Suskunluğun riayet
ettiği bir masal. Masalların mutlu sonuna ihanet belki de. Sayıların toplamı ve
eksiltili bir eşitlik.
Vara yoğa kırılan yine
de nüktedanlığına toz kondurmayan.
Tüm gidişler ve eşlik
eden o son kare mutluluğun yetim düşmüşlüğünün resmedildiği o son kare.
Kalbin atışını çok
uzaklardan duyabilmekteyim ki kâinatın kalp atışı her dem yürek sesime eşlik
eden haricinde varsın yol vermiş olayım suni yaratılarına insanoğlunun.
Düzenli bir çırpınışı
var yüreğin. Bir ninni gibi okşamakta ruhumu ve usul usul dokunmakta varlığımı
çekip kurtarırken izbelerden.
Karanlığı ne zaman
sevdim ki… Ama hep de yanıldım her karartıyı düşman bilip. Bilemedim zira günün
doğuşunun çok yakın olduğunu.
Her aydınlığı dost
bilip yine yanıldım. Bilemedim ve göremedim üzerine serili o kara örtüyü.
Son izlek arda kalan.
Sona rağbet etmezken başlamadan biten bir hikâye. Ve bir hikâye daha: seri
halde devam eden. Muğlâk bitişler, hicap dolu sevişler, küskünlüğün rakımı
yükseldikçe hayatla olan o bağın gitgide zayıflaması.
Korkunun ecele faydası
olsa aşk’ın da muktedir olmayacağı ne olmaz ki.
Sıradan bir günün sıra
dışı yansıması kadar tedirgin eden. Rezil bir düzeneğin kıyısında köşesinde
kalmış üç beş suret. Gölgelerin oynaştığı, karanlığın eşlik ettiği ve yansıması
depresif bir kaygı ile beyan ederken kimliğini. Muzdarip olunan ne varsa… Yakıp
yıkan ne ise. Ve sığındığımız o suskun çaresizlik yoksa tekil bir ifade mi
kullanmalıydım? Ne fark eder ki… Söyleyeceğimi henüz söylemedim aslında hiçbir
satıra eşlik eden ben değildim ki yetmeyen onca yanımla yetemezken kendime bile.
Koca bir es belki de iki yazı arası soluklandığım. Gidip kerelerce yanından
geçerken görmezden gelindiğim ya da görüş alanında görüntü kirliliği yaratmışçasına
biçilen değer.
Komik hatta acınası bir
o kadar garip ve sıra dışı.
Kerelerden oluşmuş uzun
bir zincir ara namesi iken onca keşke.
Sanrılardan zincir
yaptım.
Duygulardan ruh ördüm.
Sevi dilini hep
pelesenk yaptım ruhuma.
Ne pişmanım ne kâfir.
Ne yalnızım ne
kalabalık. Ama içimdeki coşku sönmek bilmiyor ve sevgi denen çember her geçen
dakika daha da genişlemekte içine dâhil ettiklerimle ve yol verdiklerimle
cebelleşirken onca pişmanlıkla ve yap-bozun kayıp parçaları eşleşirken
eksiltili imgelerle.
Ürkünç bir coğrafya,
sevgisizliğin mubah olduğu.
Soğuk bir mevsim,
iklimsiz yürekler üşürken ve üşütürken.
Detaylarda saklı tüm
imgeler uzaktan göz kırpan.
Niteliği belki de
nicelik alt etmişken yoz dürtüleri.
Zaman çok yaşlı ve çok
yorgun ve hırpani o mevcudiyeti ile almakta intikamını insanoğlundan.
Kader ise hep zan
altında suçu yüklenmiş iken ve tahakkümü ile pervasızlığın sorgulanırken
aralıksız bir ivme ile.
Aşk ise hep yorgun ve
bir o kadar gözü pek. Issız bir o kadar name name dolarken gönüllere ve yol
verilmiş iken mutlu birliktelikler.
Bezdirici durağanlığı
mı hayatın yoksa çalıntı hayalleri mi yordanası…
Yosun tutmuş bir taşın
üzerine oturup taşlaşmak. Taş kesmiş yürekleri pamuk bilip o sığınma isteği. Ve
yüreğinizdeki emsalsiz sevginin sekteye uğratılması. Öyle ya kiminle muhatabım
da karşılığında bir tebessüm dahi esirgenmekte. Onu da geçtim. Ya… Sonrası yok
bu cümlenin inanın ki var aslında, desem de cesaretim yok belki de. Maruz
kalınan ne ise…
Hiçliği sorguluyorum
mütemadiyen belki hiçliğe tekabül eden varlığımı.
Varlığımı köreltiyorum,
zımparalıyorum kaygan bir zemine ulaşmak adına bu sefer ayağım kayıp düşmekten
alıkoyamıyorum.
Yalın bildiğim ne varsa
karmaşık. Karmaşık imgeler alaycı. Yüz görümü düşler tek tesellim yokluğun
hicap edici tedirginliği ile donatılmışken. Sorgu hâkimi tümceler tef çalarken
paragraf bitiminde. Yalıtılmış cümleler kuruyorum uzun uzun dalıp giderken çok
uzaklara. Karıştığım yalnızlıklar, öznesi olduğum insanlar, yüklemi belirsiz hikâye
adamları ve kadınları ve yüzü gözü pamuk şekerine bulanmış çocuklar…
Uzaklar eşlik ederken
bir imge takılıyor zihnime:’’Bir insan için dünyayı anlamak onu insansala
indirgemek, ona damgasını basmaktır. Kedinin evreni karıncaların evreni
değildir.’’(A. Camus)
Nereye aidim o zaman?
Ya kaybolan yanım hangi evrene tutsak?
Kim olduğumun
bilincinde olsam da usumun uzağındakiler kim ya da ne?
Nedir düzen, nedir
kural?
Yoksa kuralsızlığın
isyanı mı kural bilinen?
Oysaki usumun tüm
taktiği değil miydi doğruyu yanlıştan ayırmak ve elimdeki tek sonuç: çelişkinin
o soyut ve soğuk varlığı…
‘’İyi bir insan ol
fakat bunu ispatlamak için zaman harcama.’’(Ts.Eliot)
Demek ki tüm ömrümü
heba etmişim durduk yerde hatta şu yazdıklarım bile yetersiz kılmakta benliğimi
ki yetersiz sözcüğünden hiç mi hiç haz etmesem de. Mutlandıran tek edim oysa ya
da inandırıldığım ve kendimi kandırdığım.
Ömür mü bana ait olan
yoksa tamamen zamanın malı mıyım harcanmış ve harcanmaya devam eden…
Hangi masalın sonu
mutlu bitiyorsa haber verin bana sadece okusam da bana yeter içinde olmasam
bile.