Duyulmayan sesleri öğütüyorsan bir de
kutsanıyorsa kör vakitler, öğün arasında kundaklıyorum kaçkın zamirleri, teğet
geçen hangi eksense, zamanla öğünüyorum ve öğürüyor mekan, kayıpların
dışkısını.
En eskiden üreyen kehanetler, esneyen
cümlelerin ağzı mademki torba büzmeye yeltendiğim kâfir bir cümle daha boy
veren gecenin sair sessizliğine hükmedilesi o doğurgan bir o kadar ölümlü sezaryen
tetikleyicisi süt liman olması gereken ısrarcı bedellerin.
Suçların bir nebze de olsa göze
batmadığı şöyle dursun, her molada bir çekirge esnekliğinde duygularım: Zapt
ettiğim sadece nefsin ara ritmi gel gör ki duyumlarla devinim iç içe belki de
kör yetilerimi iflah olmaz bir hakkaniyet ile boyunduruk altına alma istemi
bazen üremektense üreten bir zihniyetin su toplamış ayaklarının altından akıp
giden zafiyeti yine kundaklanmış tanrısal yitimler.
Birikenden ziyade boşaltma arzusu
hele ki tıpası tıkalı ise o istikrarsızlığın.
Kallavi hükümranlığında bilinmezin eş
güdümlü sırdaş bir ihanet mi yoksa varlığın sunumunda bir suret iken bilindiği
yok sayıp geçit verdiğimiz anlık hezeyan ve hüzün bileşkesi?
Duyularımı aldırdığıma kani idim bir
zamanlar ve zamanla köreldi sert mizacım, dokunaklı bir sure yerleşti-o çizgi
ki normal sınırlarında addedilen ve bir adım sonrası çılgın bir yürekten boca
edilen…
Arsız bir yalpalyışı var/mış zamanın
ve hayatla olan iş birliğinde biz faniler iken en hakkaniyetlisinden adaletsiz
bir mecraya sürüklendiğimiz.
Çalıntı olmamalı sevinçlerimiz keza
hüzünlerimiz de.
Kâh satırların kanadığı kâh asırların
saniyeye tekabül ettiği.
Belki de korunaklı dünyalarımızda bir
kum zerresindense genele yaydığımız tüm isyan dolu nidalarla kesişmişken yolu
tanrısal yetilerimiz ki Tanrı’nın da asla görmezden gelemeyeceği.
Körelen cümleler hafriyat kamyonu
gibi çiğ yalnızlıkla örtülü belki de kaplı bedenimizin açık yaralarına
dokunmasını istemiyoruz üstelik sevdiklerimiz başucumuzda ellerinde ıslak bir
havlu ile sarıp sarmalama telaşı güderken ve hıçkırıklarımız sadece O’nun
nezdinde kabul görmekte ne de olsa dolduruşa gelen illet varlıklar da mevcut
çevremizde.
Bir ah’ın bir kelamda yok sayıldığı.
Bir aşk’ın gölgesine bile razıyken.
Telaffuz edemediğimiz acıları da
yoğururken kader.
Hırs küpüyüz zaman zaman ve
tedarikliyiz ölüp ölüp dirilmeye lakin geçit vermek de her daim olası değil
hele ki zinhar yalan, deyip çekildiğimiz kuytularda bir rahleye serdiğimiz iç
sesin dokunaklı yalnızlığı yine de kem küm edip bir şekilde varlığımızı kutsuyoruz
Tanrı nezdinde bir dua kadar saf bir tını iken yine kalpten sızan ve biz harala
gürele vakıf olmak adına gücümüzü de tükettiğimiz ama asla kabul etmediğimiz.
Denklemler üredikçe, veriler yok
oldukça ve artan çaresizlik batağı. Güneşi de mi aldatacağız o karanlığı buyur
edip ve zifiri yalnızlığın yine beyaza hasreti.
Gayri safi milli hasılası mı yoksa
ülkesel çöküşü yüreğin bir de kayıp ve kazanımı şaibeli o dokunuşta savruk bir
şarkı kadar detone olmuş bir yürekte mihrap belleyip.
Kanıksadığımızdan çok öte
andıklarımız ve anıp anıp bir arpa boyu yol gidemediğimiz hani olur da zaman sarar da başa ve belki’leri tüketip
kesin bir emir kipi tadında yine evrenin çağrısına kulak verme arzusu yine de
haiz olduğumuzla yetinmeyip…iyi de dönüşü olmayan bir yola çıkmışız madem hele
ki geri dönümün çoktan miadı dolmuş bir vuslat kadar tedirgin iken.