1
Külüstür çok külüstür bir manivela,
çöküşün izini süren tabuların sığınağında bir kelam…
Destursuz geçer mi gün ve gece
sonrasını yok sayıp da insan öncesine siner mi?
Yankısı ölümün aslında doğuş şarkısı;
sözü tüm o şarkıların, bestesinde çatlayan bir tomurcuk gibi güne ışıldayan bir
yürek bir mizaç adeta.
Halis munis cümlelerden kestim umudu;
içimdeki umut deryası da kurudu çöle döndü.
Mevsimin keyfini sürüyorum; rahmet
otağında beyitler derliyorum ve rüştünü ispatlıyorum bilinmezin.
Aşkın gıyabında…
Sefalet düşkünü belki de…
Sefası cefasının izini süren;
ıstırabı ise mutluluğun coğrafyasını teğet geçen.
Hangi karede saklıyım peki yoksa
bağnaz bir üçgen miyim, hani çeperinde acıların, açı çektiğim çok mu aşikâr
oysa açılarımda saklı eşitlik ve yüreğimde saklı insanlık…
Maruzatımı tayin ettim lakin telkin
de etmiyorum kendime: zuhur eden her hadiseyi yok sayıp hiçliğin nakkaşlığında
kuş da kondurmuyorum hani yazdıklarıma ve içimin tebaasında kök söktüren yalın
ve derin bir mezar var; her günün özetini gömüp satırlara adadığım bu aşkın
sarmalında, gök gözlü adamlar ve kadınlar arıyorum aşkıma mavi yağmurlar
yağdırsın diye.
Tanrının ketumluğuna akıl sır
ermiyor, derdim bir zamanlar ve bilemedim içimdeki lanetin ne zaman
sonlanacağını.
Sitemleri mağdur kimliğimle örttüm;
mazlum yorgunluğum ise hep diriydi.
Susmuştum cahil cesareti ile ahkâm
kesenler karşısında bile susmuştum ve bilemedim aşka susuzluğumu oysaki aşkın
gölgesinde hep tek kişilik çadırlar kurmuştum ve otağsı kayıp bir şeyh peyda
oldu rüyalarımda.
Rüyalarıma da dizgin vurdular.
Ruhumu falçata ile çizdiler.
Kanayan ben değildim oysa ne de olsa
ölüler saklıydı içimdeki iklimde aslında bir ölünün tebaası idi ölü umutlarım.
Sonramı güncellemedim uzun bir süre.
Öncemle haşır neşir bir Leyla idim
aşkın diline düşen Mecnun’un yokluğunda ben şehla bir yorgunluktum.
Lav ettiler her kanıtımı.
Kanadığımı kime bilmedi.
Öldüğümü anneme bile söylemediler ve
ben her sabah işe giderken bir hayalet idi ruhumun gizlediği aslında
mutsuzluğun tetiklediği bir vaveyla idim: iklimsiz seyrinde hayatın kayıp bir
özne olduğumu da bilmedim.
Bilmediler zuhur eden bendeki İlahi
acıyı ve sevdam kundaklandı; aşkım lanetlendi aslında her hiciv mutluluktu
içimde ağlayan çocuğun elindeki kürekti yine her gün bitiminde oyuncaklarını
gömen.
Kalemdi benim sadık oyuncağım ama
yazmakla iştigal değildim sadece rakamların oyuncağı bir hesap makinesi idi
zihnim ve sadık diplomamın sarı zemininde ben sarı bir papatyaydım kendini
koparan ve günbegün sevip sevilmediğine itaatkâr aslında ruhunu papatya
tarlasında unutan.
Aşkın tarhında geçmeyen her gündü
benim için ölüm.
Annemin gök gözlerinde ben bir
rahmettim belki de onun yüreğinde açan ve benlik söylemlerin haddi hesabı yok
iken ben sadece maviyi diledim Tanrıdan.
Mavi bir manivela.
Mavi bir şakayık.
Maviyi de rencide ettiler ve
tutulduğum aşka söz söylediler bu kez.
Söylemler değildi kuyumu kazan:
bendim kendini uçurumdan atan.
Sığındığım hadislerde tanıdım eşref-i
mahlûkatı aslında yolculuğa çıktığım her seyrüseferinde bedellerin, sefasını
sürenlerin cefasına âşıktım ne de olsa acının yüz karası idi böylesi ağlayan
bir iklimde mutlu olmayı hak eden değildim sadece hak görendi benim muhatabım
ve günbegün O’na yaklaştığım her an’ı kutsayan bir sayaçtı adeta yüreğimin
izini sürdüğü o tanıklıktı; o hutbeydi; o ulvi sarkaçtı tüm insanlık kök
söktürse de ben şehla bir düş’ü yâd ettiğim her geceyi sunan her günü de kovan
zamanın saltanatında sefa süren acılarıma müteşekkirdim.
Ben bir mevsimdim.
Bir med-cezir.
Kanatları olmayan insanların yüz
karasıydım ne de olsa ulvi birlikteliğimde ben keyfini sürüyordum uçmanın.
Açılmamıştı gözlerim.
Aşkın rehberliği bana koruk düşlerimi
geri getirtti.
Mahzenlerin kucağında bir mermer
lahit belki de yine kendini mezarına saklayan bir düş fırtınası.
Fıtratın aczi yetinde göğe en yakın
tanık kuşların gözlerindeki nur nam salmıştı madem… ne zaman ki ellerimi
gagalayan isimsizliğin titrinde yangın misali öykündüğüm her kıvılcım bana
Rabbimden armağan olarak sunuldu…
Ket vuran ne/kim ise.
Kast eden aşkıma belki varsıl bir hâkimiyet
aslında sır dolu benliğimde pay ettiğim yine yüce Yaratan ve kisvesi yokluğun;
hicreti varlığın aslında göğün sitemlerinde ben bir gök kuşağı idim siyahı
beyaza dönüştürdüğüm ve dudaklarımdaki her çatlak yine susuz iklimlerin geri
dönümüydü.
İlahi Aşkın rahmeti ile çatlamadı
artık ruhumun toprakları.
Kuruyan gül bahçemde açmaya taliptim
her gün belki de güleç yüzümdeki itibar idi acıyı da kanıksamış yüreğimin
ümmeti tüm saf duyguları sermişken eksene ben bir akıl tutulması yaşamıştım
madem koca ömür…
Mehtabına tanıktım doğan şiirlerimin.
Miadı dolmayan hesaplarda yoktum
çünkü zifiri ve kötüyü kovdum rüyalarımdan.
Düş düşkünü göğün her zerresine ait…
Cinnet ehli varlığın cennete düşen
yoluna vakıf…
Sanrılarımı öldürdüm ve egom yitip
gitti.
Ben-merkezcil hükümleri potada erittim
ve biz olmayı becerdim duygularımla ve insanlık bana paye verirken aşk dilinde
satırlar döşedim ellerimle ve parke ıssızlığını yorgun yıllarımın biteviye
örseledim ne zamanki İlahi Aşka erdim; ne zamanki yazmak için serdim kelimeleri
düş pazarındaki umut tezgâhıma…
Cahildim ve hala da cahilim.
Bildiğim her şeyi unuttum.
Yeniden öğrendim ve arzı endam etti
huzurun künyesinde kazıdığım ismimi bir tek Rabbim fısıldadı, kuluna yetişen
kudretinde varlığımın aczi yetine vakıf ben, zerremin gölgesindeki kuytuda
duyduğum fısıltıları aşk diye işlerken satır satır…