1
Belki’lerin şüphesinde kundaklanmış,
yağma döngünün yağlı dişlerinden sızan bir ıslık.
Hafif meşrep yalnızlığın tuğlalarına
atıfta bulunan şiir hükmünde hele ki güncellemekle aklın retinasını tarayan
devasa bir göz.
Yüklemli sancılar, özneleri bağnaz, kılcal
damarları da yavan.
Söz birlikteliği adeta: Önce münasip
bir dille sunumu özrümün sonra da arkamı dönüp kös kös gidişim ki mağlup bir
eda ile en işveli kadınların bile utancı iken satılmışlığı onurun.
Gök kubbenin nezdinde yıldızlara
kurulu o salıncak ve sallaya sallaya büyüttüğüm acılar. Mezhebi geniş hülyalara
dalan bir şair edasıyla, kurulduğum ve sabahına uyandığım mağlup gecenin.
Hayli de yorgun bazen saatlerin
takıldığı bazense yılların hızla kaybolduğu. Gözü pek bir savaşçı ve her
istilayı yine kendine biçen önyargıların siperinde avutulmuşluğu benliğin.
Zarflara düşkün bir özneden hallice,
soylu bir yüklemden ibaret zaman zaman ve emir kipi tadında her istila.
Gel.
Geç.
Gördüğünle yetin ve duymadığına da
asla itibar etme.
Salkım saçak nidaların gölgeli
sağanağı ve bizli cümlelere bir türlü terfi edemediğimizin yanılgısı düşmüşken
içime ve hayli de hoyrat bir kelama büründüğüm hele ki ıslak saçlarında
kaderin, kederi ördüğüm bukle saçlarım.
Gönülsüz bazen.
Bazense fazlasıyla pervasız ve yarım
ada büyüklüğünde büyümeye meyyal o sessizliğin hangi tonlaması asılı ola ki bir
de kır saçlarında beyhude imgelerin biçare şarkılara düşkünlüğünü göz ardı
edemezken.
Bir tık ötende oysa ölüm.
Almak nasibini acıdan sonra da
serzenişlerden kıyama uzanan o yolculuk. Rehavetin yüküne hürmeten, cebelleşmek
adına uzamında bilinmezin saf tutmak nasıl da olası kalender meşrep yenilgilere
de uzanmak ve dokunmak parmağının ucuyla hani olur da yanar dilin, yanar bağrın
ve susarsın sus’ların gergefine, aşkın rükûsuna cehaletin de boyunduruğuna
yığdığın sayısız sanrı.
Düşkün cümleleri özür belleyip, kayıp
kıtaları belirteç, hükümleri kayıp bir izlek ve aşkın rabıtasına serili
pervasızlığını da yüreğin toynak bir düşte bilemek hatta sunumuna binaen, bir
de kurulmak başköşeye.
Kayıp sarkacın devinimine rest çeken
ela bir sancı belki edasında nükseden yârin o gel-git aklı yine sevda
masallarından tüyen yeni yetme kahramanların nazarında dolduruşa gelen okuyucu:
Zamanda asılı bir salınım kadar nazenin, bir savrulmuşluğu bir de kayıtsızlığı
diline pelesenk edinmişken asla da taviz vermeden sevmelere kayıtsızlığını
kiminin pek de kabul görür olmadığına hükmetsen de, son turfanda bir hayal
büyütmek üstelik tekne kazıntısı bir aşkı, mahrem bir gölgeye hediye etmek
tadında yine arşı alaya çıkan beyhude notalar.
Gök gözlü kadınlar.
Alı al moru mor sevda izlekleri.
Kanıtlar.
Kayıtlar.
Ve ne çok kayıp hele ki aşkı ayıp
belleyen geçmişin yeniye rücusu asla kabul görmez iken ve kıtalar aşan
şairlerin aşüfte sözlerine gönderme yapan pala bıyıklı hikâyeler…
Hangi ucundan tutacaksın ki ama
tutunmalısın da hayata hele ki örselendiğin kadar ötekileştirmeyi meziyet
bilenlere bir atıf sessizliğini gömdüğün her satır.
Kanatların nasıl takılıysa göğün
merkebinde bir eda kadar da metruk bir lanet adeta, aşkın meşrebine biçtiğin
kılıf ve selasını verdiğin ömürlük dokunuşlardan arda kalan.
Beyitlere yığdığın öfke; kanıksanan
ne çok şiar yine yenilginin mahcup gölgesine serdiğin kadar serildiğinden
bihaber onca duygun.
Yalanları gölgeleyen ne çok doğru ve
kıvamını tutturdukça gecenin, salında yüzdükçe bilinmezin bir de dolduruşuna
geldiğin kasırga misali o meczup varlık.
Zengin söylemler arzuluyorum tıpkı
aşkın katmanlarında ölmeyi dilemek kadar da masum.
Günahsız olduğum günleri düşünüyorum
ve başlıyorum saymaya: önce teker teker sonra atlaya atlaya ve görünen o ki
fazlasıyla temaşa hâkim an’da.
Andıklarıma binaen anılmayı dilediğim
belki de bir kuru kafa resmine daha itibar ederken evren.
Sezilerimi küçültme çabasındayım ve
boyum uzuyor söylediğim her doğruda sonra da köyler çoğalıyor belki gitmeden
kovulmanın mubah olduğu yargısıyla aklımın ıslah evinde öksüz çocuklar
biriktiriyorum.
Annesinden uzak bir yavru kuş
mecalsizliğinde ve büyümeye de asla endeksli olmayan o devingen korkularım
üstelik kader ne kadar çatık kaşlıysa ben hüznümü bile haykıramazken derken
aklımın devrelerinde çıkan yangın.
Zaman daraldıkça genişlemeyi
arzulayan gönül derken kucak açan üç beş sığıntı kol ve içlerinde bana eşlik
eden o bir çift mavi göz: hem en canlısı hem de en sevecen.
Kızıp da kıydığıma söylendiğim ve
kendime lanet edip ardından af dilediğim.
Aklın köşegen hüviyetindeki sığınağı
o kat kat peçete yığını ve aralarında ütülü yalnızlık derken çare aradığım
derken ara verdiğim mutluluk bir de teyelli dantel mendilime işlenmiş arma.
Kayıtlarda ayıp nüanslar hücum ediyor
yine dünya kiri ve kini, değil ayrıştırmak eklerken ömre üstelik paye
verilmeyen masumiyet ve acı en yüksek raddede ifşa ederken kendini yine de
dolduruşa gelip feryat figan ve isyanların taarruzu ile günaha bulandıkları
zannından bihaber ve aşkı ayıp, sevgiyi cünüp belleyip nefrete pay verdikçe
görücüye çıkıyor iblis.
Sözler bayat mıdır nedir yine de tüm
iştahımla teyakkuzdayım: ah, bir de unutulmayı dilediğim!
Aciz aslında evren oysaki donanımlı
yaratılmıştık milyonlarca yıl öncesinde.
Ya milyarların beyanında nakşeden
acımasızlık yok mu?
Ben kulp ararken sıkıntılarıma yetim
şarkılar öksüz çocuklar için çalıyor.
Dertli anneler ölümü kucağından geri
almak istiyor fidanlarını. Büyümesi gereken ve geleceğin ağaçları olmaya aday
ama lanet tarih tekerrür edip acıyı boca ederken üstelik sayısız kere.
Kerelerce avunduğumuz ama unutmayı
ertelediğimiz.
Unuttuğumuz ama avuntu misali günü
kurtardığımız.