdü. Kibarca ‘’Hoş geldiniz.’’ dedi, hal hatır sordu. Anne ve babasının onun rahatlığı karşısındaki tedirginliğini görmek hiçbir şey hissettirmiyordu.
‘’Dedeciğim bak…’’ diyerek yanlarına koşarak gelen küçük kızı görünce yerinden kalktı Sedef.
‘’Sizi gördüğüme çok sevindim. İzninizle arkadaşlarım beni bekler.’’ diyerek arkasını döndüğünde yüz yüze geldi onunla. Gözlerindeki keder karışık şaşkınlık bunca zamanın bekleyişinin umurunda bile değildi. Dudaklarından dökülen merhaba sözcüğü bile anlamsız geldi Sedef’e. Kendini adadığı bekleyişin böyle bir anda onu terk etmesi, rahatlaması kelimelerin dudaklarından hafifleyerek çıkmasını sağlıyordu. Aslında ona diyecek hiç bir şeyi kalmamıştı ki…

O gece yanından ayrılırken yıllarca aklında kurduğu karşılaşma anından kalan tek düşünce yaşlanmış olduğuydu.
‘’Senin gibi umutlarımda yalanmış.’’

O geceden sonra bir daha onun adını andırmamıştı Nazan’a. O geceyi de hislerini de konuşmamıştı. Sadece içinde büyük bir rahatlama hissediyordu. Çocukların bitmek bilmez yaramazlıkları ve dertleriyle uğraşmak onu eskisi kadar yormuyor, annesinin her gün söylenmelerini onu daha çok teselli ederek dinliyordu. O çok sevdiği ceketi almak için kenara para bile ayırmaya başlamıştı. Hem daha sonra indirime girerdi belki.
O sıcak eylül akşamından ona kalan, umudunun yıllara yenilmesiydi sadece. Bitmişti. O küpelerin hayatından çıkmasıyla tüm endişeleri, sıkıntılı geceleri bitmişti. Kendisiyle çok evlenmek isteyen Behzat’ın bile görüşme talebini kabul etmişti. Behzat iyi biriydi…

Kısa bir süre sonra evlendi. Behzat’ın sevdiği gibi olmasa da seviyordu onu. Onun sevgi ve şefkat dolu insanlığı, yüreğindeki kırıntıları günden güne, adeta onarıyordu. Annesini annesi gibi görmesini, yeğenlerini çocukları gibi görmesini, onu üzmemesini seviyordu. Hayatı onunla yaşamayı öğreniyordu.

O geceden bir yıl sonra bir mektup geçti eline. Ondan geliyordu. Uzunca bir süre açıp açmamak konusunda direnmişti. Kapattığı tüm yaralarının tekrar kanamasından mı korkuyordu, bilmiyordu. Ama en çok Behzat düşündürüyordu onu. Bunu ona yapamam bu mektubu açamam diyordu bir yanı. Ama diğer yanı içinde yazanları merak ediyordu. Mektubu odasında bulunan aynanın önüne attığında tık diye bir ses geldi. O andan sonra tek hatırladığı titreyerek tuttuğu, el yazısının hüzünle kıvrıldığı zarfı söz geçiremediği ellerinin açmasıydı.

‘’Gül Kokulum,

Sana hala böyle hitap etmeye hakkım yok belki. Ama sen aradan geçen onca zamana rağmen gül kokulumsun benim ve öyle kalacaksın…
Keşke sana o zamanlar anlatabilseydim bazı şeyleri. Keşke direnmeye gücüm olabilseydi. Belki paylaşsaydım birlikte göğüs gererdik. Ama şimdi hiç bir şeyin önemi yok değil mi?
Ben o gece bir kez daha anladım ki sen beni hep bekledin. Ben senin beni beklediğin ümidini yıllarca içimde boşa yaşamamışım, o gece anladım. Ama gül kokulum her şey için o kadar geç ki. Çok geç biliyorum…
Sana yazmamak için ne kadar direndiğimi bilemezsin. Ama yapmak zorundaydım.
O gece seni ilk gördüğümde kulaklarına baktım. Yoktular… Kızdım sana… Hakkım olmadığını bile bile kızdım.
O gece bir çırpıda ezdiğin umudumuzun boşa olmadığını sana anlatmak zorundaydım. Ben sana hiçbir zaman yalan söylemedim. Yalancı olan zamandı. Sana yalan söyleyemediğimden hiçbir şey diyemedim. Seni üzdüm, kırdım.
Ben hala sana anlatıyorum değil mi?
Bir şeyi bil gül kokulum. Bu yüreğim daima seni sevdi, istedi. Şimdi sen beni öldü varsay. Ben evlendiğini öğrendiğimde öldü bildim seni. Kırmızı sedef düşlerimiz ezildiğinde ümitlerimiz zaten ölmüştü. Bu cenaze bizim. Biri senin biri benim…’’

Sedef gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Sicim sicim dökülüyordu damlalar mektubun üzerine, mürekkepleri dağıtarak. Eline mektubun zarfını aldı. İçinden bir ucu kırılmış kırmızı sedef küpelerin teki vardı. Küpeyi aldı eline.

‘’O zaman artık yaşayalım. Kaybettiğimizin acısını yüreğimize gömüp yaşayalım. Cenazen toprağına kavuştu Umut, kavuştu.’’

*****
Son...
*****

07 Kasım 2007
( Kırmızı Sedef Küpeler / 4. Bölüm başlıklı yazı asli-kaya tarafından 1.10.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.