Ölü bir iklimden sesleniyorum size.
Hani yolların düz; bulutların revnak;
aşkların da imkân dâhilinde olduğu.
Yarımdan uzanıyorum bütününe vebalin.
Göklere esir düşmüş bir serçenin ölü
bedeninden…
Aklımın ücrasında, yüreğimin
izbesinde, şanın şerefinde en tepesinde.
Ölümle aramda sadece saniyeler…
Dünümle yarınıma sahip çıkamamanın da
vebali.
Bir börülce tanesiyim: hayli sıska,
hayli yalnız, hayli suskun.
Aklımın iklimlerinde nice name,
efendim.
Gözlerimde ela sancılar ne de olsa
babamdan almışım rengini gözlerimin ve hazan misali sancıyla yoğrulan
bedenimin.
Rest çektiğim evren.
Reddeden de beni.
Sevdiğim kadar egemen olmayı
dilediğim şu dünya hali.
Kör bir kuşun kanadında olmayı
dilerdim.
Ya da kör olmayı kuş niyetine
savrulduğum şu hengâmede, en dokunaklı yüze sahip aslında yüzünün akıyla
yaşamayı seçmiş bir ölü iklim sadeliğinde.
Ne bulutum var ne de ayarım.
Ne unutuyorum ne uyutuyorum içimdeki
küçük sancıyı sonra da bükülüyorum, bürünüyorum aşka, vasıfsızlığın şeceresini
çıkarırken hasbelkader oyuyorum içimi aslında oynamaya yeltenmediğim bir oyun
yine hayatın zikri.
Mimlendim mi ne?
Mil çekmişler gözlerine.
Soytarı iklimler kadar sırnaşık olsam
keşke.
Afalladığım ömrü-hayatımda nasıl
oluyor da ayırım yapamıyorum?
Bir kör düşün, düşüşün sonra da
sevgiye düşkünlüğüme kılıf ararken ahalisi ikballerde seğirten bir ok gibi.
Yüreğime saplanan vecizeler var ve
hakaret babında.
Yandığım mı yaktığım mı?
Ne fark eder ki?
Ha yanmışım ha yakmışım ne de olsa
ateş olmayan yerden duman çıkmaz, misali.
Ölümü hicveden yakarışlar belki de
tuzak soruları ahvalin.
Hayatı göğüsleyebildiğim kadarım
aslında: ne şaibeli ne isyankâr… altı üstü cürüm bildiğimin nispetine bir göğe
uzandığım bir de Tanrı yoklarken beni her gece.
Üstümü örtün, demektense zaten
örtündüğüm gerçeği: hayır ne başım kapalı ne de yüreğim.
Ne gözlerim kapalı ne de kulaklarım
delik.
Bir yürekte sağdıç; bir duvarda
tuğla; bir sızıda acıyan taraf ve her aşkta acıtan ne ise.
Deldiğim kulaklarıma, derlediğim hikâyelere
ve dengime meyilliyim ne de olsa denge unsuru; bir yâd ettiğim bir de yâd
edildiğim…
İçimin ikramlarında büyüyen çocuklar
var oysaki her biri ölü. Kimini annesi kundaklamış uyurken kimisini şeytan
çalmış annesinin rahminden kimisi ise hiç var olmamış tıpkı mutluluğumu ziyan
ettiğime biat ve ben sevgiyle ördüğüm günü ve ömrü heba etmelerine artık nasıl
izin veriyorsam…
Yorgunluğum babamdan miras.
Özlüyorum da ama babamı değil.
Övüp duruyorum yine ama kendimi
değil.
Öğütüyorum da ama sadece içimin
kırıntıları meze bildiğim; aşkın hicabını delip geçtiğim sonra da soykırıma
uğramış hangi zümre ise ölümü şart koştuğum yine içimin dinginliğinden bozma o
somurtuk gül cemali aşkın.
Solduğum kadar da savurduğum belki
ölü bir ceninden fazlası.
Savruk notalar yine makamını aldatan.
Oynaşan kadınlar ve kız çocukları
artık neyin esareti ile düşmüşlerse bu çengiye…
Şimdiyi örtüyorum hep örtüyorum ne de
olsa örteceğim tek bir yalanım yok acımdan başka ve eğilen başaklara özeniyorum
ne de olsa içim de gözlerim de dolu lakin annem yasakladı ağlamayı ben de büyümeye
çalışıyorum sözüm ona lakin ne hıçkırık ne de çığlık babında içimin öğürtüleri
varsa yoksa kayıp makamların kayıp sokak çalgıcıları.
Aşkın hidayet; sevdanın eziyet;
yorgunluğun da külfet olduğu ölü iklimlerden geliyorum. Gelmez olaydım. Aman
Allah’ım ne dedim ben? Sonradan çarpılacağımı ansızın içimi temizlemeliyim yine
dokunaklı bir dozajda azıcık da hazanla doldurmuşken içimi.
Meylettiğim gündense men ettiğim
sevinci bir eksik bir fazla yaşama gayreti içerisindeyim lakin istila edildiğim
kadar da ihlal ettiğim yine kalemin dirayetini sınadığım kendimce ne de olsa
kendimce bir mizansen kendimce bir ufuk ve halletmek adına dolunayın tacizini
bir yıldıza daha sahip çıkıyor Tanrı.
Bir yıldız olmayı diledim mi peki?
Asla! Ne de olsa içimdeki aydınlıkla sadece
güneşe yakın olabilirdim lakin güneşin sıcaklığında eriyen isyanlarımla önce
tövbe ettim sonra secdeye durdum ne de olsa yerin göğün İlahı ve sahibimdi yüce
Yaratan.
Emanetteyim doğduğumdan beri.
Emanet ettiğim tüm sevdiklerimle
hasbıhal ediyorum anbean sonra da şükrediyorum ve yeniden demleniyorum acı
misali bir boyunduruk iken içimin artık kaçıncı dalyası ise ve mutluluk emsali
yorgunluğumu serdiğim o gök kubbede atıl bir varlık olmaktansa aşka hürmet eden
bir garip kul.
Bir yanımda açmayı dört gözle
bekleyen tomurcuklar…
Bir yanımda solmuş yaprakların
savrulduğu kuru dal benzeri beyitler ne de olsa ölü bir iklime devrildim ne
zamanki aşk çalsa kapımı.
Beyhude satırların asla ezik
olmadığı; yarım adaların da asla bir kıta teşkil etmediği gerçeği gibi ben
sadece ölü bir mevsimim: öncemin kundaklandığı sonramınsa bir sır olduğu hele
ki verdiğim serlerle ermeyi dilediğim hidayetin da sancağını diktim dikeli…