.
..
...
Horuz dövüşleri diğer ülkelerde olduğu gibi bu ülkede de tam bir coşkuyla yapılıyordu.
Herkes çalışma saatinden sonra akşam üstü kendi horozunu koltuğunun altına alıp horoz
dövüş salonlarına doğru koşuyordu. Çocuklar ilk okuldan itibaren gelecekte bir horoz
sahibi olup büyükler gibi dövüşlere katılmak hevesiyle beslenip eğitiliyorlardı.
Yani horuz dövüşleri olmasaydı artık yaşamın hiç bir anlamı kalmazdı insanlar için. Belki
de horoz olmasaydı hayatın anlamsız olduğunu düşünen bir çok kişi yaşamalarına son
verip intihar ederdi.
Gerçi öyle birileri de ülkede bulunuyordu. Bazı anormal insanlar horoz dövüşleriyle
ilgilenmeyip de şiirle ve sanatla uğraşıyorlardı. Toplum için tehlikeli olan böyle birileri
yetkililer tarafından hasta oldukları düşünülüp elleri kolları bağlı olarak tımarhaneye
gönderiliyorlardı. Bazen de böyle anormal şahıslar durumlarını kimseye belli etmeyip
dağlara, ormanlar kaçıp yalnız yaşamayı tercih
ediyorlardı.
Diğer ülkelerde olduğu gibi burada da horoz, vatandan ve namustan daha da önemliydi
vatandaşlar için. Horozsuz bir kişi bitmiş birsi sayılırdı artık.
Her gün gazetelerde horoz hırsızlarının tutuklanıp idam edilmelerinin veya horozunu
kaybeden kişilerin intihar haberleri yayınlanmaktaydı. Horoz yüzünden köylülerin kanlı
kavgaları durmak bilmiyordu.
Bu arada yalnız kendi karını düşünen ülke kralı, bütün dövüşlerin yapılmasına sadece
kendisine ait olan salonlarda izin veriyordu. Kralın horoz dövüş salonlarının giriş
parasının yüksek olduğundan dolayı da bazı bölgelerde yasak dövüşler yapılıyordu. Ama
ülkenin güçlü YHDİ (Yasak Horoz Dövüşler İstihbaratı) tarafından aniden bulunup ve
suçlular ağır cezalandırılmak için mahkemeye götürülüyorlardı.
Paragöz kral git gide dövüş salonlarının giriş fiyatlarını daha da arttırıyordu. Neredeyse
her giriş biletin fiyatı bir işçinin günlük maaşıyla eşit olmuştu. Yani millet kazandıkları
parayı iki elli krala teslim ediyordu. Ama buna rağmen yine yaptıkları işten
vazgeçemiyorlardı. Çünkü horoz dövüşü olmasaydı yaşamın ve hayatta çalışıp para
kazanmanın da bir anlamı kalmıyordu.
İşler tamamen kralın istediği yönde gidiyordu fakat son günlerde en başta bahsettiğimiz o
bazı anormal insanlar, kralın yaptığı bu haksızlıkları ve kendi halkını sömürme haberlerini
BMH( Birleşik Milletler Horozları) örgütüne ilettiler. BMH başkanı olayları incelemek
için direk kendisi devreye girdi. Derhal ülkeye gidip iletilen haberlerin doğru veya yanlış
olduğunu yakından
izlemek istedi.
BMH başkanı ülkeye geldikten sonra dosyaları inceledi. “Ülkendeki bütün horoz dövüş
salonları sana ait olduğuna rağmen ve yüksek giriş fiyatlarına karşın hala hiç kimsenin
sesi çıkmıyorsa burada kesin bir tuhaflık var” diye krala sert bir açıklama yaptı. “Bir hafta
içinde hiç bir muhalif sesi duymazsam dosyanızı kapatıp ülkenizde yapılan horoz
dövüşlerine yeni bir kurallar koymak zorunda kalacağım” diye konuyu kapattı.
O güne kadar halkının sessiz durumundan memnun olan kral BMH başkanın
söylediklerinden tedirgin olmaya başladı ve gelecek kazancına el koyulmaması veya
azalmaması
için telaşa düştü.
Kral ülkesinde demokrasinin varlığını ve halkının özgürce itiraz etmesini BMH başkanına
göstermek için yeni bir şeyler düşündü.
Kralın emriyle bütün il merkezlerinde ve köylerde bulunan her bir horoz dövüş salonun
önünde yumuşathane çadırı kuruldu ve bu çadırlarda bir kaç tecavüzcü memuru hemen işe
alındı.
Kral, insanların bütün paralarını horoz dövüşleri salonlarından ellerinden alıyordu ve bu
durumdan bile kimsenin sesi çıkmamıştı. Halkını kışkırtıp isyanlarına yol açmak için
böyle bir şey aklına gelmişti.
Akşamları horoz dövüşlerine gelen herkes salona girmeden önce yumuşathane çadırına
geçip
devlet memurlarının tecavüzüne uğramak zorundaydılar.
yumuşathanelerin işe başlamasından bir kaç gün geçmişti ama hala isyandan, direnişten
ve hatta ufacık itirazdan bile haber yoktu.
Şehirlerde ve köylerdeki bütün yumuşathanelerin önünde halk uzun kuyruklar oluşturup
tecavüze uğramak için sıralarını bekliyorlardı.
Kimisi ön sıralarda olmak için geceyi yumuşathane önünde yatıyordu, kimisi de sabahları
gün doğmadan önce yumuşathanenin çalışma saati başlamadan çadıra doğru
koşuyordu.
Kral bu durumdan hiç memnun değildi. Artık halkını sıkıştırıp kışkırtmak için aklına
başka bir fikir gelmiyordu.
Sonunda da BMH başkanı hiç bir muhalif hareketten iz bulamayınca ülkenin dosyasını
kapatmak istedi.
BMH başkanı ülkeyi terk etmeden önce kral ondan son bir istekte bulundu “Bu akşam
başkentin merkezinde toplanan halkın önüne çıkacağım. Belki muhalif bir ses duyabiliriz”
diye orada ona eşlik etmesini ondan rica etti.
Akşam
kalabalığın önünde yüksek bir yerden kral halkına seslendi:
“Ey menim
halkım. Durumundan memnun olmayan kimse yok mu?”
Ama kimseden
ses çıkmadı. Kral aynı cümleyi bir daha tekrar etti.
Sinek vızıltısı bile duyulmadı. Üzgün kral son çağrısını yaptığında birden halkın içinde
yaşlı bir dede elini kaldırdı.
Kral onu görünce sanki cennetin kapısı yüzüne açıldı. Derin bir nefes aldı. “Ne oldu
dede?” diye elini kaldıran yaşlıdan sordu.
“Kralım, bir
itirazım var?” yaşlı dede dedi.
Mutluluktan göklere uçmak üzere olan kral ondan itirazının ne olduğunu sordu. “Kralım,
Akşam geç saate kadar uzun kuyrukta beklemek zorunda kalıyoruz. Mümkünse tecavüzcü
memurlarınızın sayısını arttırın” diye cevap verdi yaşlı dede.
BMH başkanı ülkede demokrasinin var olduğunu onayladı ve halkın rahatlıkla istedikleri
her şeyi krallarına söyleyebileceğine inandı. Ama vedalaşmadan önce kraldan çeşitli
partilerin
çalışmasına izin vermesini istedi.
Bunun üzerine kral derhal kendisine ait iki parti kurdu. İktidar partinin başkanı kendisi
oldu. Yaşlı dedeni de kurduğu muhalif partinin başkanı yaptı.
Muhammed
Ahmedizade