İhanet edebilirim aslında ettim de.
Etme bulma dünyası sonunda bana da ihanet ettiler aslında başında ihanete
uğradım ve geç fark ettim.
Geç kâğıdımı istedim Tanrı’dan ve
konum attı bana bu sefer de Tanrı’ya geç kaldım.
Geçkin imge tadındaydı şiir dolu yüreğim
ve gel-geç aşklara meyyal kim ise geçip gittiler yüreğimden.
Kendimden geçmekse iştigal ettiğim,
ilk vasıfsızlığımdı bu yüzden yeni vasıflar edinmeliydim iş işten geçmeden.
Zaman tırsak bir yanılgı olabilirdi
belki de boyutsuzluğun boyutlarını kırparken Tanrı ve peşine düşen kalabalık.
Her mahrem aslında genelin özetiydi
belki de genelden süzülen cümlelerin kursağına takılı imgelerdi hayatın özeti.
Dar kefeninde benliğin; geniş
mezhebinde münafığın ve kayıp rotasında ayıp bir kelamın…
Örnekler çoğaltılabilirdi ne de olsa
beyin denen mekanizma haybeden istiflemekte saçma da olsa ne varsa hayatın
rüştünü ispatlama gayretinde, bir gaye değil de bir gerekçe olmazın oluru bir
cevabın soru mahiyetinde tensiye ettiği iç sesi.
Kalabalığı ortadan biçen bir depremdi
belki de: ya da küçük grupları bir arada tutan ölüm korkusu buydu işte dünyanın
akıbeti: önce bölünen bir nüfus sonra da çarpılan insanlık en sonunda eksilip
sıfıra erecekken akıbeti, derleyip toparlandıkları kadarıyla yetişebilme
kaygısı.
Ismarladığım hiçbir cümle ulaşmadı
adresine postacının. Önce kuru sıkı bir yürek, eksik etmeden tebessümünü
palazlanacak içinin kırıntılarında insanın.
Düşlerim de ulaşmadı yan odadaki
kâhinin burnunun dibindeki iskambil kâğıtlarına. Tarot mu yoksa mezarın dibinde
uluyan siyah köpek mi ölümün habercisi? Sormadım evveliyatını, önceden ne iş
yaptığını varsın kendi tahmin etsin.
Yanıtlamadı kimse küçük bir çocukken
aklıma takılan ilk ayıp soruyu:
Anneme sormuştum iki lafın arası
zaten geçiştirmişti. Aşkın mahiyetine sığınan mademki bizdik bizden bir sunum
beklemiştim tüm saflığımla.
Aşk nedir, diyen titrek sesinde o
bacak kadar boyumla, aklımın ermediğine neden dokunacaktım ki çatık kaşlarında
babamın bir kelam niyetine, sahiplendiğim huzursuzluğun da kifayetsizliği idi
pabuç kadar dili olmayan iri gözlerime takılan o soru işareti.
Tehdit eden neydi de aklım karışmıştı
belki de ilklerin heyecanına kucak açan bir kinaye yine cahil aklımın ilk
durağında, beklemeye aldığım iç sesim…
Biraz daha büyümeli mi, ne?
Belki de başımı soktuğum kumun
dibinde
Denk geldiğim karınca sürülerini
Yutmalıyım birer imge niyetine
Ve göreceğim elbette;
Gözümün korktuğu kadar olmadığını
hayatın:
Hatta karıncanın vücudunda
İnce ve titrek ayaklarını yolmadan
saç niyetine,
Kirli ve düztaban nüfusu ile
İç gıcıklayıcı bir seremoni adeta
Bir düşten aşırdığım o hayali bulutun
Üzerine konan umut tanecikleri.
Kovuklarında uçurtmalar saklı,
Kayıp dehlizin mimarı yine
Demlenmekle iştigal
Körelene değil de körle yatan
Şaşı kalkar mı misali,
Bir şiire bandığım ömrü
Ve dünün menziline
Ektiğim sükûneti
Çok görenlere inat
Kayıp eksenin düz bildiğim seyrine
Kanat takıp
Uçmaya hevesli
Bir karınca niyetine.
Gölgelerin yetim kızıyım. Acılardan
almaksa payımı insanım ben de: acırım bazen kendime bazen yetilerimde kayan
eksenime sonra da yetim başını severim bir çocuğun hele ki gözleri delerken
içimi aslında ben delerken sitemin ve kederin örtüsünü sonra da başım yana düşer
ama asla arkama bakmam da, dememenin verdiği mağfiret.
Bir gölet.
Bir esaret.
Sakıncalı bir yürek ne de olsa
sevdikçe sevesi geliyor insanın.
Kırgın hayallerimle büyüttüğüm dünyam
aslında büyümeyen çocuk yanımla teyakkuzda ve bin bir sakınca yine elemin hazan
yüklü tutanağında bazense ıslak kaldırımları tekmelerken safça hüviyetime sahip
çıktığım.
Dervişin aklıyım, zikriyim, fikriyim.
Dervişin ta kendisi bir serkeşim
belki de.
Sözcüklerin bombardımanına teslim
olduğum aslında aşkın hidayet sunduğu bir kelamdan torpilliyim.
Gittiğim kadarım.
Dönmeyi de en iyi beceren.
Hele ki başlayıp bitiremediğim nice hikâye
aslında hikâyenin ta kendisiyim.
Sinen evrenin siminde parlayan bir
düşüm, alabildiğine pervazında hayatın, bazen düşmeye niyetlenip, kibrine yenik
düştüğüm zaafları yine insanoğlunun.
Sevginin diri hücrelerinde yaşadığım
kadarım aslında yaşadığım kadar hazanım.
Hazan yüklü mevsimlerden çaldığım
hüznü sağaltıyorum yine çocuk neşemle sonra da buselerimden nasipleniyor gece
ve gökyüzü.
Aşkın hidayeti kadar kutsanan
varlığım bir de.
Ölümden kaçmayı ihmal eden beşerin
top yekûn sancısında sancılı bir doğum yine kaybettiğim her ümidi yerine koymak
adına umut saksıma ektiğim bakir ve tombul tohumlar.
Su yürürken toprağa ve aşkı kıyam
bilen yürek kadar da kaygılı aslında alaylı bir hüzün, derlediğim: belki de
mektepli yıllarımın intikamını alıyordum hayattan ne de olsa defalarca çaldılar
özgürlüğümü.
Yeknesak bir şiirden sıdkım
sıyrıldıkça garip bir mevsime dönüyorum.
Yol almadığım gün gibi aşikâr olsa da
kim ise beni ötekileştiren, fıtratıma uyup yüreğimdeki ekseni mağdur benliğimle
lav ediyorum.
Fırında duygular, gecenin indinde
pişen zamandan kuyruklu yalanlarına da inanmanın verdiği o cahil cesareti yine
gizemin aksanında bir kayıt belki de kayıt dışı nüfusu duyguların.
Keremden alacaklıyım. Leyla’nın
peşinde bir ilhamım aslında ilham özürlü yıllarımın özrüdür her yazdığım satır
ve aralarda doğan bir imgeyi bağrıma bastığım.
Şimdilerin mutlak mutluluğuna nokta
koyuyorum aslında olmazın oluru bir hayali peşkeş çekiyorum hayata.
Hangi tufansa haydi ölelim, deme
kaydıyla buyur ettim ne de olsa ilham perimi gönül soframa.
Şerefe, dediğim yıllarla acıların
kesişme riski belki de bir ömür üç maymunun ne anlama geldiğini bilemediğim ya
da bilmeyi reddettiğim.
Üçten çıkıp yola dörde varamadım
madem.
Aslında sıfırdan bağımsız bir asal
sayıyım.
Kesirlere mademki özentim yarıda
kestiğim bir hikâyeyi ne olur bağışlasın Yaratan.
Sözcükler cebimde, aşk hep rotamda
aslında saklıyım ben hep evrenin ruhunda.
Bir edimde yoksunum.
Bir şaibeye sığan acıları yok saydım
ne de olsa sadece kendime inandım bir de sevginin pervazında kanat taktığım
melekelerime sonra da koruyucu meleklerimle iş birliği yaptığım sırlarım hatta
gölgeleri bile ihbar ettiğim ya da gölgeler masumiyeti yok sayıp iblise
satarken nefsi ve aşkı.
Sızan bir satırda boş gözlerle tavaf
ettiğim hayat yine rimeli akan şiirin azabında, ben kaynakça bellediğim aşkı ve
hüznü bir boyuta sığdırmakla bir yüreği de sığınak bilmek belli ki sevgi özürlü
evrene restimdir aşkı da hasreti de büyütmekle geçen ömrüm…
Ölümlü bir rabıtada gizli varlığım…
Teyakkuzu dokunuşların yine
Güleç yüzümde pembe bir öfke:
En derinden
En derinime.
Mağlup düşlerin pervazında
Sıtması ölümün
En bakir düş
Yine çeperinde bilinmezin
Bir nimete
Bir de Rabbime şükrüm.
Dualarımda hep yarım neşem
Aşkımda perçinlenen özlem
Gözlerimde varla yok arası bir nem
Kayıtsız evrenin silik neferiyim
Ölümlü sevdaların bronz teninde
Beyaz bir lekeyim:
Yine kendimce sevdiğim
Rotamda düşüp kalktığım
Kanıksadıklarıma delalet
Her acı her açı.