O kadar sığ bir mantık idi ki;
evveliyatın sonra ile oynadığı körebede düşüşe geçen bir aşk mızrabı delerken
evreni merkezinden.
Mihenk taşı sevgiden ibaret bir tını
sonra da el yordamı dostluğa uzanan bir tefekkürü yine boca ederken
etrafındakilere.
Sevmekle ölüm arasındaki o düello idi
sonra da makberi huzur; şiiri matem belleyip de yozlaşan insan dürtüsünün
tevazu göstermeyi reddettiği o vazgeçiş.
Sözcükler damıtıyordu hüznü.
Hüzün hep ırmaktı ve denize ulaşmayı
yeni bir başlangıç bilen ne de olsa sonun başlangıcı idi tıpkı ölüme sığınmak;
tıpkı huzuru ahrette bulma arzusu aslında korku idi nirengi noktası öncesinde
ömrünün belli ki yoksunlukları idi sonrasını ölümle buluşturacak olan.
Hayatıydı solan.
Aşk idi evreni kana boyayan.
Açık bir alnın meşalesi ise sadece
hicaptı ve dinmeyen hicranın da çıkış noktası.
Hep birincil tekil şahıstı yüklenen
sıkıntıyı.
Ve hep şimdiki zamandı, kalemin
tezahürü oysaki ikilimle böğründe o kutsal şiirin ve yine evren tüm sevecen
kimliğini yalan bir sırıtmaya sığdırmışken…
Sevecek neden mi kalmıştı?
Sevecek yâri mi idi ona dokunan
kinayelerin söz birlikteliği ile yine benliğine taarruz edilesi?
Aşkı kıble bilen sevgili yorgundu
belli ki aslında kimin neyi bildiğinin ne önemi vardı zira bilinen hiçbir şey
tanıdık değildi.
Zehir soluyan üç beş akciğer ama
soludukça kini hezeyana uğrayan ve yaşama bağlı kırık kanatlarını tam da
ortadan parçalayan.
Bir lehçesinde ıstırap vardı aşkın
zira aşk, artık aşk olmaktan çıkmış ölüme yürüyordu benlik katsayısının da
çıtasında yükselen o zafer nidalarına gönül koymuşken.
Tanımsızdı artık herkes ve her şey
üstelik tanımladığına dair iddia ettiği gerçeklerdi solungacı kayıp bir canlıda
peyda olan o ölüm dürtüsüne kinayede bulunan sevgi mağduru yürek kadar da
kifayetsizliğini burnundan soluyan.
Aşksa tek hak eden.
Güvendi madem külliyen yalan,
yalanların hangisi çarpıtılmış bir gerçek değildi de gerçekler hep iç bükeydi
üstelik açılar hep acılarla eşleşiyordu.
Kanayan ya da kanmaya münhal o
farkındalığı yeni bellemişken ayak üstü.
Bir tabur derdi insan tek başına
evet, tek başına nasıl sıraya sokardı ki ya da yanılsamalar zincirinde kim neye
tekabül edecekti de yalanların ifşasını gerçek bilecekti evren.
Son yazıydı aslında bu yaz.
Belki de son yazısı olmalıydı
yazdıkları.
Sona karar verecek olan İlahi Gücün
haricinde hangi kudret olabilirdi de aşkını vatan; vatanını aşk bilen boşa
düşmüş bir vatandaş hüviyeti ile kime neyi anlatıyordu?
Ve kurdu sayacı.
Kuruldum gönül dergahına.
Sevdi usulca aslında hep sevmişti
üstelik kendi haricinde kim ise uzağında ya da yakınında.
Ölüme karar verecek tek merci madem
Tanrı idi neye istinaden ölümle sırdaş bir günce idi tutulası?
Ölümüne sevdaların coğrafyasında
hangi dik bayırdı da batılın görmezinde basit bir denklemden ibaretti?
Son yazıydı.
Son kışı.
Sonlara kurulu sayaca takılmıştı
aklı.
Sadece kırdı.
Kırıldığı kadar da kimseyi kırmak
istemeden üstelik.
Son.
So.
S.
Belki de koca bir S.O.S.