Sevdanın Zirvelerinde Isıt Ellerimi

Gizli bir rüyanın kurşun/i bulutlarıydı içimize dolanan
Fısıltılı bir yaşamın en parlak düş an/ıydı harmanlanan
Güneşi unutmuştuk, beyaz bir örtüydü bizi kucaklayan
Yüreğimizdeki yaşam türküsüydü, dudağımızda kalan.


Sürgün bir zirveye yolculuktu yüreğimdeki en başlıksız mektuplar. Aynasız yürüyüşlerin, kırık üşümüşlüklerin, yankılı özlemlerin en dik yamacına bulutları aralayarak varmıştım. Gümüş ışıltılı bir zemheriye nefesimi taşıyarak, ruhundaki özlemleri en eksilerde avuçlayarak sesini dinlemiştim. Bütün yollar kapalıydı, bütün sözler buz kalıbıydı ve üşüyen sadece parmaklarımdı.

Zamanın ardına saklanarak, kendimizin kalıplarını birbirimizden gizleyerek, aynı gerçeğin yeminleriyle içten içe kavrularak bir gecenin daha perdesini çekeriz. Yolcusuz bir tren ilerler güneşin ilk ışıklarıyla, toprak damlı evlere eskimiş rayların sesi düşer. Bir bulut kayar sonra tepemizin üzerinden, hüzünlü bir türküyle yaşamak andını odamıza serper. Bir günün hikâyesi uzundur, kısalan hayatla bize her zaman sahte yüzünü döner.

En kısa vedanın el sallayışıyla kapatınca ruhumuzun kapılarını, bir düşünüş volümüyle açarız ruhumuzun en hüzünlü şarkılarını, yaşamak türkülerimiz, dinledikçe kendimizden geçtiğimiz gerçeğimiz ve bizi bizden eden en deli özlemimiz. Şimdi uğruna şiir dökme zamanı ak kâğıtlara, sen sarılırken uykulara dökülecek sözler damla damla. Sevdam seninle var olan bir bahar dalı gülüm, asla unutma.

Gözlerimizden dökülen yorgun pınarlar ruhumuzun en deli kaynaklarından yol bulur gelir. Bir ceylanın hıçkırığını görmek için, bir menekşenin duasını dinlemek için. Bir şairin gelgitlerine anlam aramak için mevsimleri yırtarız bazen hoyrat takvimlerden. Yaşam denen muammanın en koyusundadır yine de sevdanın tanımsız iksiri. Güneşe ellerimizle uzanmak varken, hep sırtımızı döneriz. Rüzgârlı havalarda göğsü açık gezeriz ve işte bunun için gülüm mutluluğu bir bardak suya katık ederiz.

Kar düşen yüreğime kor ellerimi koydum, sen göğsündeki yağmurları toprak gibi saklarken. Gözyaşlarından yılların ardına geçtim, sensiz geçen kocaman bir ömrün seyrine durdum. Bir fidan dikmiştik birlikte. Ne çabuk büyüttük bak, seyrine durduk. Kimi ağladık, kimi coşkulu denizler gibi çağladık, gün geldi bir şarkının sözlerinde yaşamı anladık. Söz olduk yıllarla, bütün ağrıları bir sarılışla atlattık, biz her gün aşkla gülüm ne çok birbirimize bağlandık.

Kanayan bir yürekle uzandığımız sarı denizlerde sancılı bir düşle asılırız aşkın küreklerini. Her şafakta gözlerimizi en uzağa dikip, en yaşanası yeşillikleri düşleriz. Sevda kangren bir yara gibi beklerken yüreğimizde, biz en mavi denizleri hışımla geçeriz, günler devrilir avuçlarımızdan, düğünler geçer gönlümüzden, asla anlatılamayacak dünlerin öfkeleriyle kendimizden geçeriz.

Sonsuzluk dağlarında bir gülüşünün resmini ararken, ben en onulmaz sancılarla çaldım kapını. Doğruyu aradık, en ölümsüz sevgimizin içinde. Oysa doğru sendin, gülüşünle beni benden edendin. Durdum bir an, sendin göğsümdeki ateş, sendin ruhumdaki nefes, bununla yaşayan bir sevendim. Öylesine gerçektin ki, içimdeki sancıya ölümsüz güzelliğini sürdüm. Evet, sen beni bu dünyada anlayan, bu kürede seven tek kareydin.

Gecenin keyfine mum yakıp, bir sofradan artan lokmayla yokluğa sarılıp, anlamını bilmediğimiz bir sapmayla avunup, dalgalı bir denizde kısmet avlamaya çıkarız. Yorgun dakikalar gözlerimizi kapayınca, düşler süreriz ruhumuza, ardımız sıra gelen ağrılarımıza. Saatler geçince sızımız kaybolur, parmaklarımız oynak bir rakkase olur ve tutkular yeniden bizi bulur. Sevda düşer repliğimize, aşk tekrarlanan bir temsille alkışlarla mutlanır.

Dileklerimizin yaprakları büyüdükçe, her sofrada bir anımız kalır. Her kırılmış parçamızı yine zaman onarır. Çabaladıkça aşka yürümeye, özlemler sürerken yüreğimizdeki büyüye iki kişilik bir oyunda büyürüz gölgelerle sobelenmeye. Sevdanın en güzel savaşını yap haydi, unut az önceki gördüğün düşü, yaşa kalbimdeki asi gülüşü. Sen ki aynı gölgenin yansıması iken, al avuçlarımı, topla göğsümdeki en büyük sevgi gülücüğünü.

Seni beklemenin kıyım dakikalarıyla yıkıyorum özlemli yüreğimi. Sesinin incecik oluklarından geçerek, nefesinin ıslak caddelerinde gezinerek anı düşüyorum loş bir köşede. Seni beklerken ne kadar sevmek ve sevilmişlik varsa hizalıyorum, en ölümsüzleriyle satır satır dökülüyorum. Ay gülüm, kadınım, sevdam, yürek yangınım seni düşünerek, varlığının en ölümsüz sularında sevdana kulaç atıyorum.

Suya düşüp özüne kavuşan bir kar tanesiyle uzandım sen uykulardayken dudaklarına. Bir damla düşe sarıldı bedenim. Nefesinle ılık bir su gibi göğsünün düğmelerini izledim, tenin ıslandı, hafifçe mırıldandın, üşümüş ellerimi bedeninin gizlilerinde içten içe dolaştırdım. Göz kapaklarında özlemi gördüm, yanaklarındaki upuzun vahalarda seni seyrederken sakladığım gülü düşürdüm. Gecenin karanlığında ne güzel uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım ve yeniden düşlerimin bulutlarına gömüldüm.

Selahattin Yetgin
( Sevdanın Zirvelerinde Isıt Ellerimi başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 13.02.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.