Sürgün gecelerden söküp aldım adını, attım karanlık denizlere

Kudurmuş balıklar gibiydi hayat, parçalandı kederler göğsümde

Öksüz öfkemin surlarını aşamadı aşk, tutundukça ben özlemine

Sensizliğin şiirleriydi hep yazdığım, dağıttım bezirgân düşlerimle

 

 

Dinginsiz yağmaların kabuk mevsimlerinden arta kalan bir tutam sorgu kıymığıdır aşk, acıtır dokundukça. Karanlık sulara kürek değdikçe kanar deniz, bir dökülüşün sargısı yaramıza sokuldukça. Kırgın damlalar yuvarlanır gözlerimize, küçücük bir gülüştür canımızı acıtan kimi, güldükçe o yorgun çehreler açılır mutluluk denen ufuklarda. Su harladıkça yangını, mavi bir masal demlenir hayata. Kırık dökük öykülerin ılık sayfalarından mevsimler hızla geçer, sarılır günler kanamalı günlüklerden çıkarılan umarsız sancıya. 

 

Yüreğimizin hazan bakışlarıyla ufku resmettikçe biz, kendi sözlüğümüzün emsalsiz sözcüklerinden şiir öreriz sevgiliye. Hayat denen o nazlı hengâmenin tuş takımlarını heybemize tıkarak terli coğrafyalar aşarız, gönlümüzdeki şiirlerle. Ne çok şiir olsak, o kadar azalırız kendi çevremizde. Çünkü şiir fesat bir tohumun ayrık otları gibi serpilir sevgiye aç yüreklerimize ve donatır bizi hüzünlerin senfonisiyle.

 

Yangın artığı dalların vadesi dolmuş hıçkırıklarıyla çiğniyorum öksüz ağrıları. Sevdayı gökyüzünde sananların ve umuda eksik yakarılarla yelken açanların fısıltısıyla örselenir acılar. Duman içtiğimiz anların kırık yapayalnızlığını yudumladıkça kahkahası duyulur mağrur aldanışların. Koparız kendimizden acıdıkça aşka ve yolarız yakalandıkça aldanışa masal olmuş tüm yalnızlıkların kirli yakasını mor dargınlıklarla.

 

Tırmık sürtündükçe toprağa gazel sarılır çapaya. Dalgın ruhumuzun küreklerine ayaz değer ansız, dudakta aşk demlenmeden ilişmez yar yer yatağına. Atlılar gelir geçer yorgun ruhumdan seni özledikçe, suskun ranzam olur yalnızlığıma. Kayıp ölüler kalkar çukurlarından birazdan, çekilir anların kahrı bağrımdan. Sevdanın doğum günü olsun bugün, yasak türkülerin yankısıyla dolduracağım kadehimi babilin ölümsüz bahçelerinden.

 

Değiştikçe günlerin yüzü, Nil susardı kabında. Terli mevsimler okşar iken perdeyi, ten küserdi yangınlarına. Sele verirdi bir adam düşünüşlerini, damakta tat sızlar, yorulmuş anlar gerçeğini karşılardı. Sargısı açılan yaraların usundan aşk damlar iken renkler unutuluşun küfrüyle ışıldardı. Kaybolmuş intizarların soylu kitaplarını okşardı uzakta bir kadın ve umut ekşimiş yüreklerde endamlı ve asil bir bakış rapsodisi olurdu.

 

Bazen, uçsuz bucaksız ovalara sürmek istersin gönül atını. Bir dağ olur yalnızlık ve mor renklere uzanıp avuçlamayı dilersin. Kayıp türküler doldurup ceplerime, sana, sesine ve nefesine yol almak günlerce. Ulaştığımda sarmak, sarılmak ve bedenini avuçlamak için. İnsanca ve aşkla dizlerine uzanıp seni sana anlatmak, yüreğimdeki o devasa hazla.

 

Kristal duruşlu mutlulukların sırça kadehleriyle lirik bir öykünün düşlerini takip ederiz, ışıkların balesini izlerken. Çerçevesi serüvenleri almayan, mavilikleri koynunda saklayan ve çeyrek yaşanmışlıkların menevişleriyle yenilenmeyen bir ömrün pusulası yoktur. Renkler suskuya, dolunay gözler tutkuya ve şiirler de kusursuz bir utkuya sevdalıdır her devirde. Duvağımız hayattır ve biz o hayatın içinde korkusuz yürüdükçe onurumuz hep yükseklerdedir.

 

Çığlıkları yine kendini emziren gecelerde, katran bir örtüdür üzerimize örttüğümüz. Kımıltısız bir bakışın derin boylarında sevda süreriz dudaklarımıza, ölümcül yangınlarla kollarımızın hacmini bilemediğimiz. Kılı kırk yararak ve umudumuzu tartarak yarınlar koyarız sol yanımıza, ölüp ölüp bir menzilde soylu düşlere dirildiğimiz.

 

Yangının diliyle savrulmak gökyüzüne, alaz bir mevsime yeniden düşmek için. Göz ucuyla anlamak hayatı, o düşünüşlerin ruletine aşk yüklemek ve göğsümüzdeki hazin yakarıları dinlemek için. O yılgın demiyle hayatın buhar olup uçmak maviliklere. Konmak denizler üzerinde herhangi bir yere. Düşmek bulutlar gibi dağların gizlerine, içmek sularını hararetle.

 

Yılgın ve kangren sözcükler aradığımızda kendimize, bir kıyıda halaylara tutunur dalgalar. İç ıslığımız gibi sesimiz geceyi yarar, durdurulamayan ırmaklar gibi şiirleri kucaklar. Düş uykusuzluğumuza diş geçiremedikçe ruhumuz içten içe kanar ve bu yüzden aşk da, hüzün de o sarı denizleri kırılmış cüssesiyle sarmalar.

 

Kıyım yalnızlıkların er şafaklarıdır bildik bir menzilde başımızı döndüren. Aşk ergin duygularla kendi siperimizde örseler bizi. Unutulmaz düşlerdir bizi bir faytonun ardında sürükleyen ve sırtımızdaki zalim kırbaca karşın parmaklarımızı o düşlerin salından bir an bile indirmeyen.

 

Kimi nerede olduğumuzu algılamak istedikçe insan olmanın, buğdayın saçlarına dokunup yaşama ekilmenin sağrısını avuçlarız umarsız devinişlerle. En doru oyunlarla uğurlanırız insan geçmişimize, kimi de geleceğe. Kurşuna gövde, kadere silledir kahrımız, en deli çağları tartarak büyürüz aşkın kollarında. Halaydır tutunduğumuz, elemdir o toprağa bağdaş kurup toz olup savrulduğumuz. Yürekte bayrak gibi, gönülde aşk gibi yazgımız olur bu yüzden özlem denilen elem!.

 

 

Selahattin YETGİN

( Soylu Düşler Ekiyorum Aşkın Çöllerine başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 8.05.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.