Saatler sonra kolumdaki acıyla uyandım. Dışarıdan ışık alma şansım olmadığı için artık
gece mi ,gündüz mü olduğunu kestirmem imkansızdı.
İçeri geldiklerinde beni uyur vaziyette bulmalarını istemiyordum. Ama o kadar yorgundum ki,
tekrar uyuduğumun farkına bile varmadım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. İçeri kimsenin girdiğini duymamıştım.
Gözlerimi önce bir küfür arkasından suratıma inen tekmeyle açtım. Yüzümdeki kanı göremiyordum.
Ama aktığını hissediyordum. Suratımda anlatılmaz bir acı oluştu.
Tanıdığım ilk ses:
Beni sürükleyerek tekrar tahta sandalyeye oturttu ve elektrik anahtarını açarak yanıma geldi.
"Tanışma zamanıdır artık " Dedi ve gözlerimi açtı.
Loş ışıkta bir an göz göze geldik. Nefretle baktığımı hissetmiş olacak ki, saçlarımı kopartırcasına
çekerek "Ne bakıyorsun öyle lan it? Buradan sonra bir daha beni göreceğini ve hesap soracağını
sanıyorsan aldanırsın, cesedin çıkacak senin bu kapıdan" Diyerek öfkeyle sandalyeyi itti.
Sandalyeden yere düştüm. Bu defa boğazımdan tutarak beni yerden kaldırdı ve tekrar sandalyeye
oturttu.
Onu evdekinden daha net olarak görmüş iyice tanımıştım. Allahım kurtulursam bir daha karşıma
çıkar mıydı acaba?
"Türk Ceza Kanununun işkence suçunu düzenleyen 94. maddesine göre “Bir kişiye karşı insan
onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan
on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."
Bu adamlar gerçekten Kamu görevlisi miydi? Onlardan şikayetçi olabilir miydim?
Ve diyalog denirse aramızdaki ilk diyalog yeniden başladı.
-Hangi örgüt üyesisin sen?
-Hiç, hiç bir örgütten değilim, sosyal demokratım ben.
-Başlarım senin sosyal demokratlığına, bırak hikaye anlatmayı da söyle bakalım, hangi örgütün
üyesisin?
-Yemin ederim. Hiç bir örgütten değilim, elime silah almadım. Olsa söylemez miyim?
Bu sözlerden sonra yerlerde yuvarlandığımı hatırlıyorum. Sonra üst üste gelen cop darbeleri.
Bir süre yerde hareketsiz kaldım. Açıkçası bayılmış numarası yaptım.
Ancak sanırım pek inandırıcı değildi ki, adam tekme, yumruk, kafa Allah ne verdiyse vurmaya devam
etti.Tam doğrulmaya çalışırken, yine yere indiriyordu.
Artık kendimi bırakmıştım.
Yaklaşık beş dakika süren dayak faslından sonra,
Yeni ve saçma sapan sorularla devam etti:
-Duvarlara yazı yazdın mı hiç? Hangi örgütün yazılarını yazıyordun?
-Yazmadım, hiç bir şey yazmadım duvarlara.
Yanımdan ayrılarak kapıyı açtı ve dışarıya doğru seslendi "Bir kutu yağlı boya getirin buraya,
içilecek kıvamda olsun"
Yapılan insanlık dışıydı. Yanındaki arkadaşı ile birlikte dakikalarca bana yağlı boya içirdiler.
İçtikçe kusuyordum. Kustukca dayak yiyordum. Yüzümde karışan kan boya ve pislik kokusu ciğerime
işliyordu.
Ardından bir tas yoğurt getirdiler.
Birinci adam dışarı çıktı.
İkinci adam "İç bunu zehirlenip gebereceksin" Ne b.. olduğunu öğrenmeden eşşek cennetine
gideceksin" Diyerek yoğurdu bana içirdi. Midem alt üst olmuştu. İkinci adamda dışarı çıkınca
dakikalarca böğürdüm.
Kaynağı "Özgür Ansiklopedi" olan bir yazı işkence için şunları diyor.
"İşkence, ister fiziksel olsun ister ruhsal, bir göz korkutma, caydırma, intikam alma, cezalandırma
veya bilgi toplama amacı olarak bilinçli şekilde insanlara ağır acı çektirmekte kullanılan her türden
edimlerdir.
İtiraf almak amacıyla sorgulama taktiği olarak kullanımı günümüze dek en büyük kullanım alanı
olmuştur. İşkence ayrıca bir baskı yöntemi olarak veya tehdit olarak algılanan toplulukları kontrol
altına alma aracı olarak hükümetlerce kullanılır. Tarih boyunca, din değiştirme veya politik
yeniden-öğretim amacıyla özellikle Ortaçağ Avrupası'nda sık sık kullanılmıştır."
Yarabbim neydi bu başıma gelen biz halen Ortaçağ Avrupasını mı yaşıyorduk?
Odada yalnız kaldığımda katıla katıla ağlamaya başlamıştım. Sonra saçma sapan şeyler
düşündüm.
"Babam Eskişehir'e gelip beni aramış mıdır? Bağırsam kimse sesimi duyar mı? Buradan
kurtulursam annem beni gördüğünde ne yapar? Kurtulursam bana okulu bıraktırırlar mı"
Ardından yıkılmamalıyım diye düşündüm ve kendi kendime direneceğim diye karar verdim.
Ellinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN