‘’Bizden
daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur.’’ (Alıntı)
Yasını tuttuğum kalemin en yakın
tanığı bilinmezin hıçkırığı.
Kuru bir mendilden üreyen nemi
değerli kılan yine yaşlarım.
Öykündüğüm değil övündüğüm hiç değil
lakin öldürdüğüm metinlerde ben bir hikâye kahramanıyım.
Yalın seyrinde ömrün; düş
birikintilerinde tutkunun…
En yakın tanığıyım aşkın hatta ta
kendisiyim.
Körebe oynayan bir çocuk gibi kör
hecelere dokunuyorum iflah olmaz hayallerimle aslında dibi tutmuş bir gerçeğin
yalancı sunumuyum.
Katedralinde cümlelerin; heybetinde
şiirlerin bir de yeknesak varlığında sessizliğin.
Kopan kıyamet çoktan tuzağına düşürdü
hayallerimi ve ben Istranca Dağlarında kuş avındayım aslında içimdeki yetim
kuşların baş tacı bir akbabayım.
Uyumsuz yüreğimde biriken aşkları
kırpıp yıldız yaptım belli ki özendim şaire.
Bir şiir tüterken yüreğimin
bacasından bir sıfat edindim.
Asılsız değildim ve de mesnetsiz ben
bir kılkuyruk yürektim şehrin ve evrenin aşkına talip.
Bir su birikintisine düştüm ölümü
çağıran bir şiirde bir imge yoksunu cellât gibi boynumdan kopardım başımı ve
bilinçaltımı özel bir kutuya sakladım.
Bedenimde yoksunluk değildi
başsızlığım bilakis başına buyruk kelamın nasırlı elleriydi titrek imzamı kayıt
altına alan Tanrının unuttuğu bir cümleydim adı hafızalara kazılı.
Gün seğirtti.
Yüreğim seyirdi.
Zaman sustu.
Gün saatlerini yitirdi ve kuşak
farkını yok sayıp atalarıma özendim.
Koyu bir gölgede kör bir noktaydım.
Ah, ilahi yüreğim, demeye meylettiğim soylu çok soylu bir yalnızlığa gönül
verdim.
Sevdiğim mevsimler kıskandı
yalnızlığımı. Yalnızlığım kaçtı kalabalıktan oysaki insan sevgime ket
vurmamalıydı ıssızlık.
Sevgiden mütevellit ruhumda üç beş
gelincik peyda oldu ölümüne sevmeyi ikbal; aşkı rabıta ve yarını tufan
bildiğim…
Solan bir ışıktan nemalandım gece
usulca çalarken yüreğimi ve kapımı.
Anda saklı ümitlerimi yarına taşıdım:
yarını dün bildim ve öncemi son belledim.
Göğün zarif nüansında ve Tanrının
ilahi sunumunda kaybolan dünümü yarınla tanıştırdım.
Adı olmayan bir aşktım aslında
sancısına yenik düşen bir şair aslında közünde olmazı olur bellemiş koz olarak
da ömrünü öne sürmüş.
Sahiplendiğim hiçbir şey yoktu çünkü
sahibiydim aşkın hem de doğduğumun günden bu yana.
Sıtmaya yakalandı gökyüzü ve aşk
perhize girdi.
Don yağı iklimler peyda oldu: ne
sıcak; ne soğuk.
Kurak değildi yüreğim oysa erişkin
bir rahmeti nemli bellemiştim üzülmeye vesile olan hangi detaysa ben iki büklüm
şiirleri naşımda görmek istediğimden çıkıp da yola sonlanmayan o nakarat tıpkı
takılı plağın kırık iğneye yaptığı reveransla Tanrı ile sohbete başladım.
Uyumsuz bir ışık gibi geceyi deldim.
İçimi delen şahika yüreğinde ben bir
izdim belki de isimsiz yalnızlığımla sana şerh düştüm aklıma mukayyet olmak
adına yazdığım her satırı itina ile sundum sana bir bir.
Ölü bir şairden daha ölüydüm aslında
şiirden başka sığınağım yoktu aslında şiir yazdığımı filan da beyan etmiyordum
aslında kıblemde doğurgan bir Tanrıyı oynadı yalnızlık.
Sessizliğine hürmet ettim.
Asil duruşundaki asilik ile yüz göz
oldum: Tanrı beni affetsin.
Tek kişilik yalnızlığımdan çıkıp da
yola iki kişilik bir sırra düştü aklım.
Yalın seyrinde öykülerin mutlandım.
Şahit mevsimlerde ikramına doyamadım
acıların.
Ben göğe âşıktım oysa gökte bir yıldızdan
bile küçük bir izlekti tıpkı içimdeki boşluğu dolduran kudretli bir sevgiyi
taşkın bir ırmakta evrene sunan bir su damlasından bile küçüktüm.
Ellerim küçüktü ve ayaklarım aslında
sığındığım İlahi Güçtü bu ürkünç yalnızlığımı her boykot ettiğimde ne zamanki
düşsem aşka.
Beşeri bir aşkın tanıklığında şehir
ile sözleştim.
İlahi Aşkın rücu bulduğu her fasılada
aşk ile sözlendim.
Gönül isterdi’lerden çıkıp da yola
keşke mahiyetinde yarım ağız bir sevinç kundaklandı bu sefer.
Sair hece.
Kıyamet öncesi peşin yatırdığım
ömürlük kiram aslında ben ömürlük kelimelerimi yonttum her gece ve mütemadiyen
kaykılan o güzergahta ben devre arası nutku tutulan bir antrenör gibi içimdeki
oyuncuları azarladım.
Bir bölümdüm.
Bir rakamdım.
Bir rakımdım şehir ile aynı hizada.
Böldüm; bölündüm.
Karekökünü aldım olmayan
sevinçlerimin sonra lades dedim sonra lanet okudum düzene.
Dermanımdı gece.
Aşktı hümayunum.
Zamandı tutsağı olduğum.
Karadan bozma bir renkle izdivaç
yaptığım hadisleri iken evrenin yüreğimde deli gibi çağlayan.
Nankör bir dosttu yalandan söylemler.
Seni seviyorum’dan çıkıp da yola
ihanete düşenler.
Kadındı zaman.
Erkekti hoyrat.
Çocuktu ölen masumiyet.
Yüreği urgan; aşkı kepaze yaşayan
nidalarda ben çöreklenen günü savurdum; bir yılgıyı doğurdum; bir yergiyi lav ettim
ve yanıldım yeniden ve yeniden ve alındım aslında tutsaklığında lal alfabenin
ben yeni bir harf doğurdum elif’ten alacaklı ve dünden eski.
Gündüm.
Geceydim.
Yalnızdım aslında çoğul kimliğimle
bölündüm kendime ve kendimce soyutladım kendimi kendimden.
Aşka selam veren bir inkârda;
yüreğini öldüren kepaze bir tufanda ve mahremini göz önünde yaşayan hadiselerle
yoğurdum ben hayatı.
Göbek bağıma yenik düştüm çünkü ölü
bir beyit kadar tatsız ve kısaydım lakin izahı olmayan heceler bürüdü gözümü ve
büründüm yeniden ikincil bir kimliğe.
Güneşi teğet geçti ay.
Ay’ı yok saydı gezegenler.
Ruhumu sattım geceye.
Gece övdü hicvini.
Yalnızlıktan çıkıp da yola sevgiye
düşüp de yolum ve inkâr edildiğim kadar iddia etmekten yorgun düştüğüm.
Ocak gibiydim.
Azat etmiştim oysa mevsimleri.
Yüreği olmayan bir ceylandım ölümüne
özgürlüğüne ve hayata sevdalı.
Bir miat idi dolan: bir rükû idi
sezdiği ruhumun.
Kuraktım ve karanlık oysaki aydınlık
kadar kutsaldım içimde biriktirdiğim hadisler.
Yalın ve kaygandı içimdeki kaftan.
Ben büründüm sevgiyi.
Hırs bürümüştü zalimi.
Mansur bir şiirde ya da bir düzlemde
ve ben kekremsi bir zihniyetle yalanı azat ettiğim ekmek teknemde doğrucu bir
fasıla ile tahayyül ettiğim belki de kurda kuşa yem ettiğim içimdeki dokular
sayesinde dokuna dokuna bilinmeze buldum doğru yolu hangi afakî gölge ise ihbar
ettiğim Tanrıya ve sükûnet öncesi izdihamda son bir ayrılık daha nakşetmişken
peyda olan kudretin penceresinde zarif bir terennümü resmederken kalemim.