Sınavlarda başarılı olmam gönül gücümü bir hayli yükseltmişti.
Yediğim dayağa rağmen yine de hayata pozitif bakabiliyordum.
Ama yeni bir ikilem doğmuştu, memur sınavını kazanmayı çok
istiyordum. Ancak kazanırsam okul ne olacaktı.
Her şeye rağmen Kurumun yazlı sınavına girdim. İyi bir derece
ile bu sınavı kazandım, artık memur olabilmem için önümde tek
bir engel, bir de çekincem vardı. Engel mülakat sınavıydı.
Çekincem ise Güvenlik soruşturmasıydı. Askerde halledilen bu
konu acaba memuriyette önüme çıkacak mıydı.
Mülakat sınavına girerken kapıda biraz rüküş giyimli bir bayan
bizi sırayla içeriye alıyordu. Bir kaç genç aralarında konuşuyor,
kadının giyimi ile ilgili eleştiriler yapıyorlardı. Daha doğrusu
biraz dalga geçiyorlardı. Aslında kadının garip tarzda giyinişi
benim bile dikkatimi çekmişti. İster istemez aklımda yer etti.
Ama bunun bir sınav sorusu olacağı hiç aklıma gelmezdi.
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk efendim.
-Halen öğrenci olduğunu yazmışsın bilgilerinde.
-Evet bir buçuk yılım var inşallah bitirmeye.
-Peki bu sınavı kazanırsan okul ne olacak.
-İkisini bir arada yürütmeye çalışacağım.
-Biraz zor gibi ama neyse, biraz değişik bir soru soracağım
size.
-Buyurun
-Sınav salonunun kapısında sizi içeri alan bir hanımefendi var,
o hanımın üzerindeki kıyafeti söyler misiniz?
-Üzerinde turuncu bir bluz, altında ise hem siyah bir pantolon,
pantolonun üzerinde ise etek vardı. Ayrıca pembe bir gözlük
takmıştı.
-Anlaşılan bir hayli dikkat etmişsin.
-Yok öyle değilde...
-Sorun değil, önemli olan böyle dikkatli olman.
-Teşekkür ederim.
-Peki söyle bakalım en son kurulan Türk Devleti hangisidir.
(Bu soruya herkes Türkiye Cumhuriyeti diye cevap vermiş, bir an
düşündüm ve nasılsa aklıma Kıbrıs geldi ve cevabımı o günlerdeki
adıyla verdim.)
-Kıbrıs Türk Federe devleti efendim.
-Çok güzel, kimsenin aklına gelmemişti bu, peki çıkabilirsiniz.
İnanamıyordum, sadece iki soru sorulmuştu ve doğru cevap vermiştim.
Yani şimdi ben memur sınavını kazanmış mıydım? İçimi buruk bir
mutluluk kapladı.
Kavak yelleri eser şu gençliğin başında
Hepsinde ayrı hava hepsi de telli pullu
Oysa biz neler gördük henüz yirmi yaşında
Sanki biz değil miydik yüce Allah'ın kulu
Henüz gencecik yaşımda ne sınavlardan geçmiştim. Yüce
Mevlam inşallah bundan sonra yüzümü güldürecekti. Sadece
benim mi? Anacığımın da yüzü gülecekti artık. Belki de büyük
bir gururla "Oğlum falan yerde memur olarak işe başladı"
diyecekti eşine dostuna.
Çok çileler çekmişti anam bizim yüzümüzden, en çok da benim
yaşadıklarım üzmüştü onu. O nedenle artık çok mutlu olmasını
istiyordum. Onun o güzel yüreğine çok ama çok büyük bir vefa
borcum vardı.
"Evet bir ana evladı için her şeye katlanır ama, yüzündeki
acıyı o hiç bir şey demese de hissedersiniz. "Bakışları değişir,
bazen eli ayağı tutmaz. Farkında olmadan dalar gider. Bu
dalgınlıkla evin içinde iş kazaları yapar; Ya elini keser, ya
bir yerini yakar. Kim bilir belkide evlatlarına belli etmeden
gizli gizli ağlar.
Ana yüreği bir derya gibidir. Dertlerini yüreğinde saklar,
kimselere söylemez. İncitici sözlerden kaçınır. Söz üstüne
söz söylemez. Omzunda taşıdığı yükün altında ezilmemek için,
olan gücünü kullanır. Yüreğindeki sevgi uçsuz bucaksızdır.
Zaman zaman sorardım anneme "Anneciğim biz dört kardeşiz,
en çok hangimizi seviyorsun" diye. O önce gülümser sonra
net bir cevap verirdi. (Bak oğlum elimde beş parmağım var
şimdi bunların hangisini kessen acır" Onun bu sözü karşısında
boynuna sarılıp, yanağından öperdim. O zaman en zor zamanlarda
bile bizlerden esirgemediği o şen kahkahasını atarak "Yapma deli
oğlan" Derdi."
Şimdi böyle bir anaya, analarımıza nasıl vefa borcu
duyulmaz...
Günlerce uyumadın benimle çektin cefa.
Benim güzel anacım makamın cennet senin.
Asla ödenmez hakkın tek çarem sana vefa.
Öyle duygusalım ki bana da geçmiş genin.
Uzak diyarlarda, zulümlerde, işkencelerde seni ne çok özledim
annem, Duvarlar üzerime gelirken kan kustuğum gecelerde
seni ne çok özledim annem. Alçak namussuzların utanmadan senin
adını küfürle andıklarında ne çok ağladım, seni ne çok, ne çok
özledim annem.
Bir canım vardı emanet, alabilirlerdi o canı. Ama o zaman
yalnız bana değil birlikte sana da kıymış olurlardı annem. O insanlık
onurunu bilmeyen şerefsizlerin anaları, karıları çocukları yok muydu?
Yok muydu sevdikleri, sevildikleri kimseleri. Onlar nasıl insandı
annem? Yoksa insan değiller miydi?
Her sevinçli anımda olduğu gibi eve geldiğimde yine anacığımın
boynuna sarıldım. Bir şey söylememe gerek yoktu, zaten o benim
bu halimden sınavın başarılı olduğunu anlamıştı. Gözlerinin
içinin güldüğünü görmek, benim için dünyalara değmişti.
Doksanıncı bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN