Devasa Bir Rakstır Yaşamak

 
Göğsü örselenmiş sularımda sevdalı bir kadın soylu hıçkırığını arıyor
Ürkünç bir karanlık uzaklarda, acının sivri uçlarında vakit kayboluyor
Mağrur yüzümde hüznün pulları, kekre yalnızlığımla özlem sevişiyor
Mesafeler örüyorum bir aşkın gönlünde, usumdan bekleyiş silinmiyor

Sızıyla demlenen hayat karmaşasıyla dumanlanan gönlümüze yakın tuttukça gözlerimizin yankısını sözcükler yuvarlanır engebeli dağlarımızdan. Sular kaynar sevdalı yüreklerimizde ve aşkla dökülürüz mevsim geçişleriyle her sabah yeniden kendimize. Fırtınanın uzaklardan getirdiği toz anılarla harman olur, yüzümüzdeki çizgiler aynalardaki reddimizle anlam bulur. Dudaklarımız inkârsız şarkılar söyledikçe, gün gelir her aşk turunu tamamlayan bir saatin yolculuk öyküsü olur.

Oysaki ben seni düşündükçe yorgun turlarla kendi eksenini dolaşan zaman saatlerinin aşınmış dişlilerine sokulurdun, sesimin şiddetinden korunmak için. En ağır sözlerin dudağı, en koyu gelgitlerin yamacı olurdun. Senli kahroluşların çığlıklarıyla kırardım aynı döngüyle kavradığımız saatleri. Sen mecburi sarılışların kıyımlarıyla bakardın kuşkulu gözlerle hüzünlü denizlere. Ben çoktan unuttuğum kopuşların yanaklarına dokunamazdım, istesem de. An susardı, kırılırdı damla, daha düşmeden yüreğimizden yerlere.

Dalganın kendi reddine kapılmış bir suyun hacmi kadar yüreğim, göğsümdeki kımıltılarla ve gönlümdeki ağrılarla geçiyor ömür. Zamansız tükenişlerin kıyı kentlerini yokluğunda sevmiyorum, senin adımlarının değmediği sokaklardan geçmek istemiyorum. Sırtıma vuran erken bahar rüzgârlarına aldırma sen gülüm, ben senin dalgalarının karıştırmadığı hayat denizlerinin bana defalarca ömür sunacağını bilsem bile, yine de istemiyorum.

Sınırlarını zorlayan bir aşkın yasaklanmış duruşmalarında seni arardı gözlerim, tükenmeye ramak kalmış bir sevdanın son kırlangıçları şehrimizden giderken. Heder olmuş bekleyişlerin yanık odalarında sarılıp birbirimize, unutuluşa açardık sevginin ıslak yelkenlilerini. Uzak yolculukların kahır dosyalarını rüzgâr karıştırır, engin düşlerimizi alabora ederdi hayat. Kapanırdık kendi kamaramıza, gün kendi içinde eriyen dermansız bir pastilce erir, boğazımızdaki sızıyla er sabrımız olurdu.

Kendi tonuna sıkıştırılmış renkleri açmaya çabaladıkça taşardı hacmimiz. Dargın sarılışların kanatlarına rüzgâr çarptıkça tükenirdi direncin asil gücü ve yaşamak kıymığı düşerdi zamansızlığın doyumsuz sofrasına. Yolunurdu dudaklarımızın pası, sokulurdu en durdurulamaz parmaklarımıza özlemin hazzı. Kollarımız iki yana düşmeden ve nefesler sığ bir menzilde gürlemeden anlaşılmaz bir ruhun kaydırağından hayata fırlatılan mutluluk pozu olurduk.

Yılgın adımlarımla yıkık bir sevdanın içinden geçiyorum şimdi, göğsümde delirmiş bir olmazın sureti. En güzel sözleri biriktiriyorum aşka, yolunmuş mevsimlerin ahengi. Baktıkça, erirdim gözlerine, daldıkça nefessiz kalırdım yüreğinin denizlerinde. Şimdi neden aynı etkiyle işlemiyorsun içime! Yangının mı tükendi yar, senin için tükenişlerim hasatlarda mı olacak bu bahar. Bir sevda masalıydı yıllarca yaşadığımız, artık savursun aşkı ölümsüzlüğe hazin fırtınalar.

Birikmiş küskünlüklerin ödeşme bahaneleriyle kapanınca kendimize bir yangın arar biçare bedenlerimiz. Kulpunu delen öfkelerimizin kendini süzen uykulu bakışlarına harlı tutkularımızı sürmek istedikçe dökülür hayata dair izlerimiz. Asılsız gücenmişliklerin koyu dallarından gülümserken güneş, kesilir gücün ve onulmaz nefeslenişlerle gözlerini yaşartır her düşün. Dudağını izlersin ıslak aynalarda, ruhunun gelgitlerini dinlersin gözyaşlarını toplayan yastıklarda. Ne kadar seversen o kadar acı çekersin yar, anıların kalır geride, hüznü kaşıklarsın acıyla, sırları kaybolan kalaysız çanaklarda.

Kimyasını tanımlayamadığımız bir yaşanmışlık aldatmacasıyla örteriz sevginin perdesini bir gün, dışarıda kalan aşka. Gölgeler geçici avuntularla kendi inkârını tadarken sevgi bölüşülmüş anları yudumlar, ihmal edilmiş günlerin tüm hıncını çıkararak. Bütünsel bölünüşlerin ikiye ayrılmış resimlerini soyar hayat durmaksızın. Bir tarafa sancı ilişir, diğer yarısıyla hüzün eğleşir. Mutluluk pozları kısa belgeseller gibidir, damakta ve yürekte iz bırakarak bir ömrün içinde kahkahayla gülüşür.

Her haliyle bizi anlatan hayat hikâyelerinin sayfalarında gezinirken bir isyanın damarını yoklar nasırlı ellerimiz. Ölümsüz düşlerin sararmış sayfalarında yaşanmamışlığın derin izleri vardır ve her ağrının sebebi aşktır. Yar gülüşleriyle ve iksir sarılışlarıyla sevginin dalgasını sunar ömürce, çoğul damlayışlarla taşan sevda kabımızın hacmine hüzün sarılmadıkça ve acımış içkilerle hayat mayalanmadıkça seni sevmenin tadı yok be aşk bakışlı gülüm.
Hikâyesi: Sözcükler kendi turunu tamamlamadan özünü söylemeli insan. Aşk ve yaşam kendi varlığına sarılan, kendi damarlarını daraltan bir fayın hırçın hattı. Bizler özlem sürdüğümüz ruhumuzu gelgitlerle dar ettikçe, olmazlar labirentini onulmazlıklarla arşınladıkça bitmez o devasa özlem, yitmez ruhumuzdaki hayata dair gözlem... Belki de, unutulmuşluklar ve geç kalmışlıklar fırtınasına kapılmayı bu yüzden seviyor yüreğimiz. Hangi coğrafyada olduğumuza aldırmadan, gönül vanalarımızın o hazin yakarısına uzatıyoruz dudaklarımızı. Mevsim yaşamak fısıltılarıyla kendi kozasından çıkarak ömür karelerine sığınıyor ve bunun için hayat o çelişkili masalın adı oluyor...
 
Selahattin Yetgin
( Devasa Bir Rakstır Yaşamak başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 29.04.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.