Yüreğimin bütün boşluklarında, en dolu yerdir varlığın

Bütün küskünlüklerime gülüşlerini bele, andımdır adın

Uzan ozan göğsüme, künyendeki vefayla yaşatır aşkın

Yumma gözlerimi sensiz sabahlara, düşlerimdeki kadın

 

Doğrulanmamış düşünüşlerin, yerleşik acıların mayasına sürülünce öfke ruhumda huysuz bir deniz olurdun. Acımı acınla harmanlayıp, sancımı sancıma katlayıp yangınların bozgun iklimlerine sürerdin yılkı atlarını. Dağ deniz olurdu, doludizgin bir birikimle akardın içime, özlemin külünü yüreğime serperek ağlardın. Umutların uçurumlarından atlar, toprağı gök bilir, günlerce kendi ellerimizle büyüttüğümüz sürgünlerle bir masalın izdüşümlerini en gizli yerlerimize saklardık.

 

Sensizken savurduğum tüm başıboş sözcükler çiy düşen bir şafakta erirdi. Seni okuduğum bütün kitapların sayfaları açık kalırdı ardımda. Ağrını kesecek, aydınlığının perdelerini örtecek hiçbir güç olmazdı yüreğimde. Usulca sıkardım sevgini avuçlarımda, sımsıkı bir düşünüşün suskusu olurdum. Kuruntulu bir dökülüşün kahramanlarına dönüşür, deniz yüreklerimizle martılara ekmek atardık.

 

En büyük ömrümüzden kaynaklar dökülürdü bizden habersiz. Sabrımızla şehirleri uyandırır, vedalara alışık yüreğimizdeki çöl fırtınalarını görmezden gelirdik. Kor olurdu yüreğimizde sözcükler, parmaklarımızı geren şiirlerle her sabah birbirimize uyanır, sevinci ve coşkuyu yudumlardık er sabahlarda. Kol kola yürürdük yokluğun çarpıntılı caddelerinde, günü bir yerlerinden böler, çağrılı bir düşünüşün bulvarlarında kaybolurduk.

 

Günahların saçlarını bedenime doladığında kapanmayan bir yara kalacaktı ruhunda. Her gece milyonlarca embriyonun ölüme uğurlandığı bu çelişkili atlasta gül kokulu nefesine sokularak avuçlamak isterdim oysa yaşanası düşlerini. Kırmızı bir mevsim kalacaktı belleğimde, bitimsiz bir senfoninin iki kişilik locasında alkışımız yaşanmayan bir geceye olmayacaktı. Sen ve ben mağrur coşkuların kısacık kahramanlarıydık. Korkularımızın çabaları baharları çağırmayacak, asırlardır alev alev yanan yangınlarımızı harlayacaktı.

 

Göğsünün çardaklarında yıldızları izlerken gecenin ağrılı nöbetlerine kalkardım. Uykulara belediğin bedeninin amber kokularına sokularak gözlerimi gözlerine dikerim. Sen korkularını en karanlık çekmecelere atınca, nefesinin saklandığı odalarda gülüşünü arardım. Bütün yanılgıların izlendiği ve adına sevda dendiği mavi denizlerden çağrın düşerdi arada bir yüreğime. Varlığının lila rengiyle donatılmış odalarında parmaklarını okşardı bir adam. Bir başka yürek olurdum o an, gelgitleri çağıran deli rüzgârlarla yarışır, en derin ırmaklarda yokluğunun duvaklarıyla ruhumu avuturdum.

 

Sebebi önceden belli fırtınalardan kaçarken, ardımızda hüzün bırakırız gül yüreklim, göğsümüzdeki elim ağrıyla koşarken. Saçlarımıza kar düşer, düşen her damla ömrümüzden bir gün çeker. Sevdanın gramerini acılar çevreler, o acılar ki, ne kadar sevmeye değil, ne kadar gerçeğe yakın olabildiğimizi izler. Dilimiz sert sözcüklerden anlam kurarken, yürekteki sızı içten içe bir duvarca nemli geceleri sabırla göğüsler. Bütün duvarlar topraktır, gün gelir kendi eksenine çöker.

 

Dilinden sağdığım yaşam sütüyle eşsiz bir yola girerim her sabah. Çocukların çığlıklarla zaferler kazandığı tozlu sokaklarda geçmişteki günlerin yara berelerine dönerim. Sesini özlerim kaybedince. Şefkatini umar, yârim kokan ellerinin okşayışlarını düşlerim. Gecelerimde, düşlerimde ve başlıksız şiirlerimde varlığım olursun, dokunursun yeniden ruhuma, sancılarımı dindiren hayat iksirim olursun.

 

Gecenin al yazmasını örtmüşsün bak yüzüne. En güzel günlerin şavkını hiçe sayarak, ceylan gözlerinle tutkulu bir anın resmine dalıp, kadın düşlerine gerçeğini sürmüşsün. Az sonra pembe bir hülyanın giysilerini de çıkaracaksın üzerinden ve en doyumsuz yuvarlanışlarla bulutlara sereceksin bedenini. Yapışkan bir sarılışın kanaviçelerine terin akacak, yağmur gözlerinin derbendine bir şairin yürek imgeleri damlayacak.

 

Gecenin kaygan ellerinden şerefin en dolu kadehlerini boşalttım çırılçıplak titreyişlerle. Aynı dansın ayrı sahnelerinde yudumladık tutkunun şarabını. Sessiz danslarla ağladık, halaya durmaktı düşümüz, en meçhul düğünlerde. Yokluğunun dağınık odalarında varsın sesin olmasın, varsın parmakların avuçlarımı yakmasın, gözlerindeki yeşil ormanlar terimi kurulamasın gülüm. Sensizken bile ben seninle en duyulmamış şarkılarda ruhunla danslara dururum.

 

En büyük coşku, seni düşünerek, seninle büyüyerek ve seninle paylaştığım mutluluğun karelerinde saklıdır. En ölümsüz anlarda, tükenmesini dilemediğim zamansızlığın mumlarıydı yanan bir yılanın bedeninde. Büyülü bir dokunuş aradın, yoktum. Gerçeğimizin nefesiyle sildik ıslak bedenlerimizi. O an sevgiden koptuk. Gece durmuyordu, gece bendimizi zorluyordu ve uzak nehirlerin damarından delice sular akıyordu, yorulmaz bir dokunuşla uykulardan aşk ağlara dolanıyordu.

 

Buram buram düşlerden arala şimdi göz kapaklarını. İnce bir ağrıyla sar sarmala sensizken sana yazdığım sevda notlarımı. Ihlamur kokulu yüreğine en deli nehirleri yönelteyim, menekşe bakışlarına hüzün şiirleri dizeyim. Pırıltılı göğsüne yaslanarak, yalnızlığın bütün köprülerinden geçerek sana geleyim. Yosun gözlerin düşsün gönlümün bardaklarına ve ruhunun duru pınarlarında yıkayayım özlemli yüreğimi.

Selahattin YETGİN

( Yumma Gözlerimi Sensiz Sabahlara başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 8.11.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.