1
Mükellef tutulduğumdan
da öte arz etme sorumluluğunu kimliğimle bağdaştırırken. Anlık bir ikrarla,
serkeş bir tınıyla ve hangi rütbe ise söküp yerine bir çiçeği ihraç ettiğim.
Ezeli bir rekabet bariz
olan ama tek rakibim yine bağnaz sanrıların hidayetine inanmayı tecelli bilen
ve tüm pervasızlığı ile yeri göğü pembeye boyayan.
Yok, yok siyahı asla
muaf tutamam ne de olsa hüzün ağarttıkça saçlarımı fazlasıyla ahkâm kesiyorum
hani olur da mağdur bir öfkeyi teğet geçen belirsizliğinde kancasına asmışken
üç beş kısır cümleyi. Fazlasıyla da muğlak doğrusu hele ki pişkin pişkin
sırıtan suretlere anlamaz gözlerle baktım mı ansızın hâsıl olan bir kahkaha
cümbüşüne düşüyor yolum. Ne var ki bunda, demeyi çok istesem de tüm kırılganlığımla
kayıplara karışıyorum.
Zafiyeti belli ki urgan
düşlerin ve kanadı kırık kanatlarına biteviye yüklediğim bunca üzüncü yine de
mağrur bir edayla penceremden ayrı düşmeyen o naif serçe yavrusu. Küçükten de
küçük ama her nasılsa engin bir mabedin gönüllü bekçisi. Mademki ayrı
düşecektik, demem bir o kadar istikrarsız bir düş kırıntısı.
Geldik gidiyoruz, demek
asla bir mazeret olmamalı yine de afakanlar basıyor hele ki pek de rağbet
etmiyorsa mutluluk.
Konudan konuya seğirten
o tedirgin gölgeye sığmak mı sığdıramadıklarım mı?
Söz birlikteliği
etmişçesine en güzel vakti yine günün. Şunun şurasında ne kadar kaldı? Neye mi?
Boş verin gitsin!
Ritüelden nasiplenmek
bu olsa gerek. Sevinçlerin uzağında ve o kırık matemi ansızın nasiplenmek.
Göreceli, ömür denen.
Sağdıcımız keşke
mutluluk olsa biteviye.
Bireysel mutluluklar da
kırılgan bunca dirayetsiz yengi ve yergi hâsıl olmuşken.
Nöbete durduğum şu
beyaz sayfanın girizgâhında aslında konuyu kafamda belirlemiştim ve döndü
dolaştı sözcükler yine, tüm bencilliğimle bilfiil sorgularken hayatı ve idame
ettiğim en durağan ve kısır döngü.
Kırık bir kalpten
dökülen ne ise istediğiniz kadar bulamaç haline gelen istikrarsızlıkla bağdaş
kurun ve macun bildiğiniz gamı da dâhil edin ve kolaysa yapıştırın dökülen
parçaları ki artık önem arz etmiyor zira yaşayıp yaşayacağım tüm görgüsüz ve
gönülsüz zafiyetlerimle arz-ı endam eden hangi serüvense sorun addetmeyi keseli
oldu bayağı. Yoksa olmadı mı? Bunun ne ihtiva ettiği değil de hayatın sunumunda
ne ile kesiştiği yolumun aslında yolumuzun.
Dünlerden ibaret
değiliz mademki haydi kovuşturun o mahrem sözcükleri ve serin boydan boya
pestili çıkmış hangi duygu ise rahvan bir gölgede mıhlanmış zarif ve külyutmaz
yetileriniz ile kuş bakışı seyrederken gerek iç gerekse dış âlemi.
Günlerden bir gün,
demek nasıl da muhterem bir sunum ve denk düştüğüm sıdkı sıyrılmış ne çok izlek
ve bir kadın: Hem de oldukça yaşlı ve nur yüzlü.
Günlerden bir gün
dediğimse yine yakın bir zamana denk düşüyor. Geçen sene Ramazan ayında, foyası
sonradan ortaya çıkacak garip bir olay zinciri. Ki olay addedilmesinden ziyade
hoş bir sunum adeta kadının başına gelenler…
Günün ortasında ve
iftara saatler kala çalınan kapı ziliyle teyzemiz yavaş ve ürkek adımlarla
kapıya seğirtmekte.
