Biçimlendiren ve olgunlaştıran yetiler, sınırsız ihlaller ve ket vuran o bilinmezlik. İstediğiniz kadar zorlayın şartları ve binlerce kez dönün ettiğiniz yeminlerden gelip buluyor sizi kaçtığınız her ne ise. Olası mı kapılmamak rüzgâra. Neyiz ki şu kâinatta? Savrulmuş, kuru bir yaprak; yuvasından, dalından kopmuş ve dinginliğini yitirmiş. Kim bilir, kırık bir dal tutunmaya çalışılan ve kökünden sökülmüş koca bir çınar ağacı. Tam da ortasında tüm o yeşilliğin ve güzelim çiçeklerin.

 

Yitip gitmiş onca insan ve yitip gitme olasılığını süren nicesi. Tüm mücadele kaybolmamak adına ve sürdürmek adına döngüyü hani parçası olduğunuz. Yoksa bir parçası da mı değilsiniz. Kimine göre, terk edilmiş kimine göre uzak kimine göre bir o kadar yakın. Yine de mümkün mertebe korumak ve kollamak değil ıssızlığınızı her ne kadar tezat teşkil etse de uyum gösteren nicesine.

 

Uyum denen ne ki… Uyumsuzluğun çırpınışı, sessizliği muhafaza etmek ve kendi ekseninde sürdürmek muhteviyatını. Ya da uydusu olmamak o çarkın. İçinde milyonlarca yalanın ve hasretin yankılandığı.

 

Tezat ya da yalıtılmış. Neyiz ki özümüzde ya da kimiz ki evrenin tam da merkezinde. Koordinatlar iki düzlemde belirlense de üç boyutlu bir resim içinde yer aldığımız. Fırça darbeleriyiz her birimiz ve Yaradan’ın büyük bir özenle resmettiği. İstediğimiz kadar inkâr edelim, kim var ki yanı başımızda O’nun haricinde.

 

Sayısız izafi gölge ve takibinde olduğumuz o vefalı gölgemiz. Eninde sonunda kim terk etse de yanmayacak mı ocağımız? Tütmeyecek mi bacadan duman. Belki işaret dilinde anlaşacağız belki de telepati kuracağız sevdiklerimizle ya da sevdiğimiz sandığımız kim varsa yakınımızda uzağımızda.

 

Nasıl da göreceli kavramlar uzak ve yakın denen… Uzağına düşsek de belki bir o kadar yakınızdayız ya da yakın addedilen her ne ya da her kim ise nasıl da uzağındayız.

 

Ne varsa yanılgı aslında ya da görmek istediğimiz beynimizde ve ruhumuzda şekillenen. Neyi gördüğümüz de önemli değil ayrıca sadece görmek istediğimiz ve yüreğimizde yaşattığımız her ne kadar yüreklerde yer işgal etmesek de. Belki de düzenekte bile yer işgal etmiyoruz ya da hakkımızdan fazlasını iddia ediyoruz.

 

Özgürlük de bir diğer mefhum bir o kadar uzağımızda yer bulan. Öyle ya, özgürlük nasıl da kısıtlı ve ket vurulmuş. Bırakınız hürriyeti düşünceler bile yasaklı ve boyunduruğundayız kabul gören tüm olguların üstelik. Ne varsa zihinlerde kazılı ve nasıl görünüyorsak sübjektif yansımalarda.

 

Nesnel ve öznel değil mi ayrıştıran. Aslında kimin ne hakkı var ki ket vurup istila etmeyi ruhları. Kimin ne hakkı var sürgün etmeye. Yozlaşmış onca insan ve farklılığın kocaman bir izdüşümü.

 

Güçlü kimdir sizce ya da zayıf mıdır hassas içerimlerle yadsınan. Ne var ki yadsıyacak ve yadsınacak. Müphem gidişatın zavallı yolcularıyız alt tarafı her ne kadar üstünlük taslasak da. İstediğiniz kadar Kaf dağının tepesinde çadır kurun öylesine güçlü rüzgârlar esip yerle bir edecek ki o çadırı ve sonunda yüzleşeceksiniz yalnızlığınızla.

 

Bir nefes kadar uzak hayat ve bir nefesle son bulacak olan. Neyin sahibiyiz ki… Aldığımız nefes bile bir borcumuz değil mi Rabbimize. Öyleyse kim hak iddia edebilir ki bir diğerine ve kim nereye kadar baskı kurabilir yoldaşına. Yoldaşız hepimiz, her birimizin sayısız yoldaşı var üstelik: Görüp görmediğimiz, bilip bilmediğimiz sayısız yoldaş. İster dost ister düşman, ister yakın ister milyarlarca ışık yılı uzağımızda.

 

An öylesine belirsiz ki, bir anda nasıl da mümkün zamandan başka bir ana transfer olmak. Yeter ki, içinizdeki o sizi kaybetmeyin. Kim var haricinde size sizden yakın. Her kafadan çıkan onca ses, bitmek bilmez istekler, bitmek bilmez yankılar.

 

Ne mi görüyoruz? Olandan çok fazlasını belki de hiçbir şey…

 

Nedir mi duyduğumuz? Bir karıncanın ayak sesini bile duymaktan nasıl da aciz ve nefsimizin hükmünde varlıklarız. Soyut imgelerin gölgesinde somut bedenleriz aslında, bir gün yok olmaya mahkûm. O zaman neyin savaşı bu süre gelen? Neyin savaşı, neyin telaşı, neyin derdindeyiz?

 

Birbirimizi yok etmenin haricinde hangi yolun yolcusuyuz?

 

Ve neyin izini sürüyoruz ki yolumuzu bulmaktan bile aciziz eğer ki ardımıza bıraktığımız o yön belirleyici çakıl taşları olmasa.

 

Belirleyen değiliz, olsak olsak belirlenmiş ve aczi yetin kursağındaki varlıklarız. Ve hiç birimiz bir diğerinden farklı değiliz. Kimi zengin kimi yoksul, kimi güzel kimi çirkin ya da bir o kadar muhteşem. Neyin garantisi var, söyleyin hadi? Kim iddia edebilir ki hakkı olduğunu bir diğerinin üzerinde.

 

Neyse tezahür eden sadece bu değil mi yansıyan biz insan denen canlılara. Aklımız fikrimizle ve bir o kadar duygularımızla bir ateş parçasıyız aslında hem de insanlığın ilk yaratıldığı günden bu yana.

 

Nasıl da güçlüyüz bir diğerinin gözünde ve bir o kadar güçsüz tam da yanı başımızdaki. Ve aldatıyoruz birbirimizi süre gelen yalanlarla. Kolaysa kendinizi kandırın. Mümkün de diğer yandan kendimize yalan söylemek. Ya mümkün mü İlahi Gücü yalanlarımızla yanıltmak?

 

Günahlarımız ve sevaplarımız, yanlışlarımız ve doğrularımız, maruz kaldıklarımız, yaşanmışlıklar ve yaşanması muhtemel tüm seçenekler. Ki seçeneklerinden varlığından bile bihaberken nasıl da kifayetsiz her ne kadar dünyanın hâkimi tayin etsek de sefil varlıklarımızı.

 

Haydi, atın ne varsa üstünüzde başınızda ve atın şu fazlalıkları. Dengeler otursun artık yerine. Denge mi kaldı da dememeli. Vakit henüz erken ve çok geç kalmadan sıvayın birbirinizin sırtını ve başınızı kaldırıp dikin göğün derinliklerine. Görüyorsunuz, asla inkâr etmeyin çünkü gönül gözünüz nasıl da engin en az O’nun sizi gördüğü kadar…

 

( Neyin Sahibiyiz Ki... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 7.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.