Öykündüklerimin irsaliyesini
tutuyorum ya da kavramsal bir açılım bellediğim; yalnızlaşma belki de
yabancılaşma kavramlarına atıfta bulunan şiirler derliyorum.
Mekân özürlü kim ise ya da zamandan
ırak bir var oluş sancısı iken heba olan gençlik yılları belki de çocukluğumla
örtüşen ya da aklımın kayıtlarında gün yüzüne çıkmasını pek de dilemediklerim.
Bir romanın sayfalarına dokunur gibi
işliyorum yürek sesimi sonra da yürek sesi haricinde ne ise kopan gürültü,
içimin öfkesi sükûta dönüşüyor ve rahmet bellediklerim bir bir avucuma
dökülüyor.
Bu aralar fazla bozuntuya vermesem de
Kerem misali döneniyorum aşkımı nakşedip de boyumdan büyük girdaplara hapsolma
isteminden bile çok öte ne ise.
Aykırı aşkların nabzını tutan aşk
meleği.
Delice bir şüphe ile sevgilisinin
peşine düşen paranoyak bir kadın/adam aslında iklimlerinde hüznün, her nasılsa
mevsimler geçişler önermediğim ama yükümlü olduklarımla içselleşen iç sesimden
yoksun olduğum onca zamanı yok sayıp ara sıra yolum düştükçe yine yazdığın
satırlarda dokunaklı yüklemlere rast gelip ben ki; hangi kayıp özne ile rahvan
bir birliktelik geliştirip de gelişigüzel bitmesini istemediğim öykündüğüm o
çizelge.
Fıtratıma uygun.
Kim ise yine mizacın derinliklerinde
muhabere edilesi bir özgeçmişin kaydını sunmaktan bihaber ya da haz duymanın
ötesinde çivit mavisi gömleğine şık kaleminin dokunduğum satır aralarında, çok
de müptelası olmasam da yazdıklarının her nasılsa aklın kıvrımlarında geçit
vermesine izin verdiğim kaderin tok ayak sesleri.
Hangi minvalse öykünmekle haşır
neşir.
Hangi rakım ise, boy ölçüşmek değil
de gizemin tınısında serenat yapmayı dileyip de yapmacık olmayı beceremediğim.
Gün de gece de torbaya girdi gireli,
ben farklı aksanlar arıyorum ve mimliyorum dünümü ve günümü belki de geleceğin
müphem karşıtlığında hala gelişmeyen özgüven duygumdan bir resital vermeye
hazır ve nazır bir kıstas iken debdebeli hayat hikâyelerinde yine yazan
kalemlerin, kendimle bir tutma değil de içinden ayıkladığım üç beş akis.
Gecenin nöbetini almak ise ayrı bir
hoşluk ve ben mütemadiyen boşluklara döktüğüm kelimelerin bucağında yine
bihaber olmanın verdiği o merak hele ki bir sonraki cümleye ne gibi bir sunum
getireceğim ya da başkalarınca solup solmayacağının da netleştiği bir pembe gül
misali ve masamdan cama dönük başımda yine baş döndürücü bir aşka kucak açtığım
garip bir tahayyül az sonra çalacak o dokunaklı şarkının nakaratında
saklandığım ve sakladıklarımı ifşa etmenin verdiği heyecan ile kendimi ispiyonlamaktan
aldığım o garip haz.
Deştiklerim.
Deştiklerin.
Makamı çalıntı, meramı yoksunluk ve
yosun kokusu çalınırken burnumun direğine.
İstanbul aşkımda vakıf olduğum eşsiz
bir şüheda ruhu.
Kabrinde gölgelerin, sahibini aramak
ve bulmakla mükellef kılındığım nice hatıratın da başkahramanı iken
ailelerimiz…
Öyle ya; öykündükçe birbirimize ve
dünümüze sonra da öldüğümüz satırlarda acı yüklü bir tonlama ile değişik bir
duygudan nemalanıp yazdıklarımız bazen sürç-ü lisan etse de kaybolmanın verdiği
o hulasa tedirginlik ve ansızın bulduğumuz kayıp yarımız ve ayıp bellediğimiz
bir mahrem kadar kutsal ama paylaşmak adına da deli divane olduğum/uz.
Sayılar geçit verdikçe, sayın yazar…
Hani sıra sayılardan garip bir
birlikteliğe kayan rakamların kanadığı zaman dilimleri:
Tıpkı okul yıllarımız, tıpkı
sevdiklerimizin doğum tarihleri ve ezberlemekten büyük keyif aldığım sayısız
telefon numarası ki hala aklımda kodlu ve hafızamda diğer bilgileri de
tetikleyen. Ve unuttuklarımız üstelik sebepli sebepsiz belki de bilinçaltımızın
ısrarı ile unutmaya mahkûm bırakıldığımız.
Baba yarısı bir amcam olmasa da.
Anne yarım bir öz teyzem yaşamasa da
ne dünümde ne günümde belki de esefle kınadığım ama kıskanmayı da zaman zaman
ihmal etmediğim o büyük aile panoramalarında yer almak şöyle dursun kıyısından
geçmediğim ne de olsa nice evladı toprak olmuş bir babaannenin ilk göz
bebeğiyim belki de kaybettiği kızına duyduğu özlemle göbek adımı onunla
eşleştirdiği yine de babamın koyduğu ismi hep tercih etmem ve sığındığım bir
çiçekten hallice bir de soytarı bir ikramını kaderin kabullenip baş tacı
yaptığım.
Belki de senin gibi bir ikizimin
başka bir şehirde ama aynı minvalde ve gösterişli bir yoksunluk namesi ile
yaşadığına dair de asla bir inanç geliştirmediğim.
Fıtratımda olup biten.
Mizacından kaynaklanan tüm birikim
belki de varlığımın haiz olduğu değil de sahip olmadıklarıma asla özenmeyi
tercih etmediğim.
Zamansız ölümlerden nasiplenen
kayıplarımız belli ki mekân özürlü olan gerçek yanımla her daim zamanda
yolculuk yapmaya müsait ve de kadir o garip tınısında hayal dünyamın, ait
olmadığım dünyaları ne kıskanmak ne de merak etmek gibi bir huy geliştirmeyi
beceremediğim.
Uyumsuz olduğum belli ki tek
gerçeğim.
Uygar olduğum kadar duyarlı olmamı
tetikleyen duygularıma zaman zaman ihanet etsem de son zamanlarda daha da
şükrettiğim bir gerçek yine duygularımla yaşadığım aslında mantığım da bir adım
geriden ihlal etmişken gerçeklerimi, tüm yakınlarımın da bana serzenişi:
‘’Aklını kullanamadın Gülüm.’’
İyi de o zaman nasıl zamanı dondurdum
da dünümü maziden öte bir rahmet olarak biliyorum?
Hem akıl ya da mantık tezgâha düşen
bir mal da değil ya da açık arttırma ile kıymete binen.
Seçimlerimden doğan hezeyan.
Hezeyan yüklü seçimlerim.
Kocaman bir sarmal aslında ben gibi ürettikçe
türediğine kani üç beş insana daha rastlama lüksüme şükredip yine özdeşleşmeyi
de ruhumla etken bir zincirleme haline getirdiğim.
Özrüm kadar öykündüğüm belki de özür
sunmaktan yorulup susmam gerekirken ben hala sebepler arıyorum insanlar beni affetsin
diye hele ki babamın hayallerine sahip çıkıp lakin kendi hayallerimi de
çaldırıp ve mütemadiyen serzenişine tanık olduğum koca bir kâinat ve eşrafımla
içli dışlı olma kaygımı yok sayıp her nasılsa mizacımın da zaman zaman
örselendiği ve ben insanlar hala neyin derdinde, demeyi de düzenli sorarken
yakınımdakilere hatta uzağımdakilere de.
Zaman aşımına uğramayı dilediğim ve
becerdiğim de muteber bir kabulleniş aslında patavatsız soru cümleleri iken
peyda olan ben bilsem kimse yanıt vermeyecek, hala inanılmaz bir saflıkla
insanlardan bir şeyler beklediğim ve dilediğim ama asla dilenmediğim ve bazense
dillendirmekten bitap düşüp içime kapandığım ve kozamı yok etme amacı ile
yeniden yollara düştüğüm.
Biraz sarsıcı.
Biraz yanıltıcı.
Belki de isyan yüklü kimine göre.
Lakin Allah katında içim rahat zira
tüm zararım kendime.
Ketum cümlelerinden damlayan
çığırtkan hükümler şu birkaç gündür aklımı kurcalayan ve şüphelerimi da
yalanlayan bir sunumdu dün okuduğum cümlelerinde rast geldiğim demek ki aşkın
yorgunluğuna düşen bir kalbin varmış.
Muhafız alayı imler salya sümük
ağlarken ben için için mutluyum en azından farklı bir çerçeveden bakıyorum
yazdıklarına yine de çoğunda somurtkan bir doğurganlığın hâkim olduğunda da
hala ısrarcıyım.
Belki mevsimsel döngüden kaynaklı.
Belki de belirsizliğin izleğinde yine
ben mizaçlı bir gün ve günler.
Yine de kayıtsızlığına evrenin
tepkisiz kalamadığım ve sustukça budanan bir ağaç misali ben hala yeşilin ve
çiçeklerin peşinde iken.
Ne de durgun bir seyirmiş öncesinde
hayatım ve gölgeleri ihbar etmek adına perdeleri çektim de belki de içimin
aydınlığı dışa vurmuş olacak ki; gecenin isinde gece gözlü şiirler de yazmak
istiyorum deli gibi.
‘’Şehirle içinde yaşayanları
birleştiren o benzersiz hüzün duygusunu anlamaya çalışmadan önce… Çıkış noktam,
buğulu pencerelere bakarken bir çocuğun hissettiği duygu idi. Ve hüznü
melankoliden ayıran şeye geldi sıra. Milyonlarca kişinin ortaklaşa hissettiği o
kara duyguya, hüzne yaklaşıyoruz. Bütün bir şehrin, İstanbul’un hüznünden
bahsetmeye çalışıyorum.’’ (Alıntı)
Yorgun tarihin yorgun şehri.
Yorgun padişahların sevgilisi.
Yorgun halkının ise aşkla bağlı
olduğu şehir.
Aslında tüm dünyanın gözü yine bu
güzel şehrin üzerindeyken.
Ve benim hüzünlerimin başşehri.
Ve ortak noktamız o hulasa devinimin
mahremi şehr-i İstanbul.
Sen Avrupa yakasında gidip gelirken
ben ise Anadolu yakasının gizemli yollarını arşınlarken.
Aşka âşık bir şehir İstanbul ve âşıkların
da baş şehri.
Çocukluğumun, gençliğimin kısaca
hayatımın rutini hüzünlü sevgilim hele ki bana ikram ettikleri yetmeyip ben
hala yeni şehirler yaratma ihtiyacı ile yollara ve satırlara düşmüşken başım.
Başımın derdi.
Vakıf olduğum hüzne ortak.
Mutluluğumun da mimarı hele ki baharı
ve kışına müptela olduğum ve kanayan surlarında kanayan sureleri ile halkının
ve sevdalarının, o dokunulmazlığı ile tarihe şerh düşen bir güzellik.
İçselleştirdiğim ne ise ve içime
akıttığım sonra da içimi bardak bardak boşalttığım hem kelimelere yansıyan hem
yaşlarıma eklediğim yası avuç avuç sunduğum hayat ve derken İlahi Aşkın mucizevî
huzuruna vakıf olup da hazanıma da baharıma da toz konduramadığım…
Gözle görülür bir yoksunluk olmasa
gerek ve şakıyan bülbüllerin çektiği dilinin belası yine gülümsemeden çınlayan
bir tını ile akseden şerrin lanetinden uzak olma dileğim ile huzuru ve sevgiyi
kovalama isteğim sonra da kovalanan duygularımın handikabında, içim içime
sığmayı beceremezken için için yanılsamalarımı da evrene hediye ve hibe
ettiğim.
Tutarsız aşklarına şairin; randımanı
düşük fabrikaların da sunumu iken prototip beyinler ve gelişen teknoloji
sağanağından asla da nemalanmak istemediğim bu denli aşikar iken nasıl oluyor
da rahmeti ve aşkı tutarsız bir coşku ile sahiplenip sunuma hazır hale
getiriyorum yüreğin ve şehrin isini?
Sağalttığım ve hala sağ tuttuklarım:
tıpkı değişimin ayak seslerinden muzdarip ama her nasılsa değişmeyi fazla
beceremediğim.
Maddi kaynakların hesabını asla
yapmadığım.
Ama sevginin kayıtlarını anbean
tuttuğum…
Tutulduğum şiirler ve şairler ve
hicapla dokunduğum satırlarda cafcaflı cümleler değil de duygularımın
boşalımına aşık olduğum farklı bir tını yine Yaratanın seyrinde ve sunumunda
yaşadığım nasıl ki aşikar nasıl da yoksunum zaaflarından diğerlerinin hele ki
en büyük zaafı kifayetsizlik olarak nitelendirdiğim: benim bana yetemediğim.
Yetmeyi beceremediğim ne çok insan.
Belki de varlığıma hicap duyanları
rahatsız etme kaygım iken sürekli sessizliğe bürünme isteğim.
Zaman da hayat da yorgunlukların
vebali ve şiirlerin her dizesinde şaire ait bir yoksunluğu da dile getirmenin
ötesinde şaire yakışır bir serzenişi pek de hak etmediğim gerçeği.
Kısaca sayın yazar… biraz benden ama
pek de senden yana olmayan kaygılarım aslında öykünmek değil de öldürme isteğim
içimdeki acıyı yine de vazgeçemediğim o ısrarcı yoksunluğu ifşa etmekten de
geri duramadığım…
Belki de İstanbul bize yaramıyor hele
ki evveliyatımızdaki tüm acıların bir no’lu tanığı ve sanığı iken şehr-i
İstanbul…
İstanbul tadında bir ömür dilesem
çılgınca mı olur yoksa bir özür daha mı sunmalıyım yorgun şehre ve yorgun
insanlarına belki de en başta sana?
Sevebildiğin kadar sev, değerli yazar
ve bil ki sevmekten de zarar gelecektir.
Görüşmek üzere…