Her farkındalığın farkındayım aslında
izahı olmayan bir yorgunluğun da ve huzura dönük yüzünde evrenin, ruhumdaki o
atıl kapasite ile savrulduğum kadar da kendimi s/avunmak zorunda hissettiğim
gayri ihtiyari bir sorumluluk.
Rüzgârın nereden estiğini ve yönümü
bulmak adına işaret parmağımı ıslatıp doğaya sunuyorum varlığımı ve açık olan
duyularımı tararken ve algılarımı sonuna kadar devreye sokarken infilak eden
bir yanılsama benimki.
Göğün ıslak teninde doğurgan kuşlar
volta atıp mütemadiyen yumurtlarken ben açık ve net olabilmenin getirdiği hüznü
yaşıyorum.
İklim değişikliğine hala nasıl oluyor
da intibak edemediğim su götürmez bir gerçek gerçi mevsim sabit kılsa da
nemini, rüzgârını ve ufkunu ben katı bir yönerge sunup biteviye gözlemliyorum.
Sanrıların sancılandığı belki
sancıların sonlanma ihtimalini göz önünde bulundurup yeniden sancılandığım
gerçeği.
Hangi erk ki?
Hangi yol ki terennüm saklı gizemi
bilfiil içime çektiğim?
Soruların kambur teşkil ettiği o
patavatsız ve istem dışı ruhumla suni teneffüs yaptığım yarım yamalak bir hüzün
bildirgesine sunduğum taziyelerim sözüm ona.
Zar atan ne kader ne de elimdeki ölü
papatyanın suni tebessümü.
İnanıyorlar ve inanmıyorlar, diye
sayıklarken…
Aslında kimin neye inandığını yok
sayıp kendimi ifa etmekle mesul tuttuğum sayısız ön görü.
Kısaca…
Aslında uzun uzadıya hüznün eşlik
ettiği bir sendrom.
Ne muhalifim ne de mahsur kalmışlığın
örselediği ruhum tetiklemekte duyguları varsa yoksa yanlış anlaşılma
ihtimallerine ve paranoyalara yenik düştüğüm.
Şartsız şurtsuz nemalandığım insan
izlekleri ve sorun addedilmeyen her ayrıntıyı yüreğime baskı hissettiğim.
Görünmezliğin kıvılcımlarına yenik
düşüp sadece içimdeki yetim çocuğu ihbar ettiğim ve gözüne gözüne soktuğum kim
ise bir yanılgıya ya da yanlış anlaşılmaya mahal vermektense ölmeyi dilediğim…
Aslında ölüm, kurtuluşun diğer ismi
üstelik Rabbime kavuşacağımın bilincinde çok da korku hissetmediğim: her fani
gibi kaygılı; her fani gibi kendini özenle sularken hangi saksıda mahsur
kaldımsa solmaktan pek de haz etmediğim gerçeği ile sonlandırmak mı yoksa ümidi
ve ufku?
Kaygılarım adam boyu.
Yerdiğim sadece kendim ve yenik düşen
de aslında kendimi kendime yedirdiğim ve yenilmeye bayağı bağışıklık
geliştirdiğim.
Cümle pazarında cümle-âlemin mutlu
raksında ben bir kör nota iken körü körüne savurduğum nidalar aslında hep ama
hep kendimle ilintili ve bir şekilde vuku bulan sancılı bir söylem.
Beylik olmasa gerek özlemini duyduğum
ya da çok alışıldık varsa yoksa b/eklenti mahiyetinde en çok hatta sadece kendime
yetemediğim ve insanları yanıltacağım kaygısı ve tüm hicabı üstlenip de
patavatsız mevsim beni kalbura çevirmişken.
Alın işte: yine mevsime attık suçu;
eh, oldu olacak tahliye olayım varsın tahliye edeyim içimde kalan son
kırıntıları da göğün tembel kuşlarına serpeyim artık ne alıp veremediğim varsa
kuşlarla üstelik her biri benden özgür ve çalışkan.
Ufkun hizasında tembel bir izlek daha
tıpkı edimlerimde kaybolduğum sonra da kendimi yerleştirdiğim o tepe noktasında
bilmek ve hâsıl olmak hüznün tepe noktasında eriştiğim kadar da aklımın
ermediği ne ise illa ki kurcaladığım.