‘’Hayırdır kim ola
ki?’’demekten gayri ne telaffuz edebilir ki ne de olsa oğulcuğundan başka
kimsesi yok.
Kapıda endamlı bir
adam. Tanıdık olmadığı aşikâr.
Ve arz ettiği şu cümle:
‘’Teyzem, hayırlı
Ramazanlar. Bu sizin.’’
‘’Ne ki bu,
anlamadım.’’
‘’Teyzem, Ramazan
kolisi ve size gönderilmiş.’’
Kadının gözlerindeki
bakışı ve içinde hissettiği minnet duygusunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
‘’Benim ha? Allah razı
olsun. Lokmam yoktu iftara.’’
Gönüllü bir coşku hem
de nasıl bariz bir mutluluk.
Akabinde kapıdaki adam
şunu beyan ediyor:
‘’Şurayı imzalarsanız
paketi teslim edeceğim.’’
Tek yapması gereken
sadece basit bir imza atmak. Basit ve uzantısında kaderin atacağı çalım…
‘’Burası mı oğul?’’
‘’Evet, teyzem. Buyur
paketini ve afiyetle ye ne ise içinde.’’
Hâsıl olan mutluluğu
tahmin etmek hiç de zor değil. Ve eminim ki hangi birimiz olsa teyzenin yerinde
yine ne çok dua edeceğiz hele ki böylesine mübarek bir günde…
Velhasıl günlerce
yetecek onca erzak hele ki gönül erzakında saklı tuttuğu ne çok mübarek dua.
Günler ve haftalar
geçer demeye ne hacet.
Ve yine gelip çalar
kapımızı yeni bir ramazan ayı.
Ve teyzenin kapısı bir
kez daha çalınır lakin…
Dilim dönmüyor inanın
ki zira bu kez kapıyı çalan haciz memurları ve ne var ne yok alıp götürüyorlar.
Sebebini tahmin edeceğinizi az çok tahmin ediyorum ne var ki böylesi bir
acımasızlıkla karşı karşıya kalmak gerçek bir elem.
Evet, tahmin ettiğiniz
üzere, teyzemizin okumadan attığı o imza hayatına mal oldu desek yeridir.
Haciz memurları
Allah’tan insaflı ki iki kırık tabure bırakmışlar o boş hanede.
Ya şimdi ne mi olacak?
Büyük ihtimalle ana
oğlun evine de el konacak zira okumadan attığı o imza yüzünden nesi var nesi
yok tahsil edilecek kanun tarafınca.
İftara dakikalar kala
denk geldiğim bir haber ve yine bizden yine içimizden bir hayatın sunumu hem de
durduk yerde sırf karnını doyurmak adına ve tüm asaletiyle tek bir dilim ekmek
bile dilenmezken gelen bir müjde olarak addettiği o Ramazan kolisi.
Ve tek suçu kapısını
çalan o yabancının sözüne inanmak üstelik böylesi mübarek bir zaman dilinde
insanlığına kanmak ve kanmaktansa aç kalmayı yeğ tutacağı.
An itibariyle ana oğul
kendi evlerinde bir sığıntı olarak yaşamaktalar ve her an kendilerini sokakta
bulmaları olası.
Gündemden düşmeyen
insanlık dışı ne çok olay ve sadece biri içimi günlerdir burkan. Utanıyorum ve
o yaşlı kadın da utanmakta ve kim bilir nasıl suçlamakta kendini. Oysaki gerçek
suçlular ortalıkta cirit atmakta.
Sahi ne kadar zaman
geçti kaybolduğumuzdan bu yana ve kaybettiğimiz ne çok değer hem de istiflerken
acıları çoğalttığımız günahlarımız ki fark etmiyoruz bile tükendiğimizin.
Hayırlı Ramazanlar
efendim.
Yolunuz mutluluğa ve
insanlığa düşsün yeter ki.