Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 24.12.2016
Okunma Sayısı : 1489
Yorum Sayısı : 0


Harekatın başladığı günlerde olası bir Yunanistan saldırısı nedeniyle Tüm Türkiye'de karartma
uygulanmıştı. Yani evlerimizde ışık yakmıyor. Pencerelerimizi kalın battaniyelerle kapatıyor.
Dışarıya ışık sızmaması için elimizden geleni yapıyorduk. Arada bir hata yapsak da, büyüklerimiz
tarafından hemen uyarılıyorduk. Daha öncede bahsettiğim gibi o günlerde İstanbul'da dayımların
evindeydim. Dayımın oğlu  Ali Nejat ile birlikte karartma esnasında gece sokağa çıkıyor, 
Aksaray, Laleli, Beyazıt sokaklarını dolaşıyorduk. Adada zor anlar yaşanırken, bizler neredeyse
bu durumu eğlence haline getirmiştik. Tabi ki bunda gençliğin verdiği heyecanın büyük payı
vardı.

Bizim nesilden bir çok kimsenin mutlaka o günlerle ilgili yüzlerce anısı vardır. Bu anılar
içinde sizleri gülümsetecek kaynağı Hürriyet gazetesi olan ama kime ait olduğunu tespit edemediğim
bir vatandaşın anısını paylaşmak isterim.

"20 Temmuz 1974, sabah 6.00... Unutulur gibi değil! Yer İzmit, Değirmendere. Bizim cennet gibi 
bahçe, asırlık çamların altında çadırda uyuyoruz. En gencimiz 16, en büyüğümüz 20 yaşında 
delikanlılarız. 

Birden, “Dat dariii, dari dariii!” diye bir sesle sıçrıyoruz uykumuzdan, başımızı dışarı bir de 
uzatıyoruz ki...

Çadırın tepesine biri dikilmiş, üzerinde mavi pijama, ayağında terlik, iki elini ağzına götürüp 
borazan yapmış, “Dat dariii, dari dariii!” diye kalk borusu çalıyor.

İlk tepki Merdan’dan geldi:

- Serdar kalk, adam delirdi!

“Adam delirdi” dediği, nur içinde yatsın, Dayım.

Kalk borusundan sonra marş söylemeye başlıyor, yerinde sayarak:

- Dağ başınıı duman aaalmış, gümüüüş dere duuurmaz akar...

Dört delikanlı, uyku sersemi, fırladık uyku tulumlarından.

- Dayı hayırdır?
- Çıktık, çıktııık!
- Dayı nereye çıktık?
- Kıbrıs’a çıktık!

Beslan Dayım Çerkez’di, ama hızlı bir Türk milliyetçisiydi, daha doğrusu inanmış bir vatansever...

Üzerinde pijaması, ayağında terlikler, çocuk gibi oynuyordu yerinde...

”Nihayet” Kıbrıs’ta zulüm, acı, katliam son bulacaktı.

Mehmetçik artık Yavru Vatan Kıbrıs’taydı ya...

O gün hepimiz marşlar söyledik, bayrak astık evlerimize!

Değirmendere’nin çocuklarını kandırdık, Merdan’ı Beşiktaşlı Yusuf, beni de Galatasaraylı Engin 
zannediyorlar... Fazıl’la Ömer’i kim diye yutturduk, hatırlamıyorum.

Bizim gibi “meşhur futbolcularla” maç yapmanın gazıyla, bakkaldan alışverişimizi yapıveriyorlar, 
arada Ankara gazozuyla artist resimli Golden sakızı da götürüyorlar tabii...

Bahçede kamp yapıyoruz, önümüz pırıl pırıl deniz, evde yaz bekarı dayımın mutfağını da kullanıyoruz 
arada... Keyif keka!

Çok sürmedi, Değirmendere Postanesi’nden bir görevli geldi: 

- Serdar Devrim burada mı? İhbarlı telefon var...

Koşa koşa gittik postaneye, o zaman ne cebi, evlerde bile telefon yok, bizimkiler telaşlanmışlar, 
dönün diyorlar.

O gece karartma yapıldı Türkiye sathında, Kıbrıs’tan değil, Yunanistan’dan bir hava saldırısı 
bekleniyor...

Asırlık çam ağaçlarıyla kaplı bahçede bir çadırda, çadırın içindeki oda bölmesinde oturmuş, bir 
konserve kutusunun içinde küçücük bir mum yakmışız, alçak sesle sohbet ediyoruz. 
Birden çadır bir darbeyle sarsıldı, fırladık, jandarmanın biri G-1’in dipçiğiyle çadının demirine 
vuruyor:

- Vatan haini misiniz, söndürün o ışığı, garartma vardır!

Işığı değil gökyüzünden, yarım metre öteden zor seçilen mumu söndürüp dışarı çıktık ki... 
karşı kıyıda Tüpraş Rafinerisi bayram yeri gibi, ışıl ışıl aydınlatılmış!

Döndük alelalece İstanbul’a ertesi sabah.

İstanbul’da müthiş bir heyecan havası vardı. Evler, dükkanlar bayraklarla donatılmış, insanlar 
sokaklara dökülmüştü. Geceleriyse, evlerin camına, otomobillerin farına mavi kap kağıdı yapıştırır, 
karartma yapıp hava saldırısı beklerdik.

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı denince gözümün önüne dayımın o hali, Tüpraş’ın ışıkları ve, 
son olarak da, Pedro gelir her seferinde...

İstanbul’a döndüğümüz saatlerde yolda rastladığım Pedro.

- Heeeyt, diye bağırdı ta uzaktan, çıktık Serdar, çıktık, Bayrağımız yerde kalmayacak artık...

Pedro’yu ertesi sene bir trafik kazasında kaybedecektik. Sokak ortasında “Çıktık Kıbrıs’a, kefereye 
verdik dersini Serdar!” diye sevinen Pedro, baba tarafından Musevî, ana tarafından ... Rum’du!"

Evet kendi halimize dönecek olursak o günlerde bizleri üzen en önemli olaylar ise, bazı kendini 
bilmezler tarafından yıllarca birlikte yaşadığımız Rum esnafa ve ailelere yapılan saldırılardı. 
Dayımların sokağının hemen başında Limonatacı dediğimiz bir Rum bakkal amcamız vardı. Onun da 
dükkanı taşlanmıştı. Oysa Rum bakkal amcamız da tıpkı Pedro gibi harekata en çok sevinenlerdendi.

Otuz üçüncü bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Otuz Üçüncü Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 24.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.