Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 23.02.2017
Okunma Sayısı : 1823
Yorum Sayısı : 3


Sınavlarda başarılı olmam gönül gücümü bir hayli yükseltmişti. 
Yediğim dayağa rağmen yine de hayata pozitif bakabiliyordum. 
Ama yeni bir ikilem doğmuştu, memur sınavını kazanmayı çok 
istiyordum. Ancak kazanırsam okul ne olacaktı.

Her şeye rağmen Kurumun yazlı sınavına girdim. İyi bir derece
ile bu sınavı kazandım, artık memur olabilmem için önümde tek 
bir engel, bir de çekincem vardı. Engel mülakat sınavıydı. 
Çekincem ise Güvenlik soruşturmasıydı. Askerde halledilen bu 
konu acaba memuriyette önüme çıkacak mıydı.

Mülakat sınavına girerken kapıda biraz rüküş giyimli bir bayan 
bizi sırayla içeriye alıyordu. Bir kaç genç aralarında konuşuyor, 
kadının giyimi ile ilgili eleştiriler yapıyorlardı. Daha doğrusu 
biraz dalga geçiyorlardı. Aslında kadının garip tarzda giyinişi 
benim bile dikkatimi çekmişti. İster istemez aklımda yer etti. 
Ama bunun bir sınav sorusu olacağı hiç aklıma gelmezdi.

-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk efendim.
-Halen öğrenci olduğunu yazmışsın bilgilerinde.
-Evet bir buçuk yılım var inşallah bitirmeye.
-Peki bu sınavı kazanırsan okul ne olacak.
-İkisini bir arada yürütmeye çalışacağım.
-Biraz zor gibi ama neyse, biraz değişik bir soru soracağım 
size.
-Buyurun
-Sınav salonunun kapısında sizi içeri alan bir hanımefendi var, 
o hanımın üzerindeki kıyafeti söyler misiniz?
-Üzerinde turuncu bir bluz, altında ise hem siyah bir pantolon, 
pantolonun üzerinde ise etek vardı. Ayrıca pembe bir gözlük 
takmıştı.
-Anlaşılan bir hayli dikkat etmişsin.
-Yok öyle değilde...
-Sorun değil, önemli olan böyle dikkatli olman.
-Teşekkür ederim.
-Peki söyle bakalım en son kurulan Türk Devleti hangisidir. 
(Bu soruya herkes Türkiye Cumhuriyeti diye cevap vermiş, bir an 
düşündüm ve nasılsa aklıma Kıbrıs geldi ve cevabımı o günlerdeki 
adıyla verdim.)
-Kıbrıs Türk Federe devleti efendim.
-Çok güzel, kimsenin aklına gelmemişti bu, peki çıkabilirsiniz.

İnanamıyordum, sadece iki soru sorulmuştu ve doğru cevap vermiştim. 
Yani şimdi ben memur sınavını kazanmış mıydım? İçimi buruk bir 
mutluluk kapladı.

Kavak yelleri eser şu gençliğin başında
Hepsinde ayrı hava hepsi de telli pullu
Oysa biz neler gördük henüz yirmi yaşında
Sanki biz değil miydik yüce Allah'ın kulu


Henüz gencecik yaşımda ne sınavlardan geçmiştim. Yüce 
Mevlam inşallah bundan sonra yüzümü güldürecekti. Sadece 
benim mi? Anacığımın da yüzü gülecekti artık. Belki de büyük 
bir gururla "Oğlum falan yerde memur olarak işe başladı" 
diyecekti eşine dostuna.

Çok çileler çekmişti anam bizim yüzümüzden, en çok da benim 
yaşadıklarım üzmüştü onu. O nedenle artık çok mutlu olmasını 
istiyordum. Onun o güzel yüreğine çok ama çok büyük bir vefa 
borcum vardı.

"Evet bir ana evladı için her şeye katlanır ama, yüzündeki 
acıyı o hiç bir şey demese de hissedersiniz. "Bakışları değişir, 
bazen eli ayağı tutmaz. Farkında olmadan dalar gider. Bu 
dalgınlıkla evin içinde iş kazaları yapar; Ya elini keser, ya 
bir yerini yakar. Kim bilir belkide evlatlarına belli etmeden
gizli gizli ağlar.

Ana yüreği bir derya gibidir. Dertlerini yüreğinde saklar, 
kimselere söylemez. İncitici sözlerden kaçınır. Söz üstüne 
söz söylemez. Omzunda taşıdığı yükün altında ezilmemek için,
olan gücünü kullanır. Yüreğindeki sevgi uçsuz bucaksızdır.

Zaman zaman sorardım anneme "Anneciğim biz dört kardeşiz, 
en çok hangimizi seviyorsun" diye. O önce gülümser sonra 
net bir cevap verirdi. (Bak oğlum elimde beş parmağım var
şimdi bunların hangisini kessen acır" Onun bu sözü karşısında 
boynuna sarılıp, yanağından öperdim. O zaman en  zor zamanlarda 
bile bizlerden esirgemediği o şen kahkahasını atarak "Yapma deli 
oğlan" Derdi."

Şimdi böyle bir anaya, analarımıza nasıl vefa borcu 
duyulmaz...

Günlerce uyumadın benimle çektin cefa.
Benim güzel anacım makamın cennet senin.
Asla ödenmez hakkın tek çarem sana vefa.
Öyle duygusalım ki bana da geçmiş genin.

Uzak diyarlarda, zulümlerde, işkencelerde seni ne çok  özledim 
annem, Duvarlar üzerime gelirken kan kustuğum gecelerde 
seni ne çok özledim annem. Alçak namussuzların utanmadan senin 
adını küfürle andıklarında ne çok ağladım, seni ne çok, ne çok 
özledim annem.

Bir canım vardı emanet, alabilirlerdi o canı. Ama o zaman 
yalnız bana değil birlikte sana da kıymış olurlardı annem. O insanlık 
onurunu bilmeyen şerefsizlerin anaları, karıları çocukları yok muydu? 
Yok muydu sevdikleri, sevildikleri kimseleri. Onlar nasıl insandı
annem? Yoksa insan değiller miydi?

Her sevinçli anımda olduğu gibi eve geldiğimde yine anacığımın 
boynuna sarıldım. Bir şey söylememe gerek yoktu, zaten o benim 
bu halimden sınavın başarılı olduğunu anlamıştı. Gözlerinin 
içinin güldüğünü görmek, benim için dünyalara değmişti.

Doksanıncı bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Doksanıncı Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 23.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.