Her ne kadar Öykü kategorisinde yazdıysam da aşağıda anlatacağım olay kesinlikle bir rüya ya da kurgu değil, aynen başımdan geçmiş bir olaydır. Hem de çok yakın bir geçmişte.
Ve olayın yukarıdaki resimlerle ilgisi, neredeyse hiç yoktur.
***********************
Benim için her günkü gibi rutin, değişmez, monoton hayatımın yeni bir günü daha başlıyordu. Aslında her akşam içtiğim bir litre suyun sıkıştırması olmasa daha da yataktan kalkmaya niyetli değildim ama, biraz daha yatarsam mesaneden eser kalmayacağı gibi benden de eser kalmayabilirdi çünkü resmen bomba gibi patlayacak durumdaydım.
Efendim ev, bir baba ve bir oğulun yaşadığı bekar evi olduğu için haliyle öyle tertipmiş, düzenmiş aramayacaksınız bizde. Üzerimdeki yorganı domuz topu şeklinde toparlayıp kanepenin bir ucuna ittirdikten sonra hepi topu üç metrekare olan minicik odamın camlarını açtım. Her ne kadar uyumadan önce biraz havalandırmış isem de gırtlağına kadar doldurmuş olduğum kül tablasından yayılan koku odayı yine de boğucu bir hale getirmişti.
Pencereyi açtıktan sonra alel acele tuvalet ve akabinde el yüz yıkama faslı derken mutfaktayım.
Bazı vatandaşlara şaşarım. Mesela oğullarım da öyledir. Sabah kalktıkları zaman dünyanın en şahane kahvaltısını hazırla yine oturup yemez içmezler. Neymiş efendim sabah kalkar kalkmaz kahvaltıya oturulur muymuş. İnsanın biraz açılması gerekirmiş.
Ben hiç öyle değilimdir. Kalkar kalkmaz kahvaltımı hazırlar, Allah ne verdiyse gövdeye indiririm.
O gün de niyetim öyleydi.
Şöyle güzel, tavşan kanı bir çay demledim kendime. Şahane de bir omlet yaptım. Ya ne omleti? Bildiğin yağda yumurta işte. Peynir, zeytin, ekmek??? Ekmek? Ulan daha akşam bir bütün ekmek vardı? Nereye gitti bu ekmek?
Mutfağın altını üstüne getirdim ekmek yok.
Nereye gidebilir dersiniz? Elbette iki no lu kangalın midesine?
Benim iki no lu kangal, yani sıralamaya göre dünyaya teşrifine sebep olduğum ikinci evladım gece kalkmış bir bütün ekmeği mideye indirmiş ve sabah ben uyanmadan da işine gitmişti. Yani '' Oğlum ekmek yok, bir koşu git iki ekmek al'' Diyebileceğim biri de yok evde.
Yahu gel de sinir olma. Normalde o, diyette. Beyaz ekmek yemesi yasak. Ama ne gezer Efendim, diyetisyen '' Ekmeği kes '' Demiş, bizimki dilim dilim kesip indiriyor gövdeye. Diyetisyen bol bol yeşillik ye demiş, bizimki resimde gördüğünüz yeşilliği indiriyor gövdeye. Ve bunun adı rejim.??? Bence oldukça antidemokratik bir rejim. Ben neyi seviyor ve yiyorsam bizimki de onu yiyor. Yediği dert değil de elimi ekmek poşetine uzattığımda sukut-u hayal yaşamak koyuyor adama. Hele de '' Nasılsa diyette, Yiyemez'' Diye güvenle aldığım tatlıların sabah yerinde yeller estiğini görünce beynimden vurulmuşa dönüyorum.
Neyse efendim. Ana mevzumuz bu değil zaten.
Çaresiz marketin yolunu tuttum ve iki adet ekmek alıp eve geldim. Çayı tekrar ısıttıktan sonra kahvaltımı edip bilgisayar başına çökmek üzere odama girdiğimde ne görsem iyi?
Benim yatağımda dünyalar güzeli bir kadın boylu boyunca uzanıyor.
Önce '' Selamün kavlen'' diye bir çığlık attım. Kadın da tepkime şaşırmış bir vaziyette suratıma bakıyor.
Allahım Ya Rabbim. Böyle bir güzellik olamaz. Hele o gözler...O yemyeşil gözler yok mu. İnsanı delirtmeye bire bir.
İlk aklıma gelen '' Ulan cin saldırısına mı uğradım? Kapı kilitliydi. Dönüşte bizzat anahtarla kendim açtım. Bu hatun şimdi nereden geldi buraya? Kesin cinni taifesinden'' oldu. Hal böyle olunca da kadının güzelliği ile her ne kadar mest olmuş olsam da korkmadım desem yalanın daniskası olur.
Artık sıralıyorum içimden '' Kul euzu birabbin nas, melikin nas..'' Kul ezu birabbil felak, min şerri ma halak..''
Şimdi buraya yazarken bile en azından bir dakika sürse de tüm bu yaşadıklarım bir saniyeden de az zaman içinde cereyan etti aslında.
Sonra dikkat ettim bu dünyalar güzeli kadın her ne kadar izinsiz bir şekilde evime girmiş ve yatağıma uzanmış olsa da normalde beni gördüğü anda kaçması, ya da ne bileyim kaçmaya çalışması, veya tedirgin olması gerekirken hiç istifini bozmuyordu. Öte taraftan tehlikeliye de benzemiyordu.
Merakla sordum.
-Hanımefendi kimsiniz ve evimde ne arıyorsunuz?
Sadece sol gözünü kırptı ve Aman Allahım. Dil çıkardı bana.. Söylemeye hacet yok acayip seksi ve tahrik edici bir durum. Ben de neticede Hz. Yusuf değilim ama yine de iffetimi muhafaza etmeliyim...
Sonra dışarı çıkardığı dili ile burnunu yalamaz mı? Bunu bu dünyada başarabilen tek bir kişiyi tanıyorum hayatımda ki o da şu anda emekliliği yaklaşmış ya da çoktan emekli olmuş olan öğrencilerimden Ahmet idi.. Edebiyat Öğretmeni olan öğrencim Ahmet yapabilirdi bunu. ( Denemeyin yapamazınız. Boşuna dilinizi de çenenizi de yormayın)))))))))))) Ama bu hatun Ahmet değil başlı başına bir zahmetti.
Bu ne pervasızlık, bu ne umursamazlıktı böyle? O değil de benim oldukça mutaassıp Rizeli komşularım şu durumu görselerdi nasıl izah ederdim onlara? '' Hoca sanduk, dindar adam deduk evu verduk, gaybananin tomizi eve kari atay'' demezler mi? Derleserse haksız mı olurlar?
Lakin yatağımdaki kadının hiç umurunda değil. Besbelli ki bu yolların kadını. İyi de bunu benim başıma musallat eden kim? Ben masum bir bakireyim....
Pardon..Heyecan, korku ve endişe ile saçmalıyorum. Erkek adamdan bakire mi olur? Hele de dört evlattan sonra kadın bile olsan insanda bekaret mi kalır? Bu edepsiz kadına haddini bildirmeli, benim gibi namus abidesi bir masumun ırzına geçme girişiminde bulunduğu için en azından şiddetle tel'in etmeliydim...
Ne tel'ini ya...Irz bu ırz...Öyle basitçe tel'in olur mu? Hapislerde süründürmeliydim.
Sesimin tonunu yükselttim.
-Hanımefendi? Kimsiniz? Evimde ne arıyorsunuz? Hangi örgüt adına çalışıyorsunuz?
Kadın bu sefer oldukça bitkin bir bakış attı bana. Hayret..O ana kadar dikkat etmemiştim ama bu güzellik abidesi yeşil gözlü afet oldukça yorgun, halsiz, bitkin vaziyetteydi.
Yavaş yavaş sorunu anlıyordum galiba?
Sanırım kocasından veya sevgilisinden dayak yemiş ve can havliyle kendisini benim eve atmıştı. Oldukça yorgun ve bitkin olduğu için de konuşamıyordu. Kim bilir belki de Suriyeli filandı ve dilimizi bilmiyordu. Hoş Suriyeli'ye de benzemiyordu ama...Vardı bir şey..Çözecektim bunu. Yalnız, eğer peşinde biri var ve buraya geldiğini görmüşse ben de hapı yutardım. Yine de merakla sordum
-Aç ve yorgun görünüyorsunuz. İsterseniz mutfağa geçelim size kahvaltı hazırlayayım.
Mutfak lafını duyunca az kıpırdar gibi oldu ama yerinden doğrulamadı. Ancak yine de o bir saniyeden de az kıpırdama anında bir şey daha dikkatimi çekti.
Yorganım...Evet yorganıma kan bulaşmıştı. İşte bu durum iliklerime kadar titrememe sebep oldu ' Laaaannn. Adet görmeye mi başladım bu yaştan sonra?'' diye bir bağırdım ki zavallı kadın korkusundan yataktan fırladı, yere düştü.
Of Allahım yaaaa. Yorganım kan revan içinde. Bu ne yahu.?
Bela ki tam bela...Kocası ya da sevgilisi olacak alçak belli ki kadını yaralamıştı. Yani 63 yaşından sonra bir erkek olarak ben adet göremeyeceğime göre bu kanın başka bir anlamı olamazdı. Nitekim kadın, yatağımdan yere inince dikkat ettim tenasül organı tarafından kan geliyordu.
Of of offf. Çok fena yaralanmıştı zavallı. Ona acil yardım etmeliydim ama nasıl? '' Aç da yarana bir bakayım '' denmezdi ki.
Daha bir kaç gün önce Hızır acil servis üzerine yazı yazmış olduğum halde maalesef 153 ü aramak da aklıma gelmiyordu.
Bu arada benim dilber-i rânâ ( hay Allahım ya..Benim demeye de başladım iyi mi?) o muhteşem yeşil gözlerini üzerime dikmiş adeta yalvarıyordu '' Ne olur bana yardım et'' Diye.
Ulan benim kendime hayrım yok, elin karısına ne hayrım olacak? O değil de Ey Allahım..Neden bütün belalar gelip beni bulurdu ki?
Şakşındım, telaşlıydım, korkuyordum. Yapabilecek pek çok şey olmakla birlikte aklıma ilk gelen kanlı yorganı ortadan kaldırmak oldu. Hemen iki no lu kangalın odasına girip ranzanın altındaki - bu eve taşınmakda kullandığımız- boş çuvallardan birini aldım. Kanlı yorganı bunun içine koyup çöpe atacak, sonra da kadının tedavisine filan bakacaktım.
Tekrar kendi odama geldim ve yorganı kaldırdım...
Dehşet meğer yorganın altındaymış.
Nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Şu anda yazarken bile ellerim titriyor.
Gördüğüm manzara kelimelerle anlatılacak gibi değil. Resmen soluğum kesilmiş vaziyette. Kalbimin atışlarını duyuyorum.
Allahım...Ya Rabbim. Bu ne? Bu nasıl bir şey böyle?
Tam dört tane..Evet tam dört tane yavru yorganın altında yatıyordu.
Olayı daha da dramatik hale sokmadan kısaca özetleyecek olursak:
Benim altı aydır, penceremin kenarında beslediğim sokak kedisi Duman, sabah açık bıraktığım pencereden girmiş, benim yorganın üzerinde doğum yaparak bu dünyaya dört adet kedi yavrusu daha ilave etmişti.
Şimdi bahçede bir kutu içinde yaşıyorlar ama hayatlarına orada devam edip edemeyecekleri konusundan emin değilim. Zira Rizeli komşularım zaten bahçeye kedileri alıştırmamdan dolayı bana gıcıklar, bir de yavruları görürlerse hem onları hem beni evden çıkarabilirler.
Bekleyip göreceğiz artık.
NOT: Resimler için sevgili Ayşegül Aktağ'a çok çok teşekkürler