Dünümle barışık olsam belki… geçiniz
ne de olsa dün odaklı bir yaşantı çok sağlıksız ve kısıtlayıcı.
Söylemek istediğim o kadar çok şey
var ki ve muhatabım olan kalem sayesinde durmaksızın dile getireceğim illa ki
ve her açılım aslında yoksunluğun müjdecisi.
Kâğıda olan düşkünlüğüm ve de kaleme
üstelik kendimi bildim bileli ve kararsız heceler iki büklüm söylenirken illa
ki düzene sokacağım her birini ve netice itibari ile hayatım da yoluna girecek.
İyi de hayatım zaten yolunda değil miydi?
Bunu on sene evvel sorsam makul bir
yanıt da gelirdi hani lakin aradan geçen onca zamanı yok sayamadığım gibi
canımın yandığı her saniyeyi asla silemiyorum tozlu geçmişin takviminden ve
işim gücüm toz almak iyi de ev işinden ne haz ederim ne de layığı ile yaparım
ve yapamadığım binlercesi.
Kayda değer bir başarı sunmam
gerekirse; iyi kötü bitirdiğim okullar aslında bana çok şey katan; aslında beni
benden uzak tutan.
Ait olmadığım bir dünyayı meslek edinip
çeyrek asır mücadelesini verdiğim o sıtma geçiren iş hayatımda hala hazırda
mazimi körükleyen hayallerime de atıfta bulunduğum.
Süzgeçten geçen manifestom.
Aşkla yaşadığıma yeni yeni vakıfım ne
de olsa dolaştığım banka koridorlarında ve o devasa plazalarda asla sıcak
değildi yüreğim ve belleğim.
Sadece cebimin ısındığı yıllardı
paraya tapanların sınıfına dâhil olmuş gibi olsam da bir dönem sonra sırtıma
geçirdiğim derviş hırkamla yetinmeyi ve şükretmeyi koşar adımlarla öğrenirken.
Sağaltan acıları illa ki yeni bir acı
hele ki acı doğurgansa ve gelen gideni aratıyorsa.
Sözcük ambarımda söz konusu olan
hayat boyu uğradığım yenilginin asla pas tutmadığı ve inandığım insanlara
duyduğum hürmet ve güven çerçevesinde ispatlamak belki de yapabileceğimin en
iyisini.
En iyi’nin ne olduğu da meçhul ya da
kime göre iyi kavramı neye denk düşer?
Ne de olsa artık kimse bana karne
vermezken ve işte derlemeye çalıştığım insan düşünceleri yine de yanıldığım
belki de yanıltmaktan korktuğum insanlar…
Hele ki ailenizin sizden beklentisi
en tepe noktadaysa ve performansınız bir insan için değil de bir robot ya da
bir mekanizma için uygun düşense ne de olsa hayatıma yatırım yaptığım aslında
düşlerimi yitirip yeniden yeni düşler kurduğum üstelik düşe kalka da değil ne
de olsa arkanızda dağ gibi bir babanız ve aileniz varsa…
İlahi bir acı hissedilen.
Garip bir tadı var acıların madem iyi
de acının tadı olur mu, demeyin sakın ha hele ki boş mideye bardak bardak bilgi
içerken ve beyninizdeki o karıncalanma hani neredeyse vücudunuzu kaplayan o
uyuşukluğu bir nevi nöbet olarak algılarken…
İlla ki yanılıp.
İyi ki yanıltmak ihtimali ile evrene
korku dolu gözlerle bakarken.
Neye tekabül ettiğimi hal çözemezken
sanırım acıları ihya etmenin yolu düşünmeyi ve hissetmeyi terk etmek özetle
benliğini dondurup katı bir yürek de edinip saklı olanları da sonsuza kadar
unutup…
Ya, geride kalan?
Sahi, o geride kalan siz misiniz?
İçini temizlerken beyninizdeki
tonlarca bilgiyi ve soruyu kime emanet edersiniz ki?
Sebepleri var ya da yok; ya da bir
aksanı.
Şimdi tembel bir kuş olsanız illa ki
hazıra konup gagalayacak mısınız size serpilen ekmek parçalarını?
Başka şansınız yoksa peki?
Hele ki bir kuştan daha cesur ve
atılgan iseniz…
Dile kolay otuzdan fazla iş
değiştirdiğim ve yaklaşık üç meslek daha edindiğim yeniden eğitimin alıp formal
sistemde kayıtlı bir öğrenci olmak üzere hem de.
Geride kalanlar bazen geçmişe dönük
yüzünüzde bir somurtuk kadar kalıcı da olabiliyor geçmişin közü.
Kim demiş?
Neyi değil aslında neyin nasıl
yapıldığını kim izah etmiş?
Yaptıklarım yapacaklarımın
garantisidir…
Bu cümle belki de şiar edindiğim ne
de olsa sırtımı dayadığım ailem ve çocukça hayallerimi arkama alıp nasıl da
volta attım hayatın tozpembe yollarında üstelik geçinme kaygım ve geçindirme
kaygım da yok iken parayı da en arka plana atmışken.
Ateş düştüğü yeri yakarken ben düştüm
bu kez aslında ateşe tutup da elimi benliğimin yandığını daha yeni yeni
anladım.
Emeklediğim günlere duyduğum özlem olmasa
da hala koşabilmek pek mevcut değil listemde sadece ara ara hızlandığım sonra
koşar adımlarla geri döndüğüm.
Bir ileri iki geri… tahakküm altında
olmasa da insan ya da zan altında ve illa ki laf gelir mi, yanlış anlaşılır
mıyım, diye kendinizi didiklediğiniz her an’ı bir anı değil de metazori bir
görev olarak algılarken.
Çok çok sağlıksız ve insanı yıpratan
ve lav eden.
Muteber bir ölüm dilesem kesin kafama
bir şey düşer belki de o zaman akıllanır ve daha tutarlı bir insan olurum ve
mutlu ki mutlu olduğum zamanlar da fazlasıyla mevcut hayatımda.
Herkes gibi olmasam da herkes gibi
dünyanın tadını almaya çalışırken bazen şekeri fazla kaçıyor bazen de
fazlasıyla yüreğim yanıyor ne zamanki dünyevi boyuta çevirsem gözümü.
Kalp gözümle kurduğum muhabbet de
akla zarar ama çok da sevdiğim bir yönüm bazense içinden çıkamadığım…
Merhametlilerin en merhametlisine
karşı sorumlu olduğum kulluk vazifelerimi keşke harfiyen yerine getirsem yine
de O’nu her daim hissedip ve insanlara olan tutumumda ilk olarak O’nu anıp
Allah rızası için yaşadığım ve yaşattığım duygularıma da müteşekkirim gerçi
yorgun ve süzgün bir ruh gün sonunda serildiğiniz o rahlede size güzellikler
sunsa da yorgunluk bir şekilde ertesi güne erişiyor ve azalsa da yorgunluğunuz
bu sefer yeni bahaneler buluyorsunuz üzülmek adına.
Yaşadığım kadar da yaşatmaya mecburum
insanlığımı ve iyi niyetimi hele ki varlığımdan üstün tuttuğum neredeyse
herkesi ve inancımı da sorgulamadan sadece hatta ilk sırada kendimi
sorguladığım ve ilerleyen süreçte havadan nem kapıp varlığımla sürtüşüp
mütemadiyen bir muhasebe yaparken.
İnsan ilişkileri çok yorsa da
inanılmaz zevkli ve huzura dönük: yine de huzurun kısalığı ve gelip geçtiği de aşikâr
demek ki içimde saklı huzuru yeterince ortaya çıkaramıyorum ve tek huzur kaynağım
nerdeyse yazarak yaşadığım gerçeği ile de iyi bir insan ve yazar olmanın
çabasını veriyorum.
Dönüp baktığımda ne ise tasvip
etmediğim bana dair.
Özlemini duyduğum ne ise arayışım da
sonlanmıyor hele ki kendimi ararken tosladığım duvarlar ve geçit vermeyen
dehlizler: illa ki bir ışık bulup pervane misali gitmeliyim peşinden…
Huzurlu bir insan olmayı pek
becerememişken huzurlu bir ölü olmayı diliyorum bir o kadar kaçışın da mümkün
olmadığı bu iki kapılı han.
Kapanan kapıların ardından sadece
şükretmek belki de tek iyi gelen ve henüz o kapı arkamdan kapanmamışken.