Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 24.01.2017
Okunma Sayısı : 1269
Yorum Sayısı : 3



Otobüs yolculuğu başladığında her türlü sesin, en ufak bir tıkırtının bile beni rahatsız ettiğini,
otobüsün bana dar geldiğini hayretle fark ettim. Ara ara avuçlarımla her iki kulağımı kapatıyordum. 
Ama buna rağmen sesleri duyuyordum. Bir ara arka sıralarda canhıraş şekilde ağlayan bebeğin sesini 
işkencede bağıranlara benzettim. 

Yanımda orta yaşın üzerinde bir amca oturuyordu.  Adamın sürekli ağzını şapırdatarak bir şeyler
yemesi, arada bir garip sesle boğazını temizlemesi, yani günlük hayatta karşılaşıp umursamadığımız
her şey beni rahatsız ediyordu.

"Yaptığım bir araştırmaya göre; Yoğun işkence seanslarından sağ çıkan mağdurlarda, özgüven kaybı,
yorgunluk, suçluluk ve utanç duyguları hakim olur. İşkenceyi çağrıştıran en küçük bir sinyal
(kapının şiddetle çarpması, bazı kokular, bağırtılar, sesler, kapalı ya da küçük bir yere girme)
kurbana işkenceyi çağrıştırır. 

İşkenceye maruz kalan kurban, yaşadıklarını çok açık ve detaylı olarak başkalarıyla paylaşmasa da, 
işkencenin psikolojik ve sosyal sonuçları o kadar şiddetli ve güçlüdür ki, bireyin günlük yaşamla 
ilişkisinde çok açık olarak kendini gösterir. Birçoğunda konsantre olma sorunu vardır. Bu kişiler 
sürekli suçluluk duygusu hissedebilirler ve insanlara güvenlerini kaybettiklerinden, sürekli izole 
olmuş biçimde yaşarlar ve sosyal ilişki kurmakta zorlanırlar. Kişinin çekilen bu psikolojik acıya 
dayanamayıp intihar girişiminde bulunması oldukça sık görülen bir durumdur. 

İşkencenin yapısı ve süresine bağlı olarak her olguda kişiliğin yıkılabilmesi söz konusudur. 

Aşağılanma duygusu, kişinin kendisi ve çevresi üzerindeki kontrolünü yitirdiğinde ortaya çıkan 
bir duygudur. İşkence ile kurbanın aşağılanması sonucu suçluluk duygusu gelişir ve utanca yol açan 
zihinsel bir süreç başlar. Böylece kurban, psikolojik olarak da kendisini, öz yıkımının bir parçası 
olarak algılanmaya zorlanır. Bu sürecin sonunda, bütün suçun kendisinde olduğuna yönelik çıkarımlarda 
bulunur. 

İşkenceye maruz kalan bir insan, kendisine işkence yapan kişilere çeşitli atıflarda bulunarak bu 
süreci atlatmaya çalışabilir. Ancak işkencenin sona erdirilmesi konusunda dışarıdan yardım alamadığı 
sürece, insanların bu duruma engel olamamasını bir türlü kabullenemez. Sonuçta, insanlara ve 
insanlığa olan inancını ve güvenini zamanla yitirerek, dünyaya ilişkin algısını olumsuz bir 
biçimde değiştirir.

İşkenceyi uygulayan kişilere gelince; İşkence uygulayan kişilerin neredeyse tamamı, bunu kendilerinden 
bir üst kademede, rütbede, seviyede bulunan bir başka kişinin isteği (ya da emri) üzerine yapmak zorunda 
kaldıklarını belirtirler. 

Bu sınıflandırmaya uymayan ve işkence uygulayan bir başka grup ise sadist eğilimlere sahip kişilerdir. 
İşkence uygulamaya, bir başkası tarafından zorlanmak fikrini benimsemek, bu süreci çok basit görmek ve 
işkencecinin kişiliğini göz ardı etmek demektir. Oysa bu konuda yapılan diğer araştırmalar her iki 
gruptaki işkencecilerin, güç ve kontrol yönelimli, uyum sağlamaya ve yönlendirilmeye açık, sadistik bir 
kişiliğe sahip olduklarını göstermektedir. 

İşkencecilerin yakın çevresindekilere de (eş, çocuklar vs.) fiziksel şiddet gösteren kişiler oldukları 
bilinmektedir. Bu yaklaşıma göre işkencecilerin, seri katil vakalarına benzer şekilde, çocukluklarında 
aşırı fiziksel ve/veya duygusal istismara maruz kalma oranları oldukça yüksektir. "

Sanırım bu travmayı kolay atlatmamdaki en büyük şansım Mustafa amca ve Asiye teyzenin göstermiş
oldukları insanlık örneğiydi. Onların o tutumları bana kısa sürede insan olduğumu ve dünyada
iyi insanlarında olduğunu hatırlattı ve kendimi toparlamama yardımcı oldu.

Bilmiyorum yanımdaki adam yolculuk sırasındaki garip davranışlarımı fark etti mi, ama biraz 
sonra "Asker misin?" Diye sorması bardağı taşıran son damla oldu. Aslında ben askerleri çok
severdim. Halende severim ama gerçek askerleri, Kahraman Türk askerini severim, Kenan EVREN gibi
sadistleri, Faşistleri değil. 

Ve o günlerde askerlerden o kadar nefret etmiş olacağım ki, birden "Sana ne amca, sana ne...
Ne diye soruyorsun" Diye bağırdığımın farkında bile değilim.

Adam bir an şaşırdı, ben yüzümü aksi tarafa dönünce de söylendi "Ben kötü bir şey mi sordum ki ya,
Allah, Allah hiç saygıda kalmamış artık gençlerde."

Sustum...

Atmışıncı bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Atmışıncı Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 24.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu