Aklımı uyutsam sonlanır mıyım acaba yoksa matemin sunumu mudur dirliğin diğer öznesi?

 

Tıpkı ben’lerin evrildiği; tıpkı sonların yok sayıldığı belki de mahremin rahmetidir yine her satır başını duvak bellediğim sonra da kınımda saklı aryaları satılığa çıkarttığım.

 

Dün öbekli yalanları var madem insanoğlunun, yarın kaygıları da mı yalan?

 

Solan güfteleri var madem sızan her satırın, utkunda nedir gizli olan?

 

Sona meyyal bir hikâyeden çıkmak istemiyorum yola ne de olsa yorgunluğun tefrikasını giyindim bu gece ve aslında sırlarımı da gömdüm düne yine de dün hep bağnaz bir tınıya muktedir.

 

Sonramda s/akladığım belli ki bir öncenin tezahürü ansızın sızdığım ve kelamın da etiklerinde saklı tuttuğum bir sunum yine hibe ettiğim dünlerime sahip çıkamazken ilgili döküm.

 

İçim dökülüyor belki de dışıma yansıyandır özrüm; satırlar yalıtıyor mutluluğumu belki de yalandır dışa vurumu her özrümün.

 

Güncellediğim belleğimde saf tutan; gümbürtüye giden ömrümde yoksunluğu yok sayan sanırım varlık kadar kıstas muhabbeti yoksa yokluk kadar da mıdır yarının muhasebesi hani olur da kanarım dize dize, hani olur da yalan, diye bağırırım avaz avaz.

 

Külliyen yalan, demenin hacminde bile kayıtlı sayısız yalan belki de dün merciinde yoktur bir emsali yine görmekten imtina edenlerin yangın bildiği; ben diyebilmenin de kudretsiz bir atıf olduğu.

 

Zamanda saklı ne varsa yine yükü hacmini taşan aslında andıklarımız kadar anılmadığımıza kani olsak da ka’le alınmadığımız elbette hayatın gerçeği.

 

Somut bir ikram madem kader, derlediğimiz sunumlar mıdır soyutluğun hükmünü yok sayan tüm delilleri aynı potada erittiğimiz sonra da kalıbımı basarım ki, demenin bir kinayeden öte gitmediği…

 

Örtülü ödenek misali mizaçlarımız.

 

Son yüklü her günümüz.

 

Gülün ömrü kadar da kısa kelebeğin doğa ile olan aşkı ve bizler şiddet menşeli aşklara yelken açıp bir kelebeği daha kıskanmaktan kendimizi alıkoyamadığımız.

Şiirin ince kıvrımlarında, kanatlı bir kadın gövdesi aslında evren; soluduğumuz yalnızlığın da hulasa gölgesi günden arda kalan.

 

Sona uyarlı şiirlerden çıkıp da yola; varmakla erememek arasında bir rabıta yine konduğumuz, kondurulduğumuz hatta korumacılığında ailenin uyarlanmış bir öykü nispetinde.

 

Çıkılası o dağın tepesi bazen nemrut bazen gölgeli bazense savurduğumuz bir nidanın ince perçemleri.

 

Akşama ırak bir sabahı gözlemlediğimiz kadar mutluyuz ve aşkı savsakladığımız kadar da huzurlu bir o kadar yalnız belli ki nakşeden yine evrenin doğurganlığında, serptiğimiz üzünç zerreciklerinden bürüyen o yoksul nefesli şiirlerdir.

 

Kalantor bir imgeyi sağdıç bilip de; solumuzu da yargıç bilip meşk ettiğimiz dönence…

 

İnce uçlu bir kalemden süzülen yaş misali yine yorgun yüreğin tortusunu gizlerken gece ve gözümüzden sakındıklarımızı göreceli bir yangına bahşedip; yüreğimizde saklı tuttuklarımızı da şiire mal edip.

 

Şiirden çıktık yola madem; hadi varalım o vakur rabıtaya ve şiir gözlü adamlar sevelim sonra da şiirler olsun tutanağı ömrün ve kambersiz düğün misali, yine olmadık bir güfteyi mabet bilip bir besteyi de reşit kılalım.

 

Dinginliğin rehaveti mi çöktü ne, diyenlere inat şakıyalım bülbül misali ve güller biriktirelim ırmak misali gönlün de uzamında aşka dair şaibeli bir söylenceden çıkıp da yola, yorgun atlaslarda kıtalar biriktirelim ve cahil şarkılarda, görgüsüz aşklarla düşelim dillere.

 

Azar azar.

 

Kıblesinde özlemi de yok saymadan.

 

Beterin beteri var, deyip tınısında yüreğin uyutalım yalnızlığı.

 

Bir şairin nidasında bir de kayıp öznelerin fukara yükleminde seyirlik bildiğimiz ömrü helal edelim evrene ve aşk dolu geçişlerde, sonlu kıyımlarda sonsuz aşklar dursun kıyama.

 

Zor zanaat aslında doğrunun yetilerden uzaklığı hani olur da bir demde bir de derlediğimiz ömrümüzde, rehavetin isi bulaşmışken üstümüze başımıza sonra da konuşlandığımıza lanet okuyup bencilliklerimizi yok sayamamanın verdiği hicapla kendimiz menşeli yalanlarla örtüşmenin de tadına doyamazken.

 

İnsanların iklimi belli ki mizaçları ve belli ki herkesin doğrusu yine sarf ettikleri yalanları yine de inanmayı seçtiğimiz her günü ve yalıttığımız her ömrü saf tutup da ve bir yanımız hep de eksik iken neyin derdidir iştigal ettiğimiz?

 

Aşkın rotasında kayıp bir solunum.

 

Kaygıları alaylı beşerin de okullu nizamında yine gölgelere denk düşüp içimizin rehavetini de boca ettiğimiz.

 

Bir yüreği inkâr edemezken bir de mazimizi…

 

Bir aşkta saf tutup da yanılsamaların sancağını dikmişken tam da ortasına özlem yüklü günlerin bile yasını tutmaktan aciz… belli ki ruhun da ikrarı yine sevip sevip ayrı kalamadığımız ve ölümün de inkarı sadece bal tutan parmak üstüne bulaştırır misali.

 

Kem gözlerden uzak kalmaksa tek maharet.

 

Yalanlardan fal tutmaksa asaleti hüznün.

 

Bir de sancılı evreni boykot etme istemine rest çeken kabullenmişlik görünen o ki; ne kendimizden uzak kılarız evreni ne de kendimizi kendimizle barışık kılarız hani olur da bir gülün başında nöbet tutan bülbül misali; hani olur da aşka duvak örten ser misali tıpkı ödün verdiğimiz tıpkı asılı kaldığımız tıpkı ördüğümüz güncesinde kaderin bizler ıskartaya çıkmadan ölüm öncesi.

 

Naçizane bir beyit tadında mademki zaman.

 

Sonbahara çöken dizlerimizin yorgunluğunda tavaf edelim dizeleri ve dizlerimizde uyuttuğumuz dizelerle meşk edelim ve en hoyrat sunumunu ömrün derbeder edelim ansızın sığındığımız dostane bir tebessümde kaybolmakla kalmayıp en büyük hazzı kucakladığımız. Belki de ruhumuzun kundaklandığı bir mertebede ölümüne dirilelim aslında öykündüğümüz masal kahramanlarına uyduruk sıfatlar ekleyelim…

 

Pamuk Prensesin yedi sırdaş cücesine ve müziğin her dem kıyama duran yedi noktasına bir eklenti mahiyetinde umudun zerrelerini ekelim hani olur da yeni güne uyandığımız sabahın şafağında, sehven ve hile ile dönendiğimiz kursağında döngünün ya da rahlesinde maneviyatın, tozu dumana katan sevdalar büyütelim üstelik esef ile donandığımız dünleri gömüp, hırçın aşkları yok sayıp en nazenin sunumu ile yüreğin bükülelim usulca; evrilsin yürek asilce belki de gizli gizli sevmelerin taburu iken dört dörtlük notalar, ısrarla yâd edelim maziyi üstelik peşrevinde kaygıların, dumura uğrayan isyankâr benliklerimizi terk edip yosun tutan gözlerimizden akıttığımız yaşlarla da şerh düşelim onca yas’a üstelik bükemediğimiz bileğe dostlukla dokunup yeniden paye verelim hayata: hem belli mi olur, derlediğimiz tüm hayallerdir belki de bir gün ereceğimiz mutluluğun girizgâhında yürekte tortu bıraktığına aniden kani olduğumuz ve sevdiğimiz kadar sevileceğimizi umduğumuz…

 

 

 

( Hüznün Asaleti... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 20.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.