1
Ön sözünde ölümün, en tetikleyici
istila adeta yine yüreğin matemini makber bellediğimiz hazan misali o kurşun
misali ağırlık.
Öğütürken ne hazmedebildiğimiz ne de
inkârı mümkün belki en tok gözlü ifade yine şiire düşüp de yolu: mahremden
kasıt değil bilakis şairin ifşası yine ömürlük, külyutmaz yetilerin.
Haznesinde demirbaş bellediği o
istikrarlı hüznü ile yüreği mahşere yakın ve yatkın yine kayıtsız seyrinde
ömrün, en densiz duyguyu teneffüs etmek: aşka biat o istikrarlı yörünge ve yine
ölüme yatkın bir meziyet, sırdaş imlerin de tekelinde barınan hüviyet aşksız
kalmak kadar huzuru da yarında saklı bir külfet mahiyetinde, ön sözü olmayan
romanlardan taşan kayıp kahramanı tüm evrenin.
Şimdi bir ahkâm kesebilirim: hem de
en ağır yük iken iştirak ederken ve kuytularımı uyandırabilirim, sırdaş bir
şiirin kayıp imgesinde, tepetaklak dumura uğradığım coğrafyasında hüznün, ölü
bir beyit ısmarlarım bir ölüm vakti…
Ölümden kasıt; yine yürüdüğüm yol ve
düştüğüm bu tuzak aşk belki kıyametin öncüsü belki safkan ihanet, yine yüreğin
matemi ile baş başa ben bir mezar taşını okşarken usul usul.
Aşkın da en namert isyanı belli ki
bir teyakkuz; belki rencide edilesi bir lanet düşmüşken üstüne gölgemin.
Ben ki; kayıp yarımdan kasıt…
Ben ki; soluk yarınlara biat…
Ben ki; şiirin közünde ve ölümün
nefesinde, en şaibeli aşkları mezar bellediğim.
Bir yüzünü unutmadığım elem bir de
yüzüne dokunmaya kıyamadığım matem ötesi rahmeti boca ederken evren, ben yine
lanet nefsin tefekkürüne biat o kayıp haznemde o kayıp silsilesi düşünülesi
acılardan payıma düşenle hasbıhal ettiğim şafak öncesi yalnızlığımın matemini
sakladığım belki mabedimde yaralı yüreğimle yaşadığım…
Hüznüme kefilim, sevgili.
Aşkıma neferim yine bir ikindi vakti.
Göllerin durgun yüzünde belki aşk
denen iksirinde tefsirinde hangi şahikadan yanayım?
Hangi şaibeli şiirlerden yaralıyım?
Ölgün gözlerimde vakur bir tını;
yalnızlığın tılsımına vakıfım ne de olsa: sen ki; hoyrat fırtınalardan
mütevellit aşkın kıyama durduğu şu gece vakti yine gün yüzü görmeye biat bir
aşkın kabuğunda iki büklüm sırlarım ve serlerimle dolu başucum.
Badem gözlerine de kefilim kaderin.
Sen ki; içimde ukde kalmış aşkın
şaşaası.
Ben ki; ölümüne sevdaların bekası.
Biz ki; tünediğimiz kelimelerde artık
nasıl cüret ediyorsak ve yazmaya doyamadığımız bunca şiiri kefen niyetine giyiyorsak.
Bir zanda saklı belki de tüm
yalanlar.
Bir zamanda kayıtlı belki de tüm
sırlar.
Şimdi ölümü dört gözle bekleyebilirim
hatta ısmarladığım sonu sana bile armağan edebilirim, sevgili.
Aşkların kutsal rehaveti bulaşmışken
üstümüze başımıza ve bizler kanıksadıkça evreni ve matemi yalnızlığın da canı
cehenneme.
Şimdi bir yıldız geldi aşk durağıma
ve bindim kuyruksuz sefasında, iki büklüm cümleler kurup, ters yüz edildiğim
cefasında şiirin bir şaire inat bir de yürekle imtihana razı o doyumsuz
varlığımla…
Zaman geldi de geçiyor.
Aşklar uğradıkça kıyıma bizler
döküyoruz eteğimizdeki taşları.
Şimdilerin şahikası; bir zamanların
tefrikası belki aşkın Nakşibendî isyanı…
Artık nasıl bir cüretse içiyorum işte
içimdeki son şiiri tek solukta yudumluyorum aşkın nidalarını.
Kayıplarıma da kefilim, sevgili.
Rezil rüsva olduğum şu kainatın da en
deli neferiyim.
Öp şimdi gözlerinden kalemimin.
Ölümüm işte şimdi bu vakit.
Sondan bir önceydim şimdi ise sonum
aslında ısmarladığım lanetin en deli müridiyim: aşkım da kefenim de bunca
hazandan mütevellit oysaki yeşil sanmıştım mayısı ve şiirleri.
Solduğum kadar soldurduğum.
Solgun yüreğim kadar kuruduğum ve
kurulduğum matemimle, dileklerim de sona erdi ne de olsa asil yalnızlığımın
kurbanıyım.
İçim huzurla dolu öldüğümü de şerh
düşüyorum yarından önce sakın uyandırmasınlar beni ben yine içine düştüğüm bu
lanet aşkın ne ilk ne de son kurbanıyım.