Adı Cahitti yanlış hatırlamıyorsam...Ama bu anıda
ismin çok da önemi yok. Onunla öğretmenlik hayatımın onyedinci senesinde
Kocaeli’nin çok güzel bir köyü olan Akmeşe’de tanıştım. Okulumuzdaki pek çok
öğrenci gibi o da 1930 ların mübadelesi ile Yunanistan’dan bu topraklara gelmiş
olan soydaşlarımızın torunlarından biriydi ve onların tüm genetik özelliklerini
taşıyordu. Sapsarı saçları ve masmavi gözleriyle oraların şivesiyle tam bir
macır ( Yani muhacir ) çocuğuydu. Batman’da tanıdığım esmer tenli insanlardan
çok farklıydı Akmeşe’liler ve civarındaki köylüler.
Cahit Akmeşe’ye biraz uzak olan Belenören
köyündendi. Okulumuzda Devlet Parasız yatılı öğrenci olarak okuyordu.
Akmeşeliler dışındaki tüm öğrencilerimiz yatılı öğrencilerdi zaten...Daha yedi
yaşında atılıyorlardı bu çileli hayatın tam ortasına. Çileli diyorum çünkü
bizim okulumuz ( Akmeşe Yatılı İlköğretim Bölge Okulu ) gerçekten de tam bir
çilehaneydi. Okulun yatakhane binası taa 1610 lardan ( yanlış okumuyorsunuz
yazıyla yazayım: Bin altıyüz on ) kalma bir binaydı. aşağı yukarı 1920 lere
kadar Ermeni Ruhban Okulu olarak kullanılmış, 1920 lerden sonra ( Oranın
yaşlılarının anlattıklarına göre ) O bölgede oldukça etkili olan Çerkez
Ethem’in korkusundan Ermeniler köyü terketmişler, 1930 dan sonra da Yeni Türk
devleti öncelikle Yunanistan’dan mübadele ile daha sonra da Bulgaristan,
Yugoslavya ve Romanya’dan gelen bazı aileleri bu köye yerleştirmiş.
O köyde görev yaptığım altı sene zarfında beni en
çok üzen şey neydi bilir misiniz ? 1610 larda o köye gelen Ermenilerin 1640
larda bir matbaası varmış ve gazete çıkarıyorlarmış. O matbaa binası ufacık bir
kümbetti benim zamanımda ve köyün çöplüğü olarak kullanılıyordu. Ben böyle
tarihi bir yapının çöplük olarak kullanılmasına üzülüyordum ama ondan daha da
üzüldüğüm husus Osmanlı Devleti’nin bir tebaası olan Ermenilerin 1640 larda bir
matbaası varken müslüman Türklerin ancak 1726 dan sonra matbaayı kullanmaya
başlayabilmeleriydi. Neyse biz yine okula ve özellikle yatakhaneye dönelim...
Yatakhanemiz oldukça kalın duvarları olan içi
ahşap, dışı taş, zeminle birlikte üç katlı bir binaydı. Döşemeler ahşap olduğu
için her sene yazın -pireye karşı önlem olmak üzere - mazotlanırdı. Yani en
ufak bir kıvılcımda yanacak durumdaydı. O bakımdan kışın yatakhanede soba
yakılmazdı. Kalorifer ise hak getire. Öyle bir lüksümüz hiç olmadı. 1999
depreminde o bina büyük ölçüde yıkılıncaya kadar da olmamış daha sonraları. Tek
kalorifer tesisatı hamamda vardı ve odunla ısınan kalorifer kazanı ancak hamam
suyunu ısıtabiliyordu. Haftada bir pazar günleri topluca banyo yapılırdı. Tabii
ki en az 150 kişi birden girdiğin hamamda yarım satte yıkanma başarısını
gösterebilirsen..Yarım saatten sonra su soğur; hele bir saati bulmuşsa banyo
sıranız soğuk suya talim..Bu sebepledir ki bizim okulda bit salgını, uyuz,
soğuk algınlığı, zatürre vaka-i adiyedendi.
Okulun eğitim öğretime ayrılmış diğer binasını ise
soba ile ısıtıyorduk. Köy bir orman köyü olduğu için odun sıkıntımız olmuyordu.
İlle valakin o kısımda da kışın sert rüzgarlar estiğnde işimiz felaketti çünkü
berbat şekilde tüterdi sobalar hep ve Karadeniz ile Marmara ikliminin geçiş
bölgesi olan köyümüzde kışın rüzgar hiç eksik olmazdı.
İşte bu okulda 1995 senesinde bendeniz Müdür
başyardımcısı ve Sosyal bilgiler öğretmeni olarak görev yapıyordum ve ben
öğretmenlik hayatımın onbeşinci, Cahit ise öğrencilik hayatının ilk yılını
doldurmak üzereydi. Bütün öğrencilerimi çok sevdiğim gibi Cahit’i de çok
seviyordum. Pek çok öğrencim gibi o da ne zaman kollarımı açsam koşarak gelir
ve bacaklarıma sarılırdı. Nöbetçi olayım ya da olmayayım çoğu kez gece yarısı
kalkar yatakhaneye girer üstleri açılmışsa sıkıca örterdim... Sabah
yoklamasında Cahit de dahil bazı öğrenciler yataktan kalkmak istemezlerdi çünkü
altlarını ıslatmış olurlardı. Kuru çamaşırları varsa ne ala..Yoksa artık
öncelikle kendimden o da olmadı öğretmen arkadaşlardan temin ederdik bir kaç
parça giyim kuşam..( Tüm öğretmenler okulun bitişiğindeki lojmanlarda kalırdık
)
1995 senesinin güzel bir nisan sabahı ve günlerden
pazardı. Öğrenciler o hafta izinli olmadıkları için hepsi okuldaydı. Ortaokul
öğrencileri ya top oynuyor ya da ders çalışıyorlardı..İlkokulun en ufakları
genelde seyirciydiler. Ya da aralarında koşmaca, saklambaç filan oynarlardı. O
gün Cahit de Saklambaç oynayanlara katılmıştı. Öğle oldu. Yemek vakti nöbetçi
öğretmenle birlikte topladık öğrencileri bahçede. Sınıf sırasına soktuk..’’Önce
birler’’ diyerek içeri almaya başladık..Her yemek öncesinde mutlaka sayardık
öğrencileri. Baktık 1. sınıfta bir eksik var...’’ Kim yok çocuklar’
dedim..Birler etraflarına baktılar. ’ Cahit yok öğretmenim ’ dediler..Çıkar bir
yerlerden kerata diyerek diğer sınıfları almaya başladım. Bütün sınıflar girdi
yemekhaneye. Yemek neredeyse bitecek Cahit ortada yok..Yatakhane binasına
girmiştir düşüncesiyle yatakhaneye gittim. Bütün koğuşlara baktım yok.
Telaşlanmaya başlamıştım. Öyle ya bu çocuklar bize emanet ve üstelik ben
idareciyim, daha da katmerlisi günün nöbetçi idarecisi benim. Diğer binaya
geçtik. Tüm sınıfları aradık yine yok. Bütün öğrencileri topladım bahçeye. Tam
bir yoklama yaptım evet Cahit yok...’’Çocuklar sanırım fındık bahçelerine gitti
, şimdi bütün ortaokul öğrencileri onarlı gruplar halinde fındık bahçelerine
dağılacak ve Cahit’i arayacaksınız’’ diye talimat verdim...Nerdeyse hava
kararmak üzereydi lakin Cahitten ne bir ses ne bir işaret var... Telaşım iyice
arttı. Her halde köyüne kaçtı diye düşündüm. Çünkü bazı büyük öğrenciler
yapardı bunu... Son bir umutla babasına telefon ettik . Adamdan ’’ hayır hocam
buraya gelmedi ’’ cevabını alınca benim ameliyatlı mide alarm vermeye başladı.
Akşam üzeri babası geldi. Allahtan bize en ufak
bir sitemde dahi bulunmadı. Yoksa iyice yerin dibine geçeceğim ’’ emanete
ihanet ettim ’’ diye..Son çare durumu köydeki jandarma karakol komutanına
bildirdim. Sağolsun komutan kendisi de dahil olmak üzere karakolda sadece bir
nöbetçi er bırakıp tüm askerler ve araç ile aramaya katıldı. Bu arada köylüler
de katıldı aramaya... Cahiiittt Cahiiiitt sesleri tüm köyü
kapladı...Fındıklıklar, orman, yakın köyler, aranmadık yer kalmadı. Cahit yok
yok yok...
Öğrencilerin yatma saati çoktaaannn geçmişti ama
hiç bir öğrenci yatakhaneye yönelmiyordu. Her gün akşam saat sekizde
yatırdığımız öğrenciler saat 11 olduğu halde hala sağda solda Cahit
arıyorlardı. Baktım olacak gibi değil bari onları yatırayım dedim hepsini
birden yine yoklama yaparak yatakhaneye soktum. Keşke bunu öğlen yemeğinden
hemen sonra yapıp öğrencilere ’’ Haydi çocuklar bu gün biraz öğle uykusu yapın
bakalım ’’ deseymişim. Cahit Bulundu. Nerede mi?
Meğer bizimki öğleden önce arkadaşlarıyla
saklambaç oynarken yatakhaneye girmiş. Kimse kendisini bulamasın diye de bir
dolabın içine girip kapıyı üzerine kapatmış...Tabiiki kimse bulamamış onu. Ama
bizimki bulunamamanın tadını yaşayıp arkadaşlarıyla ’ beni bulamadınız kii ’
diyerek dalga geçeyim derken uykusu gelmiş. Dolabın içinde uyumuş
kalmış...Arkadaşları dolabı açtığında ise hala uyuyormuş. Uyandırıldığında ise
ne dese iyi ’’’Ya , ben bu oyundan bıktım gelin uçtu uçtu kuş uçtu oynayalım ’’
Cahit, her zaman ciddi bir insan olarak tanıdığı
Sami öğretmeninin o gün neden ceketi beline sarıp ’ Mastika ’ yaptığını sanırım
şimdi anlıyordur...Mutlaka anlıyordur çünkü 28 yaşında koca bir delikanlı artık.
RESİM OKULUMUZUN YATAKHANESİNDEN AMA BENDEN ÖNCEKİ BİR DÖNEME AİT ( 1983-1984 YILLARI) BEN 1989 DA BAŞLAMIŞTIM O OKULDA...
NOT. 1- BU YAZI BİR KURGU YA DA HİKAYE DEĞİLDİR
AYNIYLA VAKİ BİR OLAYDIR.
2- BU YAZI HOŞUNUZA GİTTİYSE EMİNİM BUNDAN SONRA
YAZACAĞIM ’ CAHİT UÇAR DA SAMİ UÇAMAZ MI?’ BAŞLIKLI YAZIM DA HOŞUNUZA
GİDECEKTİR.