Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 13.04.2017
Okunma Sayısı : 2387
Yorum Sayısı : 3
Günün Yazısı

Bu Yazı 14.04.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.



Bir resim kalmış maziden, fotoğrafta Ayhan ağabey ve Cafer ağabey bir mesire yerinde tavla oynuyorlar. 
Şiir adam Mehmet bey (YERTUTAN) ise elinde ki mendille sanki, ağlamış gibi gözlerini siliyor.

Bu defa fotoğrafı görüp bir de yazılanları okuyan Müdürümüz Mehmet bey (Atılgan) diyor ki;

Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm)

"YERTUTAN sonraki olacakları görmüş gibi bir ağıt sergiliyor. Her şey hüzünlü satırları içeren bir şiir 
gibi. Ağlama kardeşim. Bundan böyle arkasından ağlayacağımız kimler ise o günler çok uzaklarda kalsın. 
Dostları gülerken görmeyi isteriz hep" 

Keşke mümkün olsaydı Müdürüm, keşke hep gülerken görebilsek dostları.

Evet dönelim yine Antakya görevimize. Cafer ağabeyi rahatsızlığı nedeniyle Hatay Misafirhanesinde bıraktığımız günlerden birinde görev yerimiz Samandağ ilçesiydi.

Müdürümüz Mehmet bey, Ayşe hoca ve ben Antakya Başmüdürlüğünün tahsis ettiği  araçla Samandağ'a geldiğimizde: En çok Arapların yoğun olduğu, ayrıca Türkler yanında Ermenilerin'de yaşadığı bu ilçede 
dillere dillerin, ezan sesine çanların karıştığı bir mozaik ile karşılaştık. Denizi ile, havası ile belki de Antakya'nın en güzel ilçelerinden birisi, tabi ki Harbiyenin de hakkını yememek lazım.

Müdürlükte yaptığımız bir kaç saat incelemeden sonra, merkezin Müdürü ile, bir kır lokantasında yemeğe gittik. Ama ne yemek...

Serde gençlik var, Mehmet bey Ayşe hocaya ve bana göre biraz yaşça ileri. Hazırlanan kocaman mangalı 
ve üzerindeki çeşit çeşit kebapları görünce Müdürümüz dayanamadı ve ilk tepkisini verdi.

-Hayırdır Müdürüm bu kadar şeyi kim yiyecek.

-Yenir kardeşim yenir, bu temiz havada yediğiniz, içtiğinizin farkına bile varmazsınız.

-Çok ama bunlar.

-Daha bu ne ki devamı gelecek...

-Yok, yok yeter bu.

-Neyse hele bir başlayalım, rakı da alır mısınız?

-Bilmem, ben ancak bir kadeh içebilirim.

-Elbette, zaten ben de ancak bir kadeh içebilirim, tabi ki bir büyüğün üstüne.

Müdür bey zoraki gülümsedi ve benim kulağıma eğilerek:

-Fikret ne diyor bu yahu, iş almayalım başımıza, sen içecek misin?

-Nasıl olsa mesai bitti Müdürüm, içeriz ne olacak, bir şey olmaz.

Ayşe hanım ve Müdürümüz Mehmet bey ilk kadehle oyalanırken, ben ikinci kadehin çoktan yarısına 
gelmiştim bile, yediğimiz kebabın ise haddi hesabı yok, hakikaten öyle güzel bir dağ havası ki, yediğimiz içtiğimizin farkında bile olmuyoruz. Meğer Samandağ Müdürü haklıymış.

-Buraların boğma rakısı meşhurdur Mehmet bey, bir tane getirtelim size.

-Yok teşekkür ederim, bu yeterli bana.

-Hadi canım olur mu hiç, bir tadına bakın. Oğlum bir kadeh boğma getir bakalım masaya...

Mehmet bey boğma rakıdan bir iki yudum aldı. Sonra benim önüme doğru itti, dedim ya, serde gençlik 
de var, ben devam...

Derken Mehmet bey de, Ayşe hoca da yavaş yavaş havaya girmeye başladı, hadi ikinci kadehler.

Hemen karşımızda bir Arap aile oturuyor, genç bir Arap kızı gözlerini dikmiş bana bakıyor.

-Ayşe baksana, şu Arap kızı bana mı bakıyor.

-ha ha evet ya, nasıl da bakıyor.

-Ne yapacağım şimdi.

-Ne bileyim, istersen yer değişelim.

Yer değiştik oh be şükür kurtuldum o bakışlardan, ama o da ne Arap kızı da yerini değiştirip yine 
karşıma geçmez mi? 

-Ayşe bakar mısın şunun yaptığına?

-Ah o ne ya, bu kız abayı yaktı sana Fikret.

Artık o tarafa doğru hiç bakmıyorum ama, arada bir gözüm kayıyor ister istemez. Bizimkilerde ise
muzipçe gülüşler, biraz sonra yerini kahkahaya bırakıyor. 

Neyse nihayet yemeğin sonuna geldik, odun ateşinde kahvelerimizi de içtik, eh şimdi nasıl kalkacağız 
bakalım, ne çok yedik içtik. Ama o da ne kuş gibi hissediyorum kendimi, sanki o kadar kebap yiyen, rakı 
içen başka birisiydi.

Akşam saatleri olmasına rağmen hava çok sıcak, birden bir ter boşaldı ve inanın acıktığımı hissettim.

Arabaya biniyoruz. Müdürümüz Mehmet beyin kulağına eğiliyorum.

-Müdürüm bir şey söyleyeyim mi?

-Hayırdır

-Ben acıktım.

Müdür bey şirin Nevşehir şivesi ile:
-Allah senin canını almasın dese de,

Ben Antakya'ya varır varmaz karnımı doyurdum.

Yüz yirmi beşinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yüz Yirmi Beşinci Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 13.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.