1
Ritmik bir yanılsama. Gün odaklı
seyrin ara katında geceden geceye ırak bir Samanyolu belli ki belirsizliğin
tehdit bildiği ya da bilindiği.
Sözcükler ne kıstas ne de hükümran
sadece anlık duyguların ansızın nükseden kıvılcımları ve duyguların sırnaşık
telaffuzunda kayıtsızlığın da mecrasında bir iklime düşerken yolum birden bire
ve iklimleri de yok sayan Yaratıcının öne sürdüğü bir yangın yine gök kubbenin
nezdinde ve biz insan denen mahlûkatlara sirayet eden.
Göreceli ziyanı evrenin aslında
gündelik hayatın temposunda günsüz gecelerin özlemine hasret yükleyip kara
deliğin de izafi hoşnutsuzluğu her an bizi yutmaya hazır ve her an birbirimizi
örselemekten geri kalmadığımız…
Sancılandıkça benlik asıldığımız
kötülük. İyilik nakşeden cümlelerde seğirten akıl huzmeleri, bizler sadece
odaklandığımız üç beş kişi ile caka satıyoruz tüm ezik nüansını mağdurun ve
mazlumun doya doya içtiğimiz ve kendimizi oyalıyoruz kendimizce bir düş görüp
biteviye hırpalarken gereksiz bir egonun da sırıtık ara yüzüne kondurduğumuz
maskeler yardımıyla.
Önemsediğimden değil önemsenmediğime
rağbet eden ne/kim ise.
Öylesine yaşamaktansa ölümüne sevmek
en azından doğurgan bir duyguyu edilgen konumdan etkin mertebeye ulaştırmak ve
akla zarar bir mağlubiyeti de yakıştıran evren ve yancıları.
Zıtlıklarla dolu bir boşluk belki de
boşluğu doldurmak adına tararken seçenekleri ve kim ise gücümüzün yettiği.
Bir seyir.
Bir kinaye.
Bir hiciv.
Tutarsız bir duygu silsilesi.
Tutarsız olduğumuz kadar sevgide
cömert olmayı beceremediğimiz ve birini severken bir diğerini yerin dibine
batırdığımız.
Zaruri bir açılım olmasını istediğim
aslında solacağını bildiğim bir çiçeği suyundan mahrum edip yine sığındığım şu
boş beyaz sayfa.
Belki de ne zoruna, diyenlere bir
kıstas edindiğim o aşk. Aşka âşık bir mecnundan ötesi değilken ve aşkı kutsayan
evrene asla ihanet etme hakkımın olmadığının bilincinde üstelik koca bir ömrü
bilinçsiz tüketip hayatıma yeniden bir milat edindiğim bu da yetmezmiş gibi her
yeni günü ya da geceyi ikincil milat bilip tefekkür ve aşk
bileşkesinde ben rahmeti adımlarken
ve yazdıkça adımlarımın hızlandığı ve hidayetin huzuruna çıkma arzumun da
depreştiği.
Zanların fısıltısı bir adım ötemde.
Mağdur kuşlar kulağıma fısıldarken
aşklarını gök kubbede süzülmelerine tanık olan Tanrı vasıtasıyla soruyorlar
bana:
Bu gün Allah rızası için ne yaptın?
Kayıtsız belleğimde ısrarcı bir
terennüm ve çocuk kalbimde kıyama duran hüznümün sırtını sıvazlayıp
fısıldıyorum kuş ve aşk adına kondurduğum buseyi yine yürekte bir avuç umutlar
yüzleşmeye hazır olduğum yeni gün öncesi.
‘’Aç mısınız?’’demeyi de ihmal
etmeden avuç avuç bisküvi kırıntısı bırakıyorum pencerenin pervazına.
Anaç bir serçe kapıp yavrusunu
geliyor ve ilk hayat dersini veriyor minik serçeye:
‘’Bak, evladım. Bunun adı insanoğlu.
Gör ve belle ve nerede görürsen kaç temkini elden bırakmadan lakin arada
iyilere rast geleceksin tıpkı bu enayi kız gibi.’’
Kulaklarım sağır belki de ve
uydurduğum masallara ben bile inanırken bu sefer Tanrı’nın gücüne tanık oluyorum.
İki dirhem bir çekirdek az sonra
atacağım kahkaha.
Aşka nazire eden bir boyutta kalp
gözümün sırtını sıvazlıyorum bu kez. Göreceli sevda masallarını ayırt etmem
nasıl da olası ve dokunmadan, görmeden birbirini seven insanlar düşüyor aklıma.
Araya giren mesafenin aslında hiçliğe
tekabül ettiği ve hiçliğin bir aşka sirayet edip gökyüzünde bir iz bıraktığı
tıpkı az evvel tepemden geçen o uçak gibi.
Tanrı memnun ben hepten mecnun kuşlar
bile alaycı.
İnsanlardan beklediğim sunum hepten
akla ziyan yine aşka ve sevgiye duyduğum inancın tadına doyamazken yeni bir
yenilgi de köşe başında teyakkuzda.
Her yeni gün.
Her yeni ihanet.
Ben ki beni bana sunan insan zulmüne
minnettar.
Ben ki aşkı kutsayan görünmeze minnet
borçlu.
Ve yavru serçe yeniden geliyor
pencerenin pervazına. O ufacık boyu ile adeta ders veriyor bana.
‘’Zor mu sence?’’ diyen o cik cik
yüklü mırıltısında ben yine cevabını sunuyorum sorunun.
‘’Nasıl gördüğüne bağlı.’’
Bakıp da görmekle ilintili ya da
gördüğünü iddia eden her bakire tutum öyle ya görünmezliği mimleyen bir şaşa
iken nefretin çığlığı.
Aklıma düşen bir diğer cümle:
‘’İyilik, kötülüğün meyvesidir,
Baudelaire’nin ifadesiyle bir kötülük çiçeğidir iyilik.’’(Alıntı)
Ne de olsa iyilik özlemi ve iyilik
beklentisi ile uzattığımız elin sıcaklığına eşlik eden bir dost özlemi ya da
insan arayışımızda bizler hala iyi niyetimizi saklı tutarken aslında tutmamız
gerekirken.
O zaman kötülük nasıl bu kadar
revaçta?