Şeceresini çıkartıyorum anbean…

 

Önce yalıtıldığım sonra damıtıldığım ve derken teneffüs etmekte zorlandığım yılların sayacı adeta şu devingen kalem iken mahremin kıyımında, yakınımın uzak peşrevinde, gönülsüzlüğümün de tam merkezinde.

 

Gönülden dilediklerim hele ki yüz göz olmuşken kaderle, açık bir dil ile şart koşuyorum kendime:’’Ha gayret, daha iyisini yapabilirsin!’’

 

Küçüklüğümde kulağıma küpe olmuş kiraz salkımları her nasılsa dünkü tazeliğinde.

 

Dünüm… Varsa yoksa mazimde tekerrür eden kelepir nasihatler:

 

‘’Sensiz de yol alır bu devran ama sen yine de elinden geleni yap…’’

 

Mahrem bir kıyıda yine yalnızlığımın uzantısında sere serpe güneşlenirken gecenin mehtabı tarafından yalıtılmış revnak bir yıldız kıvamında. Sahi neresindeyim bu şarkının?

 

Demem o ki: Ben bir nakaratım hem de en kallavi imlere rast gelip hayat tarafından protesto edilmiş göçebe bir kayyumun atadığı ve ılgıtlığının ihtişamına ön ayak olurken hüznün ayak sesi. Lakin…

 

Nereden başlasam da sonlandırmaya ahdettiğim ömrün şafağında en durağan kelime hazinesinden mahrum bırakmasam kalemi?

 

Of, deme şansın yok zira bir kez dedim ve aldım boyumun ölçüsünü. Tutarsız bir beyanatla nasıl da isyan etmiştim üç ay evvelinde ve yırtık bir günceye takriben rast gelmişken kelimenin tam anlamıyla cezalandırıldım üstelik çoğul mahiyette. Yine de şükürler olsun ki; tüm sakil ve sefil benliğimin tutarsızlıklarını bertaraf etme gayreti içerisindeyken ucuz kurtuldum.

 

Sırasız ya da selamsız.

 

Selamsız dediğime bakmayın hani: fazlasıyla sıra dışı bir tezahürata yenik düşen benliğin külfet addedilen o miracı tam manasıyla. Birbirine eklenmesi bir yana iç ve dış mihrakları da eklediniz mi…

 

Sayısız donatısı yine devingen rotamın anlık bir hezeyanına denk düşmüşken gecenin kör karanlığında. Teferruata gerek yok zira beyan edeceklerim zaten yüreğin külliyesinde hazır ve nazır beklemekte gün ışığına çıkacakları hangi zamansa yine varsıl bir rotayı da tayin etti mi kader…

 

Hayat memat meselesi, değil mi?

 

Asılsız bir rakımda yüzsüz bir döngüde ve mahrem bir varsayımı da müdahil ettik mi…

 

Tınısını unuttuğum bir ses takriben oktavı da yitik aynen yüreğin membasında rüştünü ispatlamış bir sarkaç kıvamında. Vallahi ayarını ben bozmadım, desem inanın ki çarpılmam ama gelin görün ki; çarpım tablosundan çıkardığım hiçbir sayı yok sıfıra ihanet etmemi de hoş görün artık. Ne de olsa sıfırla eşleşen garip bir tabiatım var. Sağına soluna zarar vermeyi bırakınız tam anlamıyla göçebe bir lahitte terk edilmişliğinin esrarı ve hengâmesi ile boyutsuzluğunu da uzay boşluğuna teslim etmiş. Ruhumu teslim etmiş olsam bu kadar çözülmezdim doğrusu ya da çapraşık bir kinayede toz tutmuş kelimeciklere de paye vermezdim. İşin aslı…

 

 Yaşamak ve yazmak…

 

Yazarken yaşamayı dilediğim bir sürece atıfta bulunuyorum tam anlamıyla ve öncesini tek kalemde es geçiyorum demek oluyor ki henüz doğmuş bir bebeğin emeklediği beyaz sayfalara teslim etmişken benliği…

 

Derken olanlar oluyor ve süreç koyu bir karanlığa bürünüyor.

 

Ve ölümün sessizliğinde çınlayan iç sesim.

 

Bu da boyutsuzluğu ile boyu değiştirdiğim/iz bir rehavet hem de konuşlu bir gizemle akıl sır erdiremediğim ama duaların kudretine tam anlamıyla teslim olduğum… İster geç kalmışlık deyin isterseniz sitemkâr bir endamla hor görün şu sefil kulu. Hiç mi hiç sorun etmediğime kani olduğum ise çok yeni bir varsayım yine bir dogma katılığında demek oluyor ki geçirdiğim evrimlere eklenen yeni bir katman.

 

Sorguladıkça dağınıklığın zaruri kıskacı.

 

Kırılgan bir yürekten türeyen hüzün tanecikleri hele ki mahrem gölgelerde büyüttüğüm kalemin ayak sesleri hem de dur durak bilmeden yazmaya ahdetmişken bilinmez bir zamanda ve bilindik bir mekanda. O da demek oluyor ki…

 

Kırsalında yüreğin vaha büyüklüğünde sefaletin kocaman bir öngörüsü anlamında yine zuhur eden o yansımada tüm mahrumiyetimi bertaraf etmekle sükûta daldığım hezeyan ötesi sevinç yüklü yaşam zerrecikleri üstelik katmer katmer açan bir gül iken kopuk bir imgeden soyutlanmış tutarsızlığı da dâhil ettik mi… dalsız ve boynu bükük bir gül hem de menşesisini asla sorgulama gereği duyamazken kaybolmuşluğunun peşi sıra eşleşen yürek sesi ya da fevri bir yangın ölmeyi aklına koymuş.

 

Sorguladıklarım iken karşıma çıkan o minicik kütlesi ile heyula bir evrene rest çekmeyi maharet bellemiş.

 

Kalemsiz bir süreç.

 

Kimliksiz günlerim.

 

Türeyen acılar.

 

Türeten insanoğlu.

 

Acıyan bir benlik ve acıtan bir katliam üstelik sür-git.

 

Kallavi bir dolduruş hatta tüm konuşlu hükümleri yine minnacık bir kutuya sığdırıp adına bilinçaltı denmiş bir mekanizmada nadasa bırakmayı meziyet bellemiş.

 

Nidalar…

 

Savruk yalnızlığım.

 

Kıskacında ömrün devingen bir rotaya denk düşüp dengini arayan bir derviş kıvamında üstelik şikâyet etmek şöyle dursun acının koynunda evrilen, acıya hükmeden hatta acı ile yoğrulmayı meşk eylemiş ve derken mutlu son.

 

 

( Savruk Yalnızlığım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 17.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu