Sözcüklerin kehanetinde bir yangın
olmayı reddettiğim gün doğdum ben.
Öfkemi öldürdüğüm günü şerh düştüm
tarihe lakin gelecekte olan bir geçmişi nasıl dillendirebilirdim?
Yüksünmeyi lav ettim akabinde: ya
sevecektim ya sevecektim.
Gücüne gitti öteki güçlerin ve
şahitlerin mezarlarında beslediği kini ve nefreti yok saydım sevginin görmeme
gücü ile.
Sonlanan bir hikâye idi arzuladığım
aslında hikâye babında bir şiirdi damarlarımda dolaşmasından haz duyduğum.
Bir şiire düştü ilk yolum.
Sene bilmem kaç.
İlk şiirimdi aslında okuduğum ilk
şiir ve aşka düştüm o gün o an.
Cemal Süreya idi aşkın adı aslında
şiirin gücü idi yine mimlediğim her yüreği şiir bildiğim belki hayatı şiir
tadında yaşamaya doyamadığım.
Sarhoş olmuştum.
Şaibeli bir dize olmuştum.
Aşka tutsak olmuştum hele ki
tutsaklığın yaşama gücüne tav olmuşken ne de olsa tutsak olmayı öğrenmiştim
büyüdüğüm cephede ve her şiir siperimdi; her hikâye, neferim ve aşk, varmayı
umduğum hidayetin birincil koşulu idi.
Suretsizdim bir zamanlar ve insanlar
mesnetsiz ithamlara pek bir düşkündü aslında hala da lakin bu beni asla
alıkoyamazdı yolumdan.
Bir şarkıya da düşebilirdi yolum ve
düştü de derken başka şarkılara kesişti yüreğim yine kimselerin duymadığı ve
bilmediği oysaki aşikâr idi her bir şarkı yine de sadece ben sahiplendim.
Şiirleri de sahiplendim.
Aslında aşkı ve evreni sahiplenmiştim
zaten insanlar küçük hesaplar peşindeydi ve ölümlü aşklar üreten bedenlerinde
ölümsüz aşklardan asla medet ummuyorlardı ötesinde anlatmaktan imtina ettiğim
ne ise satır satır döşedim beyazın ruhunu aslında ruhumla yıkadım her boş
sayfayı aslında boşluğa asıldım ve tutundum kelimelere.
Ya sevecektim ya sevecektim.
Yansıyan ne ise Allah’ın varlığından
bana katılan her manevi olguyu ve ülküyü edindim yine bir derviş kadar sıra
dışı belki bir kazan yine kaynayan için için.
Teferruatlara düştü yolum bu sefer ve
öykündükçe genele mutsuzluğa seğirtti düşüncelerim.
Detaylarda ölmekti aslında enginlerde
yüzmek kadar erişilmez mutluluğun alfabesi.
Sığlarda bir gölge olmayı
reddetmiştim madem ve aslıma düşkündüm yine inkârsız ve iddiasız.
Sonramı sunmadım öncemi aklarken
aslında içimi pembeyle boyadım yine aksayan bir yürekten koşan nameler
üretirken.
Edimlerde aşk vardı hep.
Aşka eren yol ise mubahtı ve lakayt
tavırlardan payıma düşeni yok saydım aslında pay ettim içimdeki umudu ve çocuk
neşemi.
Anlayan anlıyordu ya gerisi… gerisi
de vardı ve kim ise bıyık altından gülen ya da pervasız kahkahalar atan.
Bir öğle vakti es verdim hayata
aslında yazmaya düştüğüm bu girdapta ben bir ebeydim yine hayal gücüne girgin
ve donanımlı bir sunumla gerçekleri boykot etmenin esnekliğini doya doya
yaşayan.
Bir sunumdu madem hayat aslında
hoyrat rüzgârlarla yıkanmayı mademki meşk edinmiştim.
Cesaretimi toplamama gerek de yoktu
ne de olsa yel değirmenleri ile savaşan tek şövalyeydim yine günden düne kayan
aslında kadın kimliğine sahip çıkmakla insanlık arasında seçim yapmaya gücü
yeten kim ise.
Sonlanmasını dilediğim bir hayatım
vardı öncesinde ve Rabbimin bildirgesinde bendim bana sunumu yine yürek sesi
ile iflah olmaz hayallerinden alan gücünü.
Mutluluğu perdeleyen ihanetleri yok
saydım.
Beni yok sayanları var bildim.
Beni var bilip nefret edenleri bile
sevebilirdim hatta sevdim de.
Sevgimin cirosunda bir dünya
yarattım: adı var mıydı yok muydu, bilemedim önce sonra yüzler belirdi
sayfalarda aslında yokluğumu hiç bildim aslında gölgemi bile sahiplenmeyi
öğretebilirdim insanlığa yine de yok saydım yine var saymayanları bile var
saydım yoksa içimdeki öfke nasıl sonlanırdı? Nasıl lav ederdim yoksunluklarım ve
nasıl kuramlar yaratırdım satırlara düşmüşken yolum?
Heybemde yoktu tek azığım ilk yola
çıktığımda ne de olsa bir ömür yediğim kazıklardan azık ayırmaya hiç
yeltenmemiştim kendimce.
Bilemedim.
Yeni öğrenmiştim.
Neyi öğrendiğimi ise sonra çözdüm.
Aslında bir ömür başkaları tarafından
çözülmeyi dilemiştim.
Dilemması ömrün sadece huzurdu yine
yeltendiğim ama bulamadığım ama ansızın kavuştuğum ve sonlanmasını
arzulamadığım yine de bir nakkaş titizliğinde nakşettiğim duygularımın
patronuydum ve tav olduğum hiçliğimle palazlandığım aslında bir sancıdan çıkıp
da yola yıldırım olup düştüğüm yüreğimde saklıydı her maruzat aslında nedensiz
her yok oluş.
Kuruyan bir çiçeği üreyen bir
sarmaşığa dönüştüren ve duyguların Tanrısı sevgiyi yine bahşeden Yaratıcıyı andığım
her an’ımla her anı’mı da güne uyarladım ki her an yine dünden mütevellitti
sadece zamanın ve mekânın yeknesak tınısında bizlere düşen rolü gerçeğe
uyarladığımız ve içimizin şevk ile dolduğu tıpkı ölümün huzura tekabül eden
varlığında yaşayarak ölümü sadece tehir ettiğimiz gerçeği